BM’lerce de kabul edildiğince etnik halkların, kendi kaderlerini tayin etme haklarının olduğunu, bizatihi yarım asırdır kamburumuzda taşıdığımız siyasi sorunumuzdan dolayı çok iyi biliyoruz.
Bu nedenle geçtiğimiz hafta BRT’de görüşlerini açıklarken medya mensuplarının da sorularını cevaplandıran Sn. Akıncı’nın, siyasi sorunun çözümüyle ilgili “son sözün Kıbrıs’ın Türk ve Rum halklarına ait olduğunu” söylemesini “tabi ki öyle olmalıdır” düşüncemin mihenk taşına vurup değerlendirdimdi. Şöyle ki zaten 2014’de referanduma giden Annan Planıyla bu hakkımızı kullanarak “federasyondan” yana “evet” dedikti.
Ancak Rum tarafı da kendine tanınan “self determinasyon hakkını” kullanarak “hayır” diyerek bir kez daha çözüm fırsatını ötelediydi.
TABİ ki şimdilerde Sn. Akıncı’nın çözüm konusunda esas söz sahibinin adadaki iki halk olduğunu hatırlatan vurgulamasının bir nedeni de “Cumhurbaşkanı” makamı olarak Ankara ile olagelen ilişkilerinde yaşanan bazı pürüzlü sorunların olduğu biliniyor..
Ve pek tabi olarak artık, Kıbrıs’ın; Annan Planı dönemlerinin siyasi ve ekonomik koşullarının çok ötesinde, “uluslar arası siyasi, askeri ve ekonomik sorun” haline geldiğini de biliyor..
Ki şimdilerde bile Fransa’nın Güney’e uçak gemisini gönderdiği.. Güney’in Amerika’ya bölgesinde üs verdiği… Hidrokarbon yataklarını dünyanın ünlü petrol ve gaz şirketlerinin araştırmalarına bağladığı… Sürekli uluslar arası ittifaklar yaptığı… AB’i kendinden yana politikalarının savunucusu durumuna getirdiğini…
BU gelişmeleri çok daha yakından takip eden Sn. Akıncı elbette ki bir Cumhurbaşkanı olarak bizden çok daha iyi bilecek, daha iyi değerlendirecek bir siyasi konumdadır..
FAKAT Güney’deki bu siyasi ve ekonomik gelişmelere karşın, Sn. Akıncı’nın KKTC’nin tek dayandığı güç olan Türkiye’yi de kapsamına sokarak, çözüm konusunda “son sözün Kıbrıs Türk halkına ait olduğunu söylemesi” belki “halkların kendi kaderlerini tayin hakkında” bir hoş seda olarak yankılanır ama… Artık istense de ne KKTC Türkiyesiz olabilir ne de Türkiye olası bir çözümün dışında bırakılabilir..
YANİ 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinde, Annan planında, Grans Montana’da olduğu gibi o “son sözün” içinde Türkiye’nin etkin ve fiili garantisini de içeren imzası varken, bundan sonra da mutlaka olacaktır.. Zaten bölgedeki siyasi gelişmeler de çoktan bu gerçeği zorunlu hale getirmiştir..
*****
DEVLET-ÖZEL SEKTÖR DERKEN İŞTE ELEKTRİKLİ ARABA!
Acun Ilıcalı, “Fenarbahçe-Galatasaray maçını yöneten hakeme yönelik, “aslında bu maç hakeme bir gömlek büyüktü” diyerek yaptıydı eleştirisini, okurken aklıma şu geldi:
1983’de rahmetlik Denktaş’ın ilan ettiği KKTC aslında bize (bir gömlek değil) iki üç palto büyük geldiydi!”
Ki aradan 37 yıl geçmesine karşın halâ devlet ricali olarak “neyi niçin nasıl” yapmamız gerektiğinin arayışlarını sürdürüyoruz..
BİLİNMEYEN değil ama aslında KKTC, “sosyoekonomik mülâhazalarla” değil, Rum tarafıyla bitmeyen mücadelede “siyasi eşitlik” arayışları nedeniyle oluşturulduydu..
Hâlâ da KKTC o “siyasi fonksiyonunu” aşıp “sosyoekonomik” büyüklüğe hiç ulaşamadı!
FAKAT ayni KKTC’nin sağladığı olanaklar içinde “eğri gemi doğru sefer” de olsa Devletin de üzerine çıkan “ekonomik beceri ve yatırımlarıyla” bir “özel sektör” oluşturuldu ki… Çok kısaca gün geldi “Suat Hoca’nın elektrikli araba yapmasına kadar vardı.”
TUTUN ki Türkiye’ye nazire; “işte biz de hem de bu imkânlarımızla büyük sanayinin şah damarında atan araba üretimini gerçekleştirecek kadar ekonomik dinamizme, bilgi ve beceriye sahibiz” dedirtecek iddiada..
TABİ ki KKTC bırakın ağır sanayiyi, “hafifinin” bile henüz doğru dürüst sahibi değildir ama “araba değil mi araba, onu bile yapabiliriz” iddiasını çakacak kadar da beceri sahibi bir özel sektöre sahiptir..
Kİ ne diyoruz yıllardır? “Bırakın artık, silkeleyip atın şu devletin kamburundaki Kurumları!”
“Devlet fabrikacılık, bakkalcılık, otelcilik, telefonculuk, elektrikçilik yapacak değil..” Bırakın onları “erbabı olan özel şirketler yapsın.” Devlete de “denetleme, yönlendirme, planlama, programlama teşvik etme” gibi “asıl olan devlet işleri kalsın!”
37 yıldır bu konuda bir karara varamadık ama. TC ile Mali ve Ekonomik Protokoller yapmamıza karşın “uygulamalardan hep kaçtık, savsakladık!
SONUÇ ortadadır! Devletin elinde ne var ne yoksa hepsi de dökülüyor, bizzat devletin utancı oluyor! İşte Mağusa Limanı, Serbest Liman! İşte sürgit sorunlarıyla baş ağrıtan AKSA sorunlu Kıb-Tek!.. Artık ne kadar “verimlidir” bilinmeyen Telekomünikasyon.. Lefkoşa’dan Mağusa’ya bir ayda ulaştırdığı mektuplarıyla “Posta servisleri!”
İŞTE 37 yılda bir yandan Kooperatifçiliği yok esamesine düşürürken, ötede çoktan beridir “Hayvancılıktan tarıma” kadar ancak devletin teşvikleriyle ayakta durabilen sektörler ve yarattıkları külfet!.
İŞTE bu işlevsiz, kendi kahrını bile çekemeyen Devlet gerçeğinde bir bakıyorsunuz ki Yakın Doğu Üniversitesinde on yıllık bir çalışmanın ürünü olan Günsel markalı, emeğin ve teknolojinin sonucunda yaratılan, elektrikle çalışan araç üretilmiş. Kısaca KKTC damgalı “araçlarımız.” Üstelik iddialı da. 2025 yılına kadar 20 bin araç üretimi hedefleniyormuş..
…TABİ ki artık KKTC “kendi potansiyeli ile oluşup büyüyen ve otomobil yapacak kadar gelişmiş bir özel sektöre sahiptir” demek için belki erkendir ama şunu anlamamız gerekir.
Yıllarca bu ülkede “Özel Sektör” düşmanlığı yapıldı! (Ben de onlardan biriydim.) Devlet vergisini alamadığı için özel sektöre (hâlâ) vergi kaçırıyor suçlaması yapıldı hâlâ yapılıyor! Ayni Devletin denetimsizliklerinden kaynaklı oluşan sorunlar nedeniyle de Özel sektöre türlü çeşitli karalar çalındı! Ankara ile imzalanan Ekonomik protokoller bile “Özele” yönelik antipatik arızalı “tutumlar” nedeniyle uygulanmadı!
Tüm bunlara karşın eğer bugün Yakın Doğu Üniversitesi otomobil bile üretebilmişse KKTC için büyük başarı olmalıdır..