Dillerinden düşmüyor! “Bizim için en önemli sorun çözümü sağlamaktır!” “Eğer Türkiye anlayış gösterirse çözüm kesinlikle gerçekleşir!..”
Rum tarafından sık sık buna benzer “çözüm temennileri” işitilir. Hemen tüm Rum liderleri sabah yataktan kalktılar mı “kalimera” yerine “çözüm” derler birbirlerine!
Bu “çözüm” aşkını tabi ki anlıyoruz da hikmetinden sual edilmez, bu nedenle soralım:
A “gumbare” bu kadar çok çözüm istiyordunuz da neden kırk üç yıldır ne zaman müzakereler başlasa “çözüm olması için değil, olmaması için mücadele ettiniz?”
Elinize Annan planıyla müthiş fırsat geçtiydi. Evet deseydiniz şimdi Kıbrıs’ın ağası paşası olurdunuz! “Hayır” dediniz!
Son görüşmeler belki referanduma gitmedi ama çok daha güçlü bir liderler mutabakatı ile kabul gördü, son anda cırladınız, “böyle çözüm olmaz” dediniz!
Şimdi de her aklınıza geldiğinde “hedefimiz çözümdür” diyorsunuz. Sanki bizim hedefimiz çözüm değilmiş gibi!
BİR süre önce Rum sözcü Hristodulidis de sanki “başkanlık seçimlerinden bile daha önemliymiş” gibi bakın ne dedi: “İlgilendiğimiz tek şey Kıbrıs sorununun çözümüdür!”
İnanacak olanın basuru çıksın! Biliyoruz ki Rum tarafında da bizdeki seçim kampanyaları sırasında da olageldiğince tartışılan, ekonomik durumdur. Arada siyasi soruna da değiniliyor ama kimin seçilip kimin sandıkta kalacağının can pazarında elbette hiçbir aday “çözüm” nutukları atarak seçim kazanmaz!
BUNA karşın köşe başlarını tutan üst kademe hükümet yetkilileri “çözüm de çözüm” demeye devam ediyorlar. Neden?
Çünkü bu seçim süreci içinde yemedikleri halt kalmadı! Mesela Doğu Akdeniz’de gitgide dikilip genişleyen ve sonunda Kıbrıs’ın denizlerdeki sınırlarını belirlemeye kadar varan tek yanlı girişimlerini, “çözüm isteriz” kamuflajına sarıp AB ile BM’leri yanıltıp hem haklılık sağlamaya hem de arkalarını sağlama almaya çalışıyorlar!
ÖTE yandan: Artık bizim de anlamamız gerekir. Rum’un siyasi inisiyatifi içinde bir çözüme varmak mümkün değildir. Çünkü adamlar “çözümü” değil, hâlâ temsilcisi olduklarını iddia ettikleri ve AB ile BM’lerce de öyle kabul gördükleri için kendilerini 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinin adadaki tek sahibi olarak görüyorlar, politikalarını da yıllardır bu iddialarıyla sürdürüyorlar.
Bu büyük siyasi sahtekârlığı bir şekilde kırmak gerekir. Nasıl mı? Kafalarına zorla sokmalıyız: “Müzakereleri işgal edilen Kuzeyle (!) değil, Kuzey’deki Türk Devleti ile sürdürdüklerini..”
**********
HÜKÜMET KURMA ÜZERİNE GÜZELLEMEMİZDİR!
Medyamız sürekli uyarıyor. Hatta felâket tellallığı yapmak zorunda kalmış, erkeb zamanda hükümet kurulmazsa 2018’de KKTC halkını çok kötü günlerin beklediği haberlerini veriyor! Artık bu tip yorumlar “köşelerden” manşetlere taşınıyor!
Fakat sandıktan çıkan mazbatalarını yeni almış vekillerimize bakıyoruz, onlar için 2018 medyamızın iddia ettiği gibi felâket yılı değil! Ne de kurtarılması gereken “vatan millet, KKTC’dir!”
Ya nedir? halkı da yanlarına alarak UBP’i yerle yeksan edecek mahkeme kapılarını açarken en kısa sürede yeniden erken seçime gitmek!
Gerçekte siyasi partilerimizin hesapları nedir, olası bir erken seçimde eğer değişmeyecekse, bu seçim sistemi ile neyi nasıl değiştirip nasıl hükümet kurabilecek sonuç alacaklarını da anlamak mümkün değil!
OYSA daha iki önce 3. Cumhurbaşkanı Eroğlu “çareler tükenmez” babında, siyasi partiler arasında ikili, üçlü, dörtlü koalisyonlar hükümeti kurulabilineceğinin formüllerini bircik bircik sıralarken, kendi kendime “tecrübe konuşuyor” dediydim.
YOK! Zaten herkeslerin bu hesapları bir ayak üstüne yapıp koalisyon hükümeti kurma üzerine görüşlerini söyleyebileceği bir ortamda çok olağan önerilerde bulunduğu için değil!
Eroğlu’nun “eğer isterseniz dört çeşit hükümet bile kurabilirsiniz” hatırlatmasını yapmasından dolayı bir, bazılarının “hemen erken seçime gidilmelidir” dediğine karşın “demediği” için iki!
Sonuçta “istikrarı” gözeten bir tecrübeli siyasetçinin sağduyusu konuşuyor!
Nitekim dün Başaran Düzgün de “siyasi maskaralık zamanı değil” diyordu.
Doğrudur: Böylesi zor günleri aşma, düze çıkma zamanıdır.
Ne var ki bunun için böylesi kaotik dönemlerde “çözümsüzlükten” dolayı hâlâ bir seferberlik toplumu esamesinde olduğumuzu da unutmamak gerekirdi.. Çünkü bize asıl gerekli olan siyasi seçim maskaralıklarıyla zaman öldürüp birbirimizi didiklemek değildir. Zaten buna ne siyasi ne sosyoekonomik varlığımız müsait değil. Bakın meclisten geçmesi gereken bütçenin makası gitgide kapanıyor.. Hükümet kurulmazsa bırakın bir erken seçim yapacak mali olanağı, maaşlar bile ödenemeyecektir!
Peki ama halk sizi bu felaketi yaratmak için mi seçip sandıktan çıkardı! Hükümet kurmayı beceremeyecek kadar basiretsiz olmanız da cabası! Kaldı ki olayın bir de etik yönü vardır her zaman. Şöyle ki:
Şuradan buradan alıntı yapmayı pek sevmem ama bakın Kant için nasıl bir “ahlâki kanun” vardır. Der ki “öylesine hareket et ki senin hareketlerin kanunu, ayni zamanda diğer insanların hareketleri için de bir kanun ve prensip olsun…)
Oysa çok iyi biliniyor: İnsan ihtirasının sınırı yoktur! Hele politika arenasına çıkanların! Seçimlerde ayni parti adaylarının birbirlerini tepelemeleri, birbirlerinin önüne geçmek için nasıl Roma arenalarındaki gladiyatörler gibi savaştıklarını bilmiyor muyuz? “Eh canım siyasetin cilvesidir olur” diyorsanız ki olurken ahlâk dışı ne kombinalar çevrilir biliyoruz; Gene de hadi kabul diyelim.
Diyelim de bari seçimler bittikten sonra devam etmeyelim ayni oyunlara! Çünkü halk sizden hükümet bekliyor! Savaş değil!