Biz yaratmadık, o zaten markaydı… “Jewel of the island”dı… Adanın mücevheri…
Onu çamura düşürdük… Bir gün birilerinin gelip temizlemesini bekliyor. Üstünden çamuru alınca, yine pırıl pırıl parlayacak…
Girne limanı… Antik liman…
Keşke 50’lerde, 60’lardaki gibi kalabilseymiş… Ya da keşke modernizme kurban olsaymış da böylesine köhnemeseymiş. Kentin terkedilmiş varoşu haline gelmeseymiş…
Şu son yirmi otuz yıldır düştüğü hale bakarım; bilirim hala oradadır, ama kirlenmiştir, görmek istemem. Düzeltmek, elimden gelmez. Sadece kızarım, söylenirim, lanet ederim.
Bu ülkeye kendi kendimize, siyaset eliyle yaptığımız en büyük kötülükler ne diye düşündüm bir süre önce. 3 şey buldum. Biri öldürdüğümüz Kıbrıs Türk Hava Yolları; diğeri tecavüz ettiğimiz Girne; üçüncüsü de Girne limanı…
Bir ada devletinin olmazsa olmazı hava ulaşımı gibi stratejik bir varlığını batırabilen insanlar olarak, tarihi, milattan önce 10. bine dayandığı söylenen bir kentin güzelliğini ortadan kaldırmayı başardık. Onun doğal limanını da kirlettik…
Kuruluş tarihiyle ilgili veriler çeşitli olsa da, ilk kez döküman olarak, Pseudo-Skylaks: Periplous adlı eserde yeralıyor Girne… M.Ö. 6. binde Bodrum civarındaki Kardanya’da yaşadığı varsayılan Skylax’a atfedilen ve Akdeniz ile Karadeniz’i sahilden gezen bir yazarın eseri bu… Yazarın gerçekte kim olduğu belli değil. Ancak o da aynı yüzyılda yaşamış görünüyor. Kıbrıs’tan şöyle bahsediyor;
KYPROS [Kıbrıs]: Kilikya’nın karşısında Kıbrıs Adası vardır ve adadaki kentler şunlardır: Kışın kapanabilen bir limana sahip olan Hellen kenti Salamis, Karpaseia, Keryneia, Fenikelilerin Lepethis kenti, Soloi (bu kent kışlanabilir bir limana sahiptir), Hellen kenti Marion, Amathous (bunlar adanın yerlileridir); bütün bu kentler terk edilmiş limanlara sahiptirler. Ayrıca adanın iç kesimlerinde barbarların başka kentleri de mevcuttur…(*)
Kaledeki batık gemi ise, M.Ö. 4 yada 3. binde Girne limanının ticari amaçlarla kullanıldığını kanıtlıyor.
Yani düşünün, iki bin de İsa’dan sonrasını ekleyelim, 8 bin yıllık bir kent ve liman… Kaynaklar limandan, yani adamızdan mevsimine göre zeytin, harup, eşek, keçi, ipek, keten, nadide mobilya aksesuarları ve daha nice ürün ihraç edildiğini yazıyor. Yani bizden daha fazla üretici oldukları kesin…
Bu bize bir şey ifade ediyor mu? Hayır… Girne kenti de, limanı da bizim için bir değer taşımıyor. Tarihi, kültürel, antik, dünya mirası… Hani korunsun, kollansın falan… Tek bir özelliği ve de güzelliği var, o da rant… Cahil miyiz? Haşa! Binlerce şehircilik uzmanımız, binlerce tarihçimiz, arkeoloğumuz, doğa dostumuz, çevrecimiz var, 16 üniversitemiz var, yine de böyle işte…. Çünkü, diğer tarafta da kötü bir siyaset anlayışımız, kötü bir yönetim anlayışımız var. Ranta dayalı. Herşeyi para, herşeyi oy gören… Bu siyaseti de biz yarattığımıza göre, ihanet bizim, hepimizin suçu… Bu kötülüklerin yapılmasını sadece seyrettiğimiz için, izin verdiğimiz için…
Tüm dünyada bu gibi yerler, insanlığın üstüne titrediği korunması gereken değerler. Bunun istisnası bir şu anda Ortadoğu’daki eski eserleri yakıp yıkan barbarlar, bir de biz…
Ama dostlar alışverişte görsün misali yasalar çıkartmışız. Liman sözde koruma altında… Karpaz gibi bir koruma bölgesi ilan edilmiş bir vakitler. Koyun etrafında olup da korunacak binaların listesi belli. Ve neredeyse limanda mevcut binaların tümü eski eser kapsamında.
Sonra, Turizm Endüstrisi Teşvik Yasası altında, Girne Antik Limanı Koruma ve Geliştirme Tüzüğü var. 2014’de güncellenmiş. Şöyle bir bakayım dedim. Aman Tanrım, o Tüzüğün varolduğuna inanamazsınız. Hiç bir maddesi uygulanmıyor. Hangi birini saysam… Oturma yerlerinin Bakanlık tarafından belirleneceğinden tutun da, şemsiyelerin yüksekliği, reklam tabelaları her birinin standardı var. Ses yükseltici yasağı, restorasyonların izne ve onaya tabi olduğu, bakımı yapılmayan binaların bakımını Bakanlığın yapıp, mal sahibinden talep edeceği, kablolar, antenler, klimalar gibi görüntü kirliliği yasağı, bölge sakinlerinin işletmelerinin çevresini kendilerinin temizlemesi, çöplerin çıkarılması, atıkların depolanması, teknelerin sintine bırakması, bağlanacak teknelerin büyüklüğü, herşey ama herşey bir bir yazılmış, kurala bağlanmış.
Gittim, içim ezilerek br daha baktım. Fotoğrafı göreceksiniz, saat 12.30’du, sıra sıra kamyonlar. Oysa araç girişinin sabah 11.00’de bitmesi gerekiyordu. Sordum, soruşturdum “nasıl iş?”. Baryerleri Turizm Bürosu açar kaparmış, keyfi… Onun dışında öyle bir çark oluşmuş ki, kimse üstüne gidemiyormuş.
Bu yazdıklarım tabii sadece bir kısmı. Koruma Tüzüğünün tamamını okuduğunuzda, bir de bakıyorsunuz ki, zaten limanın asıl keşmekeşine sebep olan hususlar bunlar. Yani orada ne yazılmışsa, tam aksi yapılmakta.
Tüzüğün bir yerinde “yurt dışından gelen tekneler ya da acil durumlar için üç teknelik yer bırakılır” diye bir madde var. Bunu okuduğumda hem güldüm, hem kızdım. Kızmamın sebebi, bundan 9 yıl önce geçen bir olay. Hiç bir zaman unutmayacağım bir rezalet. Bazıları hatırlayacak, Richard Gere olayı… Kadınların hayran olduğu, ABD’li ünlü aktör… Haritaya bakmış, limanı görmüş. 35 metrelik teknesiyle yanaşmış, birden bizim görevliler başlamışlar el kol sallamaya, bir yandan da İngilizce bağırırlarmış, “geri git, geri git, liman dolu, giremezsin”… Doğal olarak geri dönüp, Limasol limanına gitmişti. Arkasından kahretmiştik halimize… Gelseydi, gelebilseydi, ne reklam olurdu… Dünya medyasına milyonlarca dolar akıtsanız öyle reklam yapamazdınız.
Acaba o “3 teknelik boş yer” maddesi o zaman da var mıydı? Yoksa bu rezaletten sonra mı kondu, bilmem ki…
Geçenlerde bir röportajda okumuştum. Limanı işgal eden işletmeler işgaliyelerini yıllardır ödemezlermiş. Oysa biliyor musunuz yıllığı ne kadar? Metrekaresi sadece 25 Euro… Günlük, aylık değil, yıllık be kardeşim. Tüzükte öyle yazıyor. Onu bile ödemezlermiş. Şimdi buna neden göz yumulur? Aynı sebepten değil mi…
Her neyse, çözecek olan ben değilim. Ama şu kadarını biliyorum ki, ne çıkarılan tüzükler, ne yasalar bir işe yaramıyor. İnsan unsuru var ya insan unsuru. Herşeyin içine eden de o, denetlemeyen de. Yasanın ne suçu var. Gerçi o da eksik gedik ya. Ama eminim bazı eksiklikler de bilerek bırakılmış ki, birileri rahatsız olmasın. Hani seçim var, geçim var… Çok mu kötüyüm? E öyleyse biri bana limanın neden bu hale geldiğini anlatsın. Bir Tüzüğe baksın, bir varolana… Kim denetlememiş?
Burundaki fener gitti, yerine yenisi konmadı. Tarihi mendirek ha çöktü ha çökecek. Ulaştırma Bakanı Tolga Atakan “para bulunursa yapılacak” dedi. O para zamanında bulunmuştu. 2016 Hibe Protokolü’nde 1 Milyon TL’lik kaynak ayrılmıştı. Türkiye’den uzmanlar gelmiş, tespit yapmışlardı. Durum göründüğünden daha felaket biliyor musunuz. Biz sadece görünen kısmını biliyoruz. Meğer, limanın içindeki suyun sirkülasyonu yıllardır sağlanmadığı, kanallar kapandığı için, mendireğin temelleri gitmiş. Tamiratı için de yüzen bir terminal gerekiyormuş. Aslında o teşkilat başka bir iş için Türkiye’den buraya gelmiş, ama işi bitince gitmiş. Eğer gitmeseymiş, o zaman yapılabilirmiş. Tekrar getirtmek, tamiratı başlatıp bitirmek yıllar alırmış. Ama uzmanlar şunu da söylemişler, bir kaç yıl içinde büyük bir fırtına olması halinde, değil mendirek, gelen dalgalarla kale bile yıkılabilirmiş. Bunun raporlarının da Ulaştırma Bakanlığı’nda mevcut olduğunu biliyorum.
Şimdi böyle bir tehdit ortadayken, limanın içinden bahsetmek aymazlık olmaz mı sizce? Yani neredeyse doğal olarak ortadan kaybolacak bir değer var, pisliğin lafı mı olur… Yok, madem daha yıkılmadı, olur… Bizi limandan uzak tutan o rezalet orada duruyor. Bakanlıktan Belediye’ye, Belediye’den bakanlığa gitti geldi, sorumluluk en son 2012’de Turizm Bakanlığı’nda kaldı. Kaldı da ne oldu? Giden gelen sayısız bakan en az bir kez ziyaret etti, vaad üstüne vaad. Şimdiki Bakan Ataoğlu 2016’da bir fırtınadan sonra “Tespitler yapıldı, kriz masası oluşturulacak” diyordu. Ondan öncekiler de aynılarını söylediler, olan ortada… Pislik, bakımsızlık, harap bir çevre, kanalizasyon kokusu, denizin üstünde yüzen pislik tabakası, muhteşem manzarayı kapatan devasa şemsiyeler, yine Tüzüğe uygun olmayan büyüklükte, nerenin kültürü olduğu bilinmeyen, her biri bir model, acaip dev gezi tekneleri… Cesaret et de otur bir yere, gemilerden limanı göremiyorsun ki? Özellikle geceleri, duvar gibiler…
Hijyenden, kaliteden hiç söz etmeyelim. Adım başı bir kişi yola fırlayıp, neredeyse kolunuzdan çekiyor yarı buçuk İngilizcesiyle, size menü sayıyor. Ha, bakın bu da Tüzüğe göre yasak! Boşuna sıralamayayım, sizler de biliyorsunuz neden artık limanı terkettiğimizi.
Daha geçen yıl, şimdilerin Turizm Ofisi olan eski eser niteliğindeki güzelim Gümrük Binası’nın dibine birisi sandalyeler masalar atıp, üstünü kapatmaya kalkmamış mıydı? Hem de Tüzüğü uygulamaktan sorumlu Turizm Müsteşarı’nın izniyle, hem de eski Eserler Müzeler Dairesi’nin ve Belediye’nin onayı olmadan… Basına düşmese gitti giderdi.
Geçende bir Meclis oturumunda yine konu oldu. Aynı nakarat. Limanın ihaleyle özel işletmeye kiralanması düşünülüyormuş. Şükürler olsun, Amerika’yı bir kere daha keşfettik… Şimdi nasıl kızmayım, nasıl… Bu hedef, Türkiye ile imzalanan birden fazla protokolda yer almıştı. “Kamu-özel işbirliği modeliyle hizmet kalitesinin artırılması” ifadesiyle. Ama yapılmadı, yapılmak istenmedi.
Belki de bundan yirmi yıl önce, Rahmi Koç -malum Deniz-Temiz Derneği’nin Kurucu Başkanı’dır- Türkiye’de marina işletmeciliğine girdiğinde, Girne Limanı’nın işletmesine de talip olmuştu. Türkiye’de yarattıkları mucizeler ortadayken, biz vermedik. Ölürse ölür, kalırsa bizimdir hesabı. Üstelik Rahmi Koç, limanın deniz dibini de temizlemeye talipti. Yazık ettik. Sadece fiziki olarak değil, manevi olarak da. Artık turistlerin gittiği bir lokasyon değil. Tur şirketleri bile programlarına koymaktan vazgeçtiler.
Bin yılların yapamadığını yaptık. Çöle çevirdik…
Artık liman yok, orası bir koruma alanı değil, orası sanayi bölgesinden beter, herşeyiyle kalitesiz bir ticarethane…
Başta dediğim gibi, üstündeki çamuru atıverin, o yine parlar. Ama bir şartla, imara dokunmayacaksınız. Mimariye ellemeyeceksiniz. Şimdilerde ufaktan başlayan bozulmalar korkutuyor. Eğer hiç olmazsa mimari dokusunu korur, o dünya literatürüne giren muhteşem görüntüyü koruyabilirsek, geri gelecektir.
Şair beni bu havalar mahvetti der ya, bizi de bu düzeysiz, sorumsuz, çıkarcı, rantçı siyaset mahvettti.
İşte size en bariz üç örnek, KTHY, Girne, Liman…
Var mı başka izah tarzı?