Sabah güneşi yüzüme vurdu.
Küçücük pencerenin kirli camlarını siliyordu.
Beni uyandırmaya çalışıyordu. Ama; uyanamamıştım.
Belki de hayata uyanmak istemiyordum.
Unutmak istediğim o kadar çok acı varken bu küçük yüreğimde…
Tarih, 22 Nisan,
Sabah sabah tepemde, en küçük kardeşimin gür sesiyle uyandım…
“Abi yarın bayrama gidelim mi?”
“Bayram da elma şekeri yiyelim mi?”
Yarın 23 Nisan’dı. “Çocuk Bayramı”
Hiçbir şey diyemedim, Boğazım düğüm düğüm oldu.
Yiyecek bir lokma ekmeğimiz yokken, elma şekeri yiyebilmek hayal idi…
On dört yaşında dört kardeşin yükünü omuzlarında taşıyan bir çocuğum ben.
En küçüğü bu sene okula başlayacak. Ama belki de asla okula başlayamayacaktı.
Hep umut verici sözlerle onu okula bağlayıp oyalıyordum.
Diğer üç haylaz kardeşim her gün sokakta bir kavga çıkarır, üstleri başları perişan bir şekilde bu küçük kırık dökük eve gelirlerdi…
Üçü de yaramazlık peşindeydi.
Dört kardeş terk edilmiş bu evde yaşıyorduk. Aslında yaşamaya çalışıyorduk.
Yine çöplerden karıştırıp bulduğum ekmeği kardeşlerime bölmüş yemelerini seyrediyordum.
Bir an pencereden dışarıya baktım, Dört tane siyah takımlı adamlar ve bir kadın.
Bizim kırık dökük evimizde ne işleri olabilirdi ki…
Kapımız yok ki çalsınlar, direk girdiler odaya.
“Çocuklar bu ev de mi yaşıyorsunuz * “dedi siyah takım elbiseli adam
“Evet!” dedim “Bu ev de yaşıyoruz”
“Sizleri daha güzel bir eve götürmemizi ister misiniz?” diye ekledi arkadaki adam.
“Hayır, bize burası yetiyor” dedim.
“Ama kardeşlerin tirtir titriyor dedi.” Sizi zorunlu götürmemiz lazım”
“Hayır!!!” diyerek çığlık attım. Ve adam zorla çekiştirdi bizi.
Artık ayrılıyorduk; Dört kardeşim belki de ülkenin dört bir yerine savrulacaktı.
Ayrılacağımızı anladığım vakit, bir dakika izin istedim.
Kardeşlerimi alıp duvarın köşesine geçtim ve onlara: Ayrılıyoruz kardeşlerim, farklı farklı insanlara gidiyoruz.
Ama asla birbirimizi unutmamalıyız.
Bu yüzden on yıl sonra, her 22 Nisanda bu evde birleşelim, söz verelim.
Yaşlı gözlerle birbirimizden ayrıldık.
Aradan on yıl geçti…
Aylardan 22 Nisandı. Ve o gün verdiğim söz aklıma gelmişti.
Hazırlanıp hemen yola koyuldum.
Ben öğretmen olmuştum.
Koşar adımlarla, umutlarımızın kırık cam parçalarına dönüştüğü o eve gelmiştim.
Kimse yoktu… Büyük bir boşluğa düşmüş gibi hissettim.
İki saat bekledim… Gelen giden yoktu.
Unutmuşlardır diye düşündüm.
Birden istemsizce dizlerimin üzerine çöktüm…
Sonra omzumda üç elin sıcaklığını hissettim.
Arkamı dönüp baktığımda, üç genç gördüm…
Evet bunlar onlardı, yüzümde küçük bir tebessüm belirmişti.
“SİZ?” diyebildim sadece “SİZ?”
Ayrılırken son yaşlı gözleri geldi aklıma.
“Evet BİZİZ dediler kardeşlerin.
On yıl geçmesine rağmen, yine bulmuştuk birbirimizi…
Söz verdiğimiz gibi.
Kenetlendik… Sarıldık…Koklaştık…Ağlaştık
Yürekleri yüreğimde atıyordu…
Bu kırık dökük evi küçücük kalan bu yüreklerimiz ile sıcacık ısıtmıştık.
Çok mutluyduk…
En küçüğümüz atıldı;
Yüzünde hasret dolu muzip bir gülümseme ile,
“Abi yarın bayrama gidelim mi?”
“Bayram da elma şekeri yiyelim mi?”
…..
Boncuk boncuk yanaklarımdan yaşlar döküldü…
“Tabiki Aslanım!” dedim saçlarını okşayarak.
Ertesi gün;
Dört kardeş yan yana oturmuş,
Rengarenk giyinmiş çocukların gösterilerini seyrediyor bir yandan da elma şekerlerimizi yiyiyorduk.
Çocukluğumuza kalan borcumuzu ödüyorduk…