Sana Kaçarım Bilesin - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Pazar, Mayıs 19, 2024
Poli

Sana Kaçarım Bilesin

(Burçları yasemin yaprağına benzer)

 


Sessiz, sakin, gürültüsüzdü sokaklar her mevsimde, yazda, kışta, baharlarda.

Pencereler de panjurlar da, ahşap kapılar da hanaylar da sessizlik içindeydi.

Daha çok çocukların sesleri duyulurdu bir de sokak satıcılarının.

Ki kasabadan köyden gelen satıcılar vardı ellerinde sepetler hellim, zeytin, yağ, yumurta satmaktaydılar.

Satıcıların seslerini ayırt etmek mümkündü hangi ses kimin sesiydi bilinirdi…

Aşklar da sessiz yaşanırdı herkesin içinde bir yerde dibelik sessiz kimseler bilmeden sızlardı kalpler.

Ki “Biz seversek adam gibi severiz ölesiye” sözlerinin yazılmasına çok yıllar vardı…

Henüz sokak isimleri değiştirilmemiş hangi isim neyse oydu.

Henüz Kız Lisesi, Adnan Menderes Kız Lisesi olmamıştı demek dönem 1940’lı yılardı.

Ve Girne Caddesi’nde cumbalı köşklü binalar henüz yıkılmamıştı cadde adamakıllı kendi gibiydi hanaylarında el sallayan insanlar.

Yer yer köşklü evler uzanırdı karşılıklı birbirlerine ne güzeldiler.

İnsanlar köşklü evlerin arasından geçerdi boylu boyunca Girne Caddesi’nde.

Mulla Hasan’ın kahvehanesi yıkılmazdan önce tahta çardaklıydı.

Köyden kasabadan gelenler konaklardı o çardağın altında, sandalyeler caddeye taşardı, kimileri sekilerde.

Şimdiki beton binaların yerindeydi köşklü evler kimisinin duvarları sarı taştan kimisinin kerpiçten yani o cadde sağlı sollu berbat olmazdan önce…

Güneş yükseldiğinde cumbalı evlerin gölgeleri birleşirdi caddede güvercinler sevinç içinde.

Neleri görmüş bu yol bu meydan bir zamanlar sarayın önünde dut ağaçları varmış sıra sıra,

İdam sehpaları kurulmazdan önce bu ağaçta sallanırmış kelleler.

Dikdörtgen bir yapıya sahipti Lüzinyan Sarayı iki katlıydı ki Çil Osman’ın kanı da bir isyanda burada akıtılmıştı yanılmazsam 18 kişi ile birlikte.

Kıbrıs’la ilgili tarihçi Mariti de gelmişti bu meydana ve bugün ağlamaklı duran o sokak çeşmesinden avuçlarını açarak su içmişti çağ on sekizinci yüzyıldı.

Sarayönü’nden aşağıya doğru uzanan Girne Caddesi Lefkoşa’yı Lefkoşa yapan insanları yetiştirmişti.

Onların yüzlerine baktığınızda Lefkoşa’yı, Lefkoşa’ya baktığınızda onları görürdünüz.

Şimdi bütün o yüzler kayboldu tek tük kaldı ne çare.

Hangi yüz bakacak Lefkoşa’ya, Lefkoşa hangi yüze bakacak belli değil…

Kimi zaman aşk yoluydu kimi cenaze yolu.

Sevginin ve aşkın yoluydu kızlı erkekli insanlar birbirini izler gibi yürürlerdi o caddede kimi zaman arkalı önlü kimi zaman el ele.

Tabutlar yolu da denebilir ki cenaze yürüyüşleri o istikamette yapılırdı saygıya kalkardı herkes cumbalı evlerin önünde.

Bazan öfkenin ve isyanın caddesiydi ki her iki ucunda kavgalar kurulur mitingler yapılırdı köy ve kasabalardan gelenlerle birlikte, Lefkoşa’nın en renkli simalarından Ahmet Rasim en önde.

Bazan da arbedenin, kan ve gözyaşının yoluydu Girne Caddesi sis bombaları arasında İngiliz topuzuna karşı direnen vücutlar Kıbrıs’ın talihsiz hikayesini anlatırdı.

O efgalipto ağacı tanıktır bütün bu olup bitenlere…

Her esnafa adı ile seslenildiği yıllardı herkesin birbirini belleyip tanıdığı yıllar.

İşte o dönemdi henüz o evler yıkılmamıştı başlarını caddeye uzatır gibiydiler ya da ne bileyim her gelip geçene selam verir gibi sanki.

Böyle olmasına rağmen Lefkoşa’nın mahalleleri arasında yine de bir sınıf farkı vardı mesela Arabahmet mahallesi öteden beri daha varlıklı ailelerin yerleşim yeriydi.

Denildiğine göre, Girne Kapısı’nın çevresinde oturanlar daha yoksul kesimi oluştururlar ve bu bölgedeki evler daha ucuzmuş.

Haşmet Muzaffer Gürkan bir kitabında bunları bir yaşlıdan öğrendiğini aktarır.

Buna göre, varlıklı aileler dadıları ve hizmetçileri yaşlanınca bu bölgeden ucuz ev alarak onların buralarda yaşmalarına olanak sağlarlarmış.

Gürkan anısında “Bu mahallede doğup büyüdüğüm için bu eski Lefkoşa’lının anlattığına uygun yaşlı siyahi bir kadının tek başına küçük bir evde oturduğunu ve tanınmış bir ailenin yetişmiş kızlarının zaman zaman onun ziyaretine geldiklerini anımsarım” der.

Bu siyahi kadınlar gibi siyahi kesimler, muhtemelen zamanında adaya köle satışları çerçevesinde getirilen ailelerin devamı olsa gerek.

Aynı şekilde ben de küçüklüğümde Akkavuk mahallesinde siyahi bir kadının oturduğunu, evlerde hizmet verdiğini anımsarım.

Kim bilir kimlerin nesiydiler, hangi hikayenin devamıydı hayatları ve şimdi o insanlar nerede?

Ne Sarayönü’nde ne de Girne Kapısı’nda kurulan Bayramları bu yazıya konu etmiyoruz ne de İngiliz’in görkemli seremonilerini.

Diyeceğim,

O başları caddeye fırlayarak bakan evlere, yapılara kimler nasıl kıydı?

Her adımında, her köşesinde esnaf memur muhabbetleri yapılırdı.

Aynalı da yürüdü o caddeden Dr. Küçük de Çoronik de Horoz Ali de.

Derler ki Horoz Ali o cadde üzerindeki bir evde ölmüş mezarına kim bilir kimler sahip çıktı ya da bu mümkün olmadı geçip gitti zaman…

Bisikletliler gelip geçerdi işte bildiğiniz o Lefkoşa.

Dört bir köşesini esnaflar tutardı kimisi mahallebici, kimisi fıstıkçı fındıkçı, kimisi helvacı işte bildiğiniz o Lefkoşa.

Fesli insanlar da geçti tozlu yollarından, şapkalı insanlar da.

Atlı arabalar da nöbet tuttu köşelerinde motorlu araçlar da.

Victoria ve Kız Lisesi öğrencileri de kortej tuttu, Lefkoşa Türk Liseliler de o yollarda…

Yani bildiğiniz o Lefkoşa…

Bazan hayal kurar insan hani sen olsan falan ne yaparsın diyerekten gönlüm kaçarken o günlere.

Geri dönüşüm başlatmak mümkün derim kendi kendime Girne Caddesi’nden başlayarak teker teker aynı yapıları dikmek yerli yerine.

Sonra,

Ne bileyim,

Vazgeçerim,

Hayal kurma oğlum derim neylersin bu rezil alemde.

İyisi mi derim solmuş yırtık pırtık birkaç fotoğrafta gezinmek…

Her zor anımda,

Bir karanlık bastığında,

Ya da ne bileyim dipsiz bir yalnızlıkta,

Sana kaçarım bilesin,

Ki burçların yasemin yaprağına benzer…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar