Sus da rezil olduk: Kültürel Mahremiyet ve Utanç - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Poli

Sus da rezil olduk: Kültürel Mahremiyet ve Utanç

Geçtiğimiz Perşembe “Spotlight” adında bir filmi seyretme fırsatım oldu. Filim, bir kültürel gurubun -ki Boston’daki Katolik kilisesiydi- kendi iç dengesini ve huzurunu korumak, dışa malzeme vermemek veya topluluğu dıştan gelecek “müdahalelerden” “koruma” adına cemaat içeresinde vuku bulan bazı kötü olayları bir çeşit “kültürel mahremiyet” kodlarını kullanarak, örtbas ettiklerini anlatır. Filmde, Bazı pedofilyak papazların, çocuklara yaptıkları tacizlerin, Katolik kilisesi zarar görmesin diye, cemaat üyeleri ve elitleri tarafından nasıl hasır altı edildiğini ortaya çıkaran bir gazeteci ekibinin, bir çeşit sessiz cemaat direnişiyle giriştikleri mücadeleler anlatılır. Film boyunca sıradan insanların -önceden anlaşmış olmamalarına rağmen- benzeri savunmalar yaptıkları, sessiz kaldıkları, hatta umursamaz bir tavır takındıkları gösterilir.  Bu tip tavırlarla dışa karşı “içerisini” temiz gösterme çabasının, sonuç olarak “içeriyi” de kirlettiği çok vurucu bir şekilde betimlenmektedir filmde. Dışa malzeme vermeme adına konuları tartışmaya açamama, içerideki devam eden “utanç” verici tavırların artarak devam etmesine neden olmuştur. Her çıkan skandalı sanki çok olağan dışı bir şeymiş gibi göstermeye çalışan Katolik kilisesinin, “bir kaç çürük elma” söylemi, binlerce papazın bu tür tacizlerde bulunduğunun ortaya çıkmasıyla, çökecekti.

‘Kültürel mahremiyet’, özet olarak,  bir toplulukta veya cemaatte yer alanlar için dışarısı ile içerisinin arasındaki sınırı çizen, içeridekilerde “ortak bir deneyim ve aşinalık hissiyatı yaratan çeşit çeşit utanç, alışkanlık, onur, hikâye ve tesirlerden oluşur” (Üstündağ, 2012). Antropolog Michael Herzfeld, kültürel mahremiyeti, “dışarıda utanç kaynağı olan ama yine de içeridekilere ortak sosyallik güvencesi veren yönlerin saptanması” için kullanıldığını iddia eder (2005; 3). Herzfeld ayrıca “kültürel mahremiyetin” inşası sırasında kullanılan “utancın” en önemli duygu siyasetlerinden biri olduğunu da yazar (2005: 6). Bu tip mahremiyetler genellikle gurup içi iktidarların aygıtı olarak da kullanılır. Örneğin dışa “rezil” olmamak, “utanç” yaşamamak için “kol kırıl yen içinde kalır” tarzı savunma mekanizmaları geliştirerek, grubun “kültürel mahremiyetine” zarar görmesin diye bazı konular hep görülmezden ve duyulmazdan gelinir ve böylece bu tip direnişi ayakta tutacak, yani mahremiyet duvarlarını savunacak, bazı “güçlü” “şövalyeler” topluluk  içi iktidarı ele geçirir.


spotlight

Kültürel mahremiyet ulusların inşası için eskiden beri çok kullanılırdı. Halil Berktay (2009: 54) “kültürel mahremiyetin” bazen uluslar için, “ulusal belleğin altında saklı duran asıl sosyal bellek” olarak da tanımlanabileceğini söyler. Bu tür mahremiyetlerin içerisinde “soykırım inkarı,” “fonksiyonel ırkçılık,” “ayırımcılık,” gibi davranışlar da yer alabilir. Ulusların haricinde daha küçük cemaatlerden tutun da meslek guruplarına kadar birçok kolektif veya topluluk bu tür “kültürel mahremiyet” kodlarını kullanarak, farklı farklı inkar siyasetleri yapabilirler. “Parti rezil olmasın,” “mesleği rezil etmeme” adına mesleki hatalar saklanılır, eleştiriler bastırılır. “Utanç” verici faaliyetler göz ardı edilir. Hatta inkar edilir. Eğer bir hata gösterilirse, İşaret parmağı hep başka gurupları suçlu ve sorumlu olarak gösterir. Tartışma anlarında “partinin bekası” “mesleğin mahremi” en önemli olguya dönüşür.

Bu tip Şövalyeler ayrıca “dıştakilerin” müdahalesini ve “kral çıplaktır” demelerini engellemek için, devamlı surette toz duman yaratarak, tartışma ortamlarını berhava etmeye çalışırlar. Konular hep ertelenir çünkü her zaman daha önemli başka konulara yoğunlaşmak lazımdır. Mesela Kıbrıs’ta hiç bir zaman günlük hayatla ilgili meseleler tartışılamaz, bu tip meseleleri anında örtecek koskocaman bir “Kıbrıs sorunu,” “işgal,” “kolonizasyon gibi kavramlar vardır. Mahremiyet şövalyeleri kendi küçük çıkar çevrelerini korumak için bazen süredurumun değişmesinin önündeki en büyük engelleri oluştururlar.

Eskiden, yani Osmanlı döneminde esnafların  lonca sisteminde mahremiyet çok önemliydi, fakat oradaki hiyerarşik yapı daha belirgin olduğundan ve şimdiki kapitalist rekabetçi zihniyetin olmamasından dolayı, mesleğe veya topluluğa “utanç” yaşatan kişiler, lonca tarafından, kendi disiplin aygıtları kullanılarak cezalandırılarak “içerisi” “temiz” tutulmaya çalışırdı. Loncaya kabul gibi lonca içerisinde kalmanın da önemli koşulları vardı. En ufak bir yanlış, lonca şeyhleri tarafında tespit edildiği anda önlemler alınırdı. Kapitalist değerlerin yükselmesiyle, yavaş yavaş esnaf loncalarının da dönüştüğünü ve yıprandığını gözlemleriz. 19. Yüzyıl ortalarında değişen dünyaya ve rekabete karşı daha korumacı bir biçime bürünen bu loncaların mahremiyet duvarları artık meritokratik işlev yerine her geçen gün biraz daha bağımsız hareket eden üyeleri içerde tutmaya veya dışarısıyla rekabet edebilme önceliğine geçerek, yavaş yavaş içten içe çürüyeceklerdi. Bu süreçte hata yapanlar rekabet adına korunmaya çalışılacak ve lonca sisteminin tüm dengeleri altüst olacaktı.

Günümüz ada yarısına da baktığımızda bazı meslek kuruluşlarının, belli dönemlerde kazandıkları “haksızlıkları” koruma adına yüksek mahremiyet duvarlarının arkasına sığındıklarını ve “içeriyi” koruma adına birçok yanlışa göz yumduklarını görürüz. Herhangi bir eleştiriyi mahremiyete müdahale olarak gören bu tip anlayış, kendilerini, kendilerinden başka kimsenin anlamayacağı iddiasıyla her türlü eleştiriye kapılarını kapamakta ve eleştiri yapanları, hemen “saldırgan” veya “düşman” ilan ederek, mahremiyetlerine tecavüz edildiği hezeyanı yaratarak bir çeşit “savunmacı” pozisyonlar yaratmaktadırlar.

Savaş sonrası kurulan “dağıtım” sistemi içerisinde, ilk önce Kıbrıslı Rumların geride bıraktığı taşınmaz mallar paylaştırılmış, daha sonra ise yeni devlet kurulurken, bazı meslekler kollanılarak, “sosyal adalet” adı altında, bazı hallerde yarı “lümpen” beyaz yakalı bir proletarya yaratılmıştı. Savaş sonrası toplumlar, genellikle rehabilitasyon siyasetleri üzerinden siyasetlerini kurgularlar. Bu süreçte yoğun bir “mağdur” söylemi siyasetleri domine eder. Her kes kendini bir çeşit mağdur olarak görür ve rehabilitasyon amaçlı yardımlardan yararlanmak ister, tabii bu zamanla bir çeşit “mağdurluk” rantına dönüşür. Yeni devlet kurulurken, bazı alışkanlıklar yasalara ters düşse bile alışkanlık haline getirtilerek, “yahu boş verin” mantalitesiyle veya siyasi amaçlar için kazanılmış “haksızlıklara” dönüşürler. Yani bir çeşit “suç işleme” hakkı kazanılır. Örneğin bazı  doktorların yasada çalışma süresi günde 6-7 saat olmasına rağmen hastaneye günde sadece üç-dört saat gitmeyi bir meşru hak olarak görmeleri gibi. Yine bazı doktorların, devlet hastanesinin kliniklerinde biriken kalabalıkları kendi özel kliniklerine yönlendirerek para karşılığı tedavi etmeleri gibi.

Zamanla bu tür icraatlar büyük ticari kazançları da getirdiği için iyice sağlamlaştırılır ve mesleği icra edenlerin “olmazsa olmazına “ dönüşürler. Öte yandan bu tür kazanılmış “haksızlıklar” bir türlü legalite kazanamayacağı için hep bir meşruiyet krizi içerisinde olurlar. Bunun için bu tür meslek guruplarının “mahremiyet şövalyeleri” statülerini korumak için farklı taktiklere başvururlar.

Örneğin, devamlı kollektif bir tehdit altında oldukları hissini vererek, tüm üyeleri safta tutmak için, yaşanan meslek içi rezaletler büyük oranda hasır altı edilir ve devamlı olarak mesleğe yönelik “tehdit” odaklarına yoğunlaşılır. Ayrıca, kendi durumlarını daima daha büyük bir meselenin arkasına ilişkilendirerek değişim taleplerine devamlı erteleme talep edilir: “Yahu uğraşmayın bizimle, siz hükümete bakın,” “sorun sistem, biz değil”, “Kıbrıs sorunu çözülmeden olmaz,” gibi söylem veya sloganlarla, meslekle veya mesleki icraatlar ile ilgili her türlü eleştiri savuşturulmaya çalışılır. Bu süreçte, “içerisiyle” ilgili dışarı sızan her tür bilgi de yukarda da anlattığım gibi toz duman altında boğdurulur. Bu da tabii ki, eleştirisiz bir ortam yaratır ve “içerinin” her geçen gün biraz daha çürümesine neden olur. Bu tür “utanç” siyaseti mesleki skandalları saklamak, bastırmak, bazen normalleştirerek veya önemsizleştirmek için sıkça kullanılır. “Yahu üç beş çürük elmayı tüm meslek gurubuna mal etmeyin.”

Fakat utanmanın dengesi hassastır, çünkü bazen iktidarı yeniden üretmek veya “içerdeki” iktidarı ayakta tutmak için kullanılırken, içeridekilerin bazılarının bu “utancı” içeriye karşı da duymaya başlayabileceğini görürüz. Yani bu tip utanç duyguları içteki iktidarın oluşturduğu kültürel mahrem dengesinin şaşmasıyla, “içteki” iktidara karşı kurulacak bir direncin zeminini oluşturabilir. “İçeride” olanlara karşı da utanç duymak, bir yönüyle tanıklık etmenin getirdiği pasif bir suçluluk duygusundan da kaynaklanabilir. Mesleki mahremiyet meslek üyelerinin yaptığı vukuatları görmemeyi getirmemesi lazımdır. Oto sansürün bir an evvel kırılması lazımdır. Başka bir deyişle “zulme rıza, zulümdür” (Bedir, 2012). Yapılan zulümle olan ortaklığı bitirmek için galiba biraz “utanmak” lazımdır. Unutmayalım Marx, “utanç, devrimci bir duygudur” der(Sartre: 2011: 4).

Kaynakça:

Ali Bedir, (2012), “Suskunluk, Siyaset ve İslami Duruş Üzerine”,

 Agos şapgir, https://www.agos.com.tr/haber.php?seo=suskunluk-siyaset-ve-islami-durus-uzerine&haberid=3854

Derviş Aydın Akkoç (2012), “Ölüm, Utanç ya da Bir Katliamın İzleri: Roboski”,

Birikim, https://www.birikimdergisi.com/birikim/makale.aspx?mid=899, Son Erişim: 27 Aralık 2012

Jean Paul Sartre, (2011), “1961 Tarihli Baskıya Önsöz”, Frantz Fanon

Yeryüzünün Lanetlileri, İstanbul: Versus Kitap Yayınları

Halil Berktay (2009), “Nâzım, İttihatçılar, Ermeniler”,Weimar Türkiyesi, İstanbul: Kitap Yayınevi

Michael Herzfeld (2005), Cultural Intimacy: Social Poetics in the Nation-State, New York: Routledge

Nazan Üstündağ (2012), “Ahmet Kaya ve Kültürel Mahremiyet Olarak Devrimci Yas”,Tükenmez, Eylül 2012, https://www.ahmetkaya.com/HaberAyrinti.aspx?id=1010,

[newsbox style=”nb3″ title=”POLİ 290″ display=”tag” tag=”290″ number_of_posts=”8″ sub_categories=”no” show_more=”no” post_type=”post”]

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar