Cumhuriyetçilerden Merve Kavakçı’ya - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 26, 2024
Köşe Yazarları

Cumhuriyetçilerden Merve Kavakçı’ya

Bekir AzgınBekir Azgın

Askerler darbe yapar, OHAL ilân edilir. Sivil yönetimlerin başı sıkışır, hemen OHAL devreye sokulur. Hafızam beni yanıltmıyorsa bir ara Güneydoğu’da bir de “OHAL valisi” vardı.

OHAL yönetimi sanki olağan bir halmiş gibi. Adı üstünde “olağanüstü hal”. OHAL  alışılagelmiş olağan hukuk düzeninin askıya alınmasından başka bir şey değil. Yani iktidardakilere hukuk dışı işler yapma hakkı veren bir sistem.


Bazı kalemşörler OHAL’i savunmak ve onu haklı çıkarmak için sağlam gerekçeler de buluyorlar: “Fransa bir yıl OHAL ile yönetildi. Kimsesinin gıkı çıkmadı. Şimdi Türkiye aynısını yapıyor, herkes homurdanıp duruyor. Üstelik orada darbe girişimi de olmadı. Gene de dönüp bize ‘Türkiye diktatörlüğe kayıyor’ diye çamur atıyorlar.”

Doğru söylüyorlar. Paris’teki saldırıdan sonra Fransa’da OHAL ilân edildi. Ne var ki ikisi arasında büyük farklar var. Dağlar kadar, hem de. OHAL döneminde Fransa’da insanların onar onar hatta yüzer yüzer tutuklanıp hapse tıkıldıklarını ne gördük ne duyduk.

Türkiye’de bol bol yapıldı. Diyeceksiniz ki bunlar darbe girişiminde bulunan insanlardır. Ya da terör örgütü üyeleridir. Bunu anlıyorum da cumhurbaşkanına muhalefet etmekten içeri tıkılan onlarca insanın günahını anlamakta güçlük çekiyorum.

Bu türden mahpuslar için yeni bir suç icat edildi: Terör örgütüne üye değiller ama örgüte yardımda bulunmuşlardır. Cumhurbaşkanına karşı çıkanlar, terör örgütlerinden birine yardım etmiş sayılıyor.

Geçenlerde Cumhuriyet gazetesi yöneticilerinin davası başladı. Sorgusuz sualsiz altı ay içeride yattıktan sonra yarısı serbest bırakıldı. Ötekileri niye bırakılmadı? Bunu ne izah eden var ne de anlayan.

Cumhuriyet gazetecileri terör örgütüne yardım etmekle suçlanıyorlar. Türkiye’de göze çarpan iki terür örgütü olduğu kabul edilir. Birisi PKK öteki de FETÖ.

Yıllarca Cumhuriyet okudum. Epeyidir okumuyorum. Gene de gazeteyi iyi tanıdığımı sanıyorum.

Cumhuriyet’i “Kemalist” veya “Ulusalcı” olmakla suçlayabilirsiniz. Ulusalcılığı elden bırakmadan altı okun “halkçılık” ilkesini ön plana çıkarmaya çalışmıştır.

Cumhuriyet’i “Bonapartist” veya “Jakobenci” olmakla suçlayabilirsiniz. Çoğu zaman ilerici elit bir grup insanın Türkiye’yi, halka rağmen, kurtarabileceklerine inandılar.

Cumhuriyet’i “Faşist” olmakla suçlayabilirsiniz. İkinci Dünya Savaşı sırasında müthiş Almancı yani Nazi taraftarı idi.

Cumhuriyet’i “Darbeci” olmakla suçlayabilirsiniz. Özellikle 1960’lı yılların sonunda İlhan Selçuk’lu, Hasan Cemal’li, Cengiz Çandar’lı grup yanlarına Doğan Avcıoğlu, General Cemal Madanoğlu’nu da alarak genç subayları darbe yapmaya teşvik ettiler. Bu sayede Türkiye’yi kurtarabileceklerine inandılar.

Ne var ki Cumhuriyet darbecileri, Fethullah darbecileri ile karıştırılmamalı. Bu iki grubun etleri bir kazanda kaynamaz. Bunu çocuklar bile bilir ama yargıçlar, nedense, bilmiyor.

Cumhuriyetçiler yanısıra bir yığın insan haksız yere hapislerde çürütülmektedir. Bunlar rasında ilk aklıma gelen Ahmet Altan ile Mehmet Altan’dır.

Altan kardeşler Gülen cemaatine yakın gibi gösterilmeleri Süleyman Demirel’in tabiriyle, eşyanın tabiatına mugayirdir. Emin değilim ama bana öyle gelir ki ya agnostiktirler ya da ateist. Fethullah Gülen’den emir alacak tiynette insan değiller.

Ondan sonra aklıma gelenler Alpay Şahin, Nazlı Ilıcak ve Mümtaz’er Türköne’dir. Her üçünü de yazılarından tanırım. Bunların hiçbirinin Gülenci olabileceğine, Gülenci olsalar bile darbeci olabileceklerine aklım ermiyor. İçeride olmalarının tek bir nedeni var. Cumhurbaşkanına muhalif olmaları.

Şahin ile Türköne darbe aleyhinde yazılar, kitaplar yazmış insanlardır. Pennsylvania’dan gelen bir emir ile darbeci olacaklarına aklım ermiyor.

Nazlı Ilıcak muhafazakâr hatta dindar olabilir ama yaşam biçimi müslümanların onaylayacakları bir biçim olduğunu sanmıyorum. Bildiğim kadarıyla ılıcak içkiyi seviyor. Bunu ne Gülen tasvip eder ne de Erdoğan.

Ilıcak, Demokrat Parti damarından gelen bir yazardır. Yıllarca “bir bilen” diyerek Süleyman Demirel’in peşinden gitmişti. Ama en unutulmaz hareketi, 1999 yılında Merve Kavakçı’nın yanında durup onu savunmuş olmasıdır.

Çok merak ediyorum, Merve hanımefendi Kuala Lumpur’a hareket etmeden önce hapishaneye uğrayıp Nazlı ablasına teşekkür etmiş midir? Böyle bir vefa gösterisi yersiz olmazdı.

Öte yandan Merve Kavakçı’nın biyografisindeki bilgiler bana oldukça karışık ve çelişkili göründü. Türkçe olan “Vikipedi” şu bilgileri içeriyor: Merve Safa Kavakçı, Evlilik(ler): Cihangir İslam. İlişkiler: Ravza Kavakçı Kan (kardeşi). Çocukları: Yusuf Ziya Kavakçı, Gülseren Gülhan Kavakçı.

İki husus dikkatimi çekti: Birincisi, Çocuklar annenin soyadını taşıyor, halbuki geleneksel olarak babanın soyadını taşımaları gerekirdi. İkincisi “ilişkiler” kelimesinde çoğul eki parantez içine alınmamış ama “evlilikler” kelimesindeki “ler” parantez içinde. Tuhaf değil mi?

Bir de İngilizce olan “Vikipedia”ya bakayım dedim. Oradaki bilgilerin farklı olduğunu gördüm. Belli ki Merve hanım, çaktırmadan, birilerini kandırmaya çalışıyor. Vikipedia’daki bilgiler şöyle: Eşi: Ali Ahmad Abushanab (1990-1993), Bekir Lütfü Yıldırım (1999-2005), Cihangir İslam (2010-). [Parantez içindeki “ler” ekinin hikmeti bu olsa gerek.] Kardeşleri: Ravza Kavakçı Kan, Elif Kavakçı. [Türkçe versiyonda Elif unutulmuş mu yoksa dışlanmış mı?] Çocukları: Fatima Abdushanab, Mariam Kavakçı. [Bizim Fatma ve Meryem dediğimiz isimler.] Ebeveynler: Yusuf Ziya Kavakçı, Gülseren Gülhan Kavakçı. [Babası ve annesi,  ötekinde çocuklarıymış gibi görünüyor.]

İşin ilginç yanı, gördüğüm ve bildiğim kadarıyla bu çelişkili durum, Türkiye’de hiçbir gazetecinin dikkatini çekmemiştir. Çekmişse bile görmezlikten gelinmiştir.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar