Darbecilerle direnişçileri aynı kefeye koyma utanmazlığı - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Köşe YazarlarıSürmanşet

Darbecilerle direnişçileri aynı kefeye koyma utanmazlığı

Bekir AzgınBekir Azgın

Bu haftaki yazımın konusunu düşünürken karşıma dostum Yorgos Kumullis’in (George Koumoullis) 17 Temmuz günü Politis gazetesinde yayımlanan nefis yazısı çıktı. Geçen hafta Türkçeye çevirdiğim ve çok beğenilen yazısının devamıymış gibi. Hemen çeviriye giriştim. İşte sonucu:

XXXXX


Geçen gün, darbenin yıldönümü münasebetiyle yapılan 22 komandonun anma törenine Anastasiadis ile DİSİ partisi temsilcilerinin katılıp çelenk koymaları, Tüm Kıbrıs Demokrat Direnişçiler Birliği’nin haklı tepkisini çekmiştir. Birlik, yaptığı açıklamada şu noktayı vurguladı: “Birliğimiz tarihsel gerçekleri tahrif etmeye çalışanların karşısında duracak ve şehitlerimizin yılmaz bekçisi olacaktır.” Birlik, ayrıca, çok doğru olan şu saptamayı yapıyor: “Demokrasi ve hukukun üstünlüğünü savunanlar ile yasal hükümeti yıkmaya çalışanlar tarafından kullanılan kişilerin, eşit düzeyde tutulma gayreti olduğu görülmektedir.”   

DİSİ partisi ve 22 komandonun yakınları, komandoların Yunan subayların emirlerini yerine getirmekten başka seçeneklerinin bulunmadığını ileri sürüyorlar. Dolayısıyla şu temel soru ortaya çıkmış oluyor: Madem ki, bazılarının iddia ettiği gibi,  komandolar üstlerinin emirlerini yerine getiriyorlardı bunlar suç işlemiş oluyor mu olmuyor mu?

Bu sorunun cevabı çok nettir. Bir askerin veya komandonun veya çavuşun eğer üstünün verdiği emrin savaş yasalarına ve savaş ahlâkına veya bulunduğu ülkenin yasalarına uygun olmadığını bilecek konumda ise herhangi bir insanı öldürme hakkı yoktur. O koşullar altında emrin yasalara aykırı olduğunu bilecek kadar makul nedenleri varsa, yasalarla emrin çakıştığını gören bir askerin birinci seçeneği tercih etmesi gerekir. (Bkz. The American Journal of International Law, Cilt 89, 1998.)

Üst düzey subayların verdikleri emirlere itaat etme konusunda tarihte yer almış çok emsal bulunmaktadır. Bunların en ünlülerinden biri, Napolyon savaşları (1803-1815) sırasında vuku bulmuş ve “Maxwell Olayı” diye bilinendir. İskoçya’daki bir hapishanede bulunan Fransız savaş esirleri, bir bekçinin istediği zaman hücrelerindeki ışığı söndürmeyi ihmal etmişlerdi. Deniz teğmeni Maxwell’in direktifleri doğrultusunda ışığa ateş eden bekçi, mahpuslardan birini öldürmüştü. Maxwell yargılandı ve İskoç Yüksek Mahkemesi tarafından cinayet işlemekten mahkûm edildi. Daha üst düzeydeki subayların emirlerine itaat ettiği gerekçesi reddedildi. Mahkeme kararında, her yöneticinin, aldığı emrin ülke yasalarına uyup uymadığını takdir etme yetkisine sahip olduğunu belirtti.

Elbette daha yakın zamanlara ait örnekler de var. Nürnberg davalarında, Nazilerin işledikleri suçları daha üst düzeydeki yöneticilerden aldıkları emirler doğrultusunda yaptıklarını ve bu nedenle “masum” olduklarını ileri sürmüşler ama bu iddiaları reddedilmişti. Nürnberg duruşmalarında sözü geçen ve ünlü Amerikan yazarı Mark Twain’den yapılan alıntı şöyleydi: “Her asker, neyin yasal olduğunu neyin yasal olmadığını; neyin vatanseverlik olduğunu neyin olmadığını bilmek zorundadır. …Bu kavramları görmezlikten gelirsen sen insan değilsin. … Yasalara aykırı olan emirleri, sırf üst düzey askeri yönetimden geldiği için yerine getirirsen sen hem kendine hem de vatanına ihanet etmiş olursun.”

Hayatlarını kaybeden 22 komando rastgele seçilmiş değillerdi. Bunların hepsi de “seçilmiş” kişilerdi ve gerçeği söylemek istiyorsak bunlar EOKA-B’nin, cuntanın ve Grivas’ın ateşli destekçileriydi. Bu nedenle, Yunan subayları, emirlerinin eksiksiz yerine getirileceğinin bilincindeydiler.

Bunu söylerken kendi tanıklığımı da dile getirebilirim. Bu 22 komandodan biri, hasbelkader, benim öğrencimdi. Ne yazık ki, kendi yaşıtlarının çoğu gibi, EOKA-B’nin ve cuntanın propagandası tarafından sürüklenmiş yardımsever, kibar ve zeki bir delikanlıydı. Makariyos’un “bir kenara itilmesiyle” çok özlenen Enosis’in gerçekleşeceğine inanıyordu. O günkü politik durum konusunda yaptığımız kısıtlı sayıda tartışmalarda onu daha az fanatik yapmak için boşuna kürek çekmiştim. İngiltere’de yapacağı üniversite tahsilinden sonra kendisini aydınlık günlerin beklediğini ve bu nedenle geleceğini düşünmesi yönünde onu ikna etmeye çalıştım. Öteki şehitler için de bununkine benzer bir durumun muhakkak geçerli olması gerekir.

Hiç kuşku yok ki 22 komando, “vatana sadık kalacağım, anayasaya ve ona uygun yasalara saygı duyacağım” hükümlerini net bir şekilde içeren antlarını ayaklar altına aldıklarının bilincindeydiler. Yasal yollardan seçilen bir cumhurbaşkanına suikast girişiminde bulunmak, elbette anayasaya ve devlet yasalarına saygı göstermek anlamına gelmiyordu. Yeminlerine sadık kalsalardı, cumhurbaşkanlığına saldırı emrini alınca silahlarını darbecilere karşı çevirmeleri veya gerçek bir Kıbrıs kahramanı olan Sodiris Konstantinu’nun yaptığı gibi bu suça ortak olmayı reddetmeleri gerekirdi.

Yunan bir subay tarafından katledilen Sodiris’in fedakârlığı, yeni kuşaklar için ilham kaynağı olmalı ve gösterdiği örnekle bize gerçek yurtseverliğin ne demek olduğunu öğretmelidir. Bu adam gerçek bir kahramandır.

Sadece Sodiris ile değil ama bir süre önce saygın gazeteci Mihalis Mihail’in “Haravgi” gazetesinde yayımladığı araştırma sonuçlarına göre, darbeye katılmayı inkâr ettikleri için idam edilen yedi şehitle de iftihar edebiliriz. Kıbrıs cumhuriyetini yıkmaya çalışanları değil, aksine bunları onurlandırmalıyız.

DİSİ partisinin davranışı, siyasal bir şizofreni örneğidir. Bir yandan darbeyi kınıyor, öte yandan darbecileri onurlandırıyor. Ne var ki öylesine bir şaşkınlık, çağdaş bir partinin tipik özelliği olmamalıdır.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar