Geçen hafta “köşemde” “Kıbrıs bir barış adasıdır” dedim ve eklediydim. Bu barışın mimarı Türkiye’dir.
Oysa Rum tarafına ve büyük olasılıkla AB’e göre “Kıbrıs’ta sağlanamayan Barışçı çözümden Türkiye sorumludur..”
Bu iddialarının kanıtını da “1974 Barış Harekâtına dayandırmaktadırlar!” Türkiye’nin adanın Kuzey’ini işgal edip, Rum ahalinin Güney’e göç etmek zorunda bırakılmasını da bu harekât sonucuna ispatı olarak çakmaktadırlar..
OYSA Kıbrıs Cumhuriyetinin yıkılmasının üzerinden 57 yıl yani yarım asrı aşkın süre geçti.. Rum ve Yunan tarafı 1974 öncesindeki “olayları” adeta “tarihten” sildiler..
Nitekim hem “Kanlı Noel Harekatını” hem 1974 de Makarios’a yönelik (Enosis’i gerçekleştirmeye matuf darbe harekâtını) geçmişin “kör noktası” haline getirdiler!. Görmüyor dolayısıyla bilmiyor bu nedenle lafını bile etmiyorlar!
BU nedenle Türk tarafı ne zaman Kıbrıs tarihinin bu kanlı ve Türklere yönelik İnsanlık dışı olaylarını anlatsa ne zaman Atlılar, Muratağa, Taşkent gibi tarihe “soykırım” olarak geçen kıyımları toplu mezarları hatırlatsa, başlarını bile önlerine eğmek gereğini duymadan, sorunu hep Türkiye’nin Kuzey’i işgal ettiğine bağlıyorlar! Hatta kendi içimizdeki bazı kişiler bile! Onu da aşağıda anlatayım:
*****
KIZILYÜREK NEREYE KOŞUYOR?
Ben haberi atlamış olacağım, bir arkadaşım anlattı: AB Parlamentosuna Akel’in adayı olarak Kuzey’deki taraftarlarının oylarıyla seçilen Niyazi Kızılyürek bir süre önce “neden Kıbrıs siyasi sorununun çözüme ulaşamadığının” siyasi analizini yaparken demiş ki “çünkü Türk tarafı milliyetçi argümanları ve milliyetçilik kısvesiyle davranıyor. (Yani Türklüğünü öne çıkarıyor.”)
Oysa ne olmalıymış? Sorunun çözümüne adadaki “Müslüman halk” olarak yaklaşmalıymış! O zaman (her halde faşizan bir siyasi tutum olarak gördüğünden olmalı) “Türklük” dolayısıyla “Türkiye” faktörleri yerine “Müslüman azınlık” kabul görecek, çözüm de Kıbrıslı Hristiyanlarla Kıbrıs’taki Müslümanlar arasında gerçekleşecek!
Kİ hatırladım. İngiliz valileri de adadaki iki halkı “Müslüman ve Hristiyan” olarak nitelendirirlerdi.. İngilizin derdi de olmaya ki “Türkler ve Rumlar” vurgulamalı, ayni zamanda bayrakları ve anavatanlarıyla kaim iki toplum, ait oldukları ırksallıklarını öne çıkarırlardı!..
Nitekim yıllarca camilerimize Türk bayrağı asamadıktı..
İngiliz Vali’si de yanında her zaman sembolik anlamda “adamı” denilen bir karışlık boyuyla Osmanlı yeniçerisi gibi giydirilmiş bir “cüce” gezdirirdi! Aslında o cüce kendine “Türk” diyen azınlığın “ırksal gururunu” kırmaya matuf bir şaklabandı!
GELELİM Kızılyürek’e: “Kıbrıs Helendir Helen kalacaktır” diyerek hâlâ Enosis peşinde koşan Rum tarafı, evet Ortodoks Hristiyanları olarak kiliselerinden tekmillidirler ama bugüne kadar masaya (Makarios hariç o da kıyafeti nedeniyle) hiç mi hiç “haç”la gelmediler!) Rum halkı olarak Kıbrıs’ın sahibi iddialarında katıldılar müzakerelere…
…PEKİ Türk tarafı neden ırkçı kimliğinden soyunup silkinip “Müslüman azınlık” olarak kalsın?
Bir Hıristiyan kulübü olan AB’nin Kıbrıs’ı temsil eden Parlamenteri Kızılyürek’in ta İngiliz sömürge dönemi siyasetlerine sığınması, “Türk” yerine “Müslüman” lafının ikame edilmesini istemesi bana çok enteresan bir “planın” sadece Türk tarafına yönelik oyunu olarak gözüküyor. Ki filmin sonu Rum tarafının tüm adayı yutup Yunanistan’a hediye etmesidir!
*****
KISACA TAKILDIĞIM: “İFTİHARIMIZ” DEDİĞİMİZ DAÜ!” Akademik kariyer sahibi insanlarımızı “günlük olayların” içine çekerek eleştirmeye çalışmak, hele toplumsal hizipleşmelere katıp “sıradanlaştırmayı,” hiç olağan karşılamadım.
Fakat Tutun ki DAÜ’nün kurucusu olan “Özay Oral’dan beridir de zaman zaman işte o kariyer sahibi öğretim görevlilerinin, Rektörlerin çekiştirmelerinin de tarafı oldum!
Kİ itiraf edeyim: Samimiyetlerine inandığım için abartılı övgülerimle Köşemden hiç düşürmediklerim de oldu.. “Rektör ve Rektör adayları arasında süregelen tartışmalarda (haksızca) taraf tuttuklarım da oldu!
FAKAT DAÜ’nün KKTC’nin medarı iftiharı olduğunu söylediğimin üzerinden artık uzun yıllar geçti! Ve DAÜ artık uzaklardan seyrettiğimce bir tahta kurdu gibi kendini içten içe kemirip oymaktadır.. Ki hemen yazayım.
“ARTIK DAÜ sadece bir Yüksek Öğrenim Kurumu değildir! Şöyle ki önce öğrencileriyle “ekonomik yönden Mağusa esnafına, inşaat sektörüne ucuz ve kaçak işçilik olarak hizmet verendir de!..
ARTIK DAÜ’deki bazı öğrenciler illegal ve kriminal olaylara şu veya bu şekilde katkıda bulunanlardır!
ARTIK DAÜ “en çok öğrenci sayısına sahiplik yarışı” nedeniyle ve tabi “harçlarını söğüşleme operasyonunda” lise düzeyinde bile olmayan 3. Ülke öğrencilerini kaydedip hocalarını bile lise düzeyinde ders vermeye mecbur bırakan sıradan bir üniversitedir.
ARTIK bu ”medarı iftiharımız” dediğimiz, YÖK ile sürgit sorunlar yaşayan DAÜ, bir huzursuz üniversitedir ki her yıl yeni Milletvekili seçimleriyle “Vakıf Yönetim Kurulu” giderken, yerine yeni hükümetin “Kurulu” gelmektedir! Ve her gelen gideni aratırken olanlar “kesintisiz süreçlerde istikrar arayan DAÜ’nün “yönetimine” olmaktadır..
Hepsi ve kısaca “keyfiyet budur!TUTUN ki teamül haline gelmişliğiyle kendisi de “bir öncesi rektörü tepeleyerek” Rektör olan Necdet Osam da bu dönme dolabın bir parçası olarak gelmiştir ve “öteki rektörler” gibi geçtiğimiz hafta “lüzumsuz nedenler” nedeniyle ayrılmak zorunda bırakıldığından görevinden istifa etmiştir!