GIDA GÜVENLİĞİ YASASI İÇİN NE BEKLENİYOR? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

GIDA GÜVENLİĞİ YASASI İÇİN NE BEKLENİYOR?

 

Bu ülkenin yıllardır en büyük sorunu pahalılık, işsizlik yanında KANSER illetidir. Bir büyük lanet gibi çökmüş üzerimize bu hastalık. Sevdiklerimizi bizden alan, insanlara hastalık sürecinde işkenceler yaşatan ve büyük insan aklının bir türlü çözümünü, devasını bulamadığı hastalık.


Kanserin en büyük nedeni çevresel şartlar. Evet cep telefonları, santraller, teknolojinin gelişmesi ile oluşan bin türlü risk. Peki ya gıda sektöründeki durum? İşte en büyük kilit noktası burada. İki kuruş daha çok para alabilmek için zehirlenenlerin ülkesi burası. Denetimsiz, güvensiz, kontrolsüz bir ülke. Çocuklarımız doğar doğmaz gıdalarla tanışıyorlar. Anne sütünden sonra sebze çorbaları ve meyve suları? Yani doğar doğmaz zehirlenmeye başlıyor çocuklar. Şu an ne yapacağımızı şaşırmış durumdayız Geçen gün müdürlerimiz Başaran Düzgün ve Hüseyin Ekmekçi köşe yazılarında Devlet Laboratuvarı’nda yapılan testler sonucunda Kıbrıs’ta pek çok şirketin ürettiği gıdaların sağlığa zararlı olduğunu yazdı ve bunlar deşifre edildi. Aslında tam bir infial noktası bu. Lanet olsun ve yazıklar olsun. Kanserle savaş sağlıklı gıda ile mümkün.

Ülkenin meclisinde bugüne kadar sayısız doktor geldi geçti. Şu andaki Cumhurbaşkanı da doktor. Bakanlar, bakmayanlar ve de kimler kimler. Artık yeter. Bu işe el atılsın. Mevsiminde meyve sebze yiyelim, ölmeyiz korkmayın. Esas ölüm bu doymak bilmeyen egolarımızdır. Tarım ilaçlarının kullanımına denetim gelsin. Artık zehirlenmek istemiyoruz. Gazetelerde çarşaf çarşaf firmaların adlarının çıkması da umurumda değildir. Şu Gıda Güvenliği Yasası’nı geçirin artık. Sadece geçirmekle kalmayın uygulayın.

Aralık ayında yaptığımız Toprak Ana etkinliğinde bunu anlatmak istemiştik. Artık yapmasının zamanı geldi. Çocuklarımız sebzeleri ayırt edemiyorlar. Maydanozla golyandroyu karıştırıyorlar.

Yeniboğaziçi Sakin Şehir olurken kurduğumuz Slowfood Salamis Birliği işte tam da bu amaç için kuruldu. Sivil insanların, halkın bu yönde adım atması ve kendi hareketini başlatması için. Şu anda hayata geçirdiğimiz en önemli adım UMUT TOHUM MERKEZİ adımları. Türkiye’den Ulusal Takas Merkezi ile yaptığımız tohum takasları sonucunda GDO’suz tohumlar elimize ulaşmaya başladı. Bunlar dağıtılıyor.

Toprak Ana hareketi
Geçen birkaç on yılda gıda üretimi, işleme süreci ve dağıtımı kadınların, küçük çiftçilerin ve küçük üreticilerin ellerinden çıktı. Küçük üreticiler her yerde, güçlü bir şekilde desteklenen tarım sanayisiyle girilen haksız rekabet sonucu yerlerinden edildiler ve köklerinden koparıldılar. Küresel dev şirketler gıda ticaretine egemen oldular. Küreselleşen dünyada beslenme konusu gıda tekellerinin çizdiği sınırlar içinde yapılıyor. Tüm dünyada çeşitlilikten yoksun, tekdüze beslenmenin kapıları ardına kadar açılıyor. “Toprak Ana” hareketi: Beslenme kaynaklarının, temel besin ticaretinin giderek uluslararası tekellerin eline geçmesine karşı çıkıyor. Beslenmenin endüstriyel süreçten daha az etkilenen, kalite ve özgünlüğünü korunabilen gıdalara yönelmesi gerektiği düşüncesiyle küçük ölçekli gıda üreticilerini öne çıkarmaya çalışıyor. Toprak ve ana sözcüklerinin bir arada kullanılması rastlantısal bir söz öbeği değil. Tükettiğimiz ürünleri yazdan; katkısız ve doğal kaynaklardan üreten analarımızın çabalarını yeniden düşünmemizin ve değerlendirmemizin yollarını açıyor…

Genetiği değiştirilmiş tohumlar ve sınır tanımadan uygulanan tarım ilaçları yüzünden günümüz çevre koşullarında zarar gören diğer canlılar gibi arılar gün geçtikçe ortadan kaybolmaya devam ediyor! Arıların bitmesi hayatın bitmesidir. Tohumların bitmesi insanlığı bitirir. Tohumu kontrol eden insanlığı kontrol eder. Şu anda dünyada dev şirketler işte bunu yapıyorlar. GDO’lu tohum üretenlerin savundukları nokta dünyada insanlara yetecek kadar tohumun olmaması. Mevsiminde sebze meyve yemeyi bırakarak açgözlülükle soframızda bütün her şeyi yiyen aç gözlü insanoğlu doğanın tüm dengeleriyle oynuyor. Tabii esas amaç dünyada MONSANTO gibi şeytan şirketlerin ayakta kalması. Bilim kurgu filmlerine çok uzak değiliz. Slowfood Hareketi’ni başlatan Carlo Petrini gelecek nesillerin yemek alışkanlıklarının dünyanın geleceğini belirleyeceğine inanıyor ve bu nedenle çocukların eğitimine çok önem veriyor. Okul bahçelerinde ufak da olsa bir bostan oluşturulmasını ve çocukların sebze meyve yetiştirmesini, toprağı yaşayarak öğrenmesini savunan Slowfood Hareketi okullarda tat eğitimi de veriyor.

Farklı kokuları ve tatları tanımayı öğrenmek okullarda verilen lezzet eğitiminin bir parçası.
Toprağa yabancılaşmış toplumlarda şehir çocuklarının yiyecek kokularını tanımlamakta zorlandığını söyleyen Petrini çarpıcı bir örnek veriyor. Elma kokusu koklatılan şehir çocuklarının çoğu bunu şampuan kokusu olarak algılıyor. Bu eğitimlerde doğdukları andan itibaren reklam bombardımanına uğrayan ve tüketim canavarları haline getirilen çocukları gelenekler ile tekrar buluşturmak, üretici toplulukların sorunlarını paylaşan sorumlu bireyler haline getirmek amaçlanıyor.

Biz de YENİBOĞAZİÇİ YAVAŞŞEHİR HAREKETİ olarak üyesi ve kurucusu olduğumuz SLOWFOOD birliğimiz SLOWFOOD SALAMİS CONVIVUM olarak Facebook’tan yukarıda saydığımız gruplardan 6. Grup ile tanıştık ve tohumlarımız takas ettik… Ve böylece YENİBOĞAZİÇİ beldemizde bir tohum merkezinin temelini atmış bulunuyoruz…

—————————————————————————————————————–
YEŞİL DEVRİM
1960 sonrası yeşil devrim diye adlandırılan süreçte çiftçiler tohumlar üzerindeki güçlerini kaybetmeye başladılar. Daha sonra büyük ulusötesi firmalar tohumlar üzerindeki hegemonyalarını arttırdılar. Bu sürecin ekolojik, ekonomik ve sosyal maliyetinin hayli ağır olduğu anlaşılmaya başlanmıştır. Dünya tohum ticaretinde büyük bir tekelleşme eğilimi görülmektedir. Önde gelen on tohum firmasının dünya ticari tohum pazarındaki payı %57 olmuştur. İlk firmanın payı yaklaşık beşte birdir. Bu firma aynı zamanda GDO’lu tohum da üretmektedir. Bu firmaların çoğu aynı zamanda tarım kimyasalları veya ilaçları dediğimiz herbisit (ot öldürücü), fungisit (mantar öldürücü), insektisit (böcek öldürücü) üreticileri ve satıcılarıdır. Tarım kimyasalları üretiminde ise on firmanın payının %84 olduğu görülmektedir. Tohum firmalarından ilk onda yer alan firmaların beşi aynı zamanda tarım kimyasalları üreten ilk on firma arasındadır. (ETC Group, 2005 ve 2006) Tohum piyasası tekeller ile büyüme eğilimi göstermesinin yanında, tarım kimyasalları ve GDO araçlarının birlikte kullanılması firmalara bir çarpan etkisi de kazandırabilmektedir. Firmaların tohum çeşitlerinin ancak kimyasal ilaç ve gübrelerle yetiştirilebilecek özellikte ıslah edilmeleri çiftçileri tarım ilaçlarını almaya zorlamaktadır. GDO’lu tohumlar bu firmalara daha da üstün yeni bir güç kazandırmaktadır. Örneğin GDO yöntemleriyle herbisite dayanıklı bir mısır çeşidi geliştirilmektedir. Ancak kullanılacak herbisit firmanın marka herbisitidir. Dolayısıyla tohum ve herbisit beraberce pazarlanmakta, birbirlerinin satışını arttırmaktadır. Ulusötesi bu dev firmalar böylece tohum, tarım kimyasalları ve GDO’yu birlikte kullanarak tarım alanında tarihin tanık olmadığı bir hegemonyaya doğru gitmektedirler. Ancak bu başarılarının sağlamlaşması için tarım politikalarını ve yasaları da (tohum yasası bunlardan biri) istedikleri yönde oluşturmaya çalışmaktadırlar. Bütün dünyada yerel tohumlar kaybolmaktadır. ABD’de birçok sebze tohumu çeşidi yüzde 95’lere kadar varan oranlarda yeryüzünden silinmiştir. Geriye şirket tohumları kalıyor. Genellikle yerel tohumlar dağ köylerinde kalmıştır. Ova köyleri endüstriyel tarıma ve şirket tohumlarına epeyce teslim olmuştur. Şüphesiz şirket tohumlarının yayılmasını açıklayan birçok neden var. Ancak şirket tohumları ile yapılan endüstriyel tarımın (kimyasal tarım ilaçları ve kimyasal gübrelerle yapılan tarım) geleceği yok. Topraklar kirleniyor, kanser ve diğer hastalıklar insanları sapır sapır döküyor. Diğer yandan küresel iklim değişikliği yerel tohumları her bakımdan üstün hale getirebilir. Çünkü yerel tohumlar iklim değişikliklerine daha çabuk uyum gösterebiliyor. Bu tohumları da genellikle yaşlı kadınların sakladığı görülüyor. Bunlardan biri öldüğünde bütün tohum sandığının çöpe dökülmesi işten bile değil. Bu nedenle yerel tohumların kaybolmalarını önlemek için zamanımız daralıyor…
Prof. Dr. Tayfun Özkaya: Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi Öğretim Üyesi
————————————————————————————————
YEREL TOHUMLAR
Yerel tohumlarımızın giderek azaldığı, yok olduğu bir ortamda yaşıyoruz. Olabildiğince bilinçlenip, sahip çıkmamız gerekiyor. Tohumumuz giderse geleceğimizin de gideceğini biliyorum. Ne kadar önemliymiş bir tohum. Aklıma Anna Frank’ın Hatıra Defteri geldi. Anna Frank, Hollanda’da, Nazilerden, gizli bir yerde, ailesi ile saklanan bir Yahudi kızı. Onlara yardım edenlerin getirdiği bir meyvenin, sanırım domatesin tohumunu ayırıp, saksıya ekmişti.
Ne kadar çok üzülmüştüm. Biz ise güzelim tohumları atıyorduk o kitabı okuduğum zamanlar. Daha sonra, Anna’nın ailesi ile birlikte yakalanıp, Nazi toplama kamplarına gönderildiğini ve babası Otto Frank hariç, hepsinin öldürüldüğünü okuyunca günlerce ağladığımı hatırladım. Babasına ulaştırılan günlük daha sonra yayınlanmış ve dünya Anna Frank’ı tanımıştı. Yerel tohumlarımızın başına gelenleri düşünürken Anna neden aklıma geldi?
Mermerdeki tohumu almaya çalışırken, bir tohumun bile bu kadar önemli olması bana onu hatırlatmıştı. Belki de yok edilen tohumlarımız, türlerin yok oluşu, insan ırklarının yok edilmek istenmesi bana önce Hitler’i, sonra da Anna’yı anımsatmıştı. İnsanoğlu neden bu kadar ilkel ve acımasızdı? Dünyayı kuşatan çokuluslu tohum şirketleri utanmadan kısırlaştırdıkları tohumlarını satıyorlar. Tohum satışından kazandıklarından daha fazlasını, tohumlarına uygun gübre ve tarım ilaçlarının satışından elde ediyorlar. Böyle terbiyesizlik, bu küresellikte, hiç bu kadar yaygın ve alenen yaşanmadı. Kanada’da; GDO’lu ürün yetiştiren bir bahçeden uçan çiçektozu, yan bahçede, kendi yerel tohumlu ürününü yetiştiren çiftçinin kanolasının çiçeğini döllemiş. Çiçek tozu bu, söz dinler mi? Çiftçinin yerel tohumlu bitkisi GDO’lu tohum vermiş. Tohum şirketi, geleneksel tohumla üretim yapan komşu çiftçiye dava açmış: “Sen benim ürünümü yetiştiriyorsun ve bunu benden sertifikalı tohum almadan yapıyorsun” diye. Zavallı çiftçi tazminat ödemiş tohum şirketine. Artık Kanada’da geleneksel kanola bitkisi hiç kalmamış. Tümü GDO’lu tohuma dönmüş zorunlu olarak. Çok uluslu bu şirketlerin hakları, onlardan tohum alan ülkelerin çıkardıkları yasalarla korunuyor. Ve yerel tohumla üretim yapan üreticilerin yasal olarak canlarına okuyorlar.

MERİH YÜCEL TEMA VAKFI EĞİTMENİ

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar