Ülkelerin bloklaşarak ortak çıkarları içinde yeni ittifaklar oluşturdukları bir dönemde Yunanistan ile Güney Rum Yönetimini kaygı ile izliyoruz.
Çünkü “anavatan-yavruvatan” yada “Helenizm” ırkçılığı ile iş ve güç birliği içinde kendilerine özgü bir blok oluştururlarken, karşıt düşman cephesini de “Türkiye” olarak belirledirler!. Üstelik şöyle böyle değil; tarihi süreci içinde ezeli ve ebedi düşman nitelemesiyle!
NEDENLER biliniyor: Biri Kıbrıs sorunu diğeri 2 binli yıllardan sonra sahiplendikleri Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgeleri ve doğal gaz yatakları!
Rum-Yunan ikilisi bu iki nedene dayanarak bir yandan Kıbrıs’ta çoğunluk egemenliği gözlerken, diğer yandan da Doğu Akdeniz’deki hidrokarbon yataklarına tek başlarına sahip çıkmak istemektedir..
PEKİ ama KKTC ile TC de bloklaşıp adada ayrı bir ittifak oluştururlarken; Rum-Yunan ikilisine karşı hiç mi sürdürecekleri bir davaları yoktur?
Mesela Rum tarafının Kıbrıs Cumhuriyetinin “tek tanınmış devlet oluşu” iddiasına karşın eğer ortada bir yeni çözüm yoksa, bizim de bu Cumhuriyetin ortağı olduğumuz gerçeğinin davası yok mu?..
Dolayısıyla Türkiye’nin garantörlük hakkının devam ettiği davası..
Öte yandan hâlâ çözümü sağlanamamış Kıbrıs’taki evkaf mallarımızın davası..
Batı Trakya’daki Türklere karşı sürdürülen Yunan baskısı karşısında hiç gündemden düşmeyen dava!..
Bizim gündeme getirmememize, İnsan hakları Teşkilatına müracaat etmememize karşın 1963’den beridir Rum-Yunan ikilisinin Türk halkına yönelik ırkçı davranışları, soykırımları, insanlık dışı her türlü saldırı ve baskılarının sorulası hesabıyla mahkemei küpraya kalmaması gereken davaları yok mudur!. Vesaire…
(OYSA biz ne yapıyoruz? Türk tarafı olarak bu ve benzeri pek çok nedenlerden dolayı boğazına sarılıp sıkacağımız Güney Rum’unu “barışçı çözüm” sloganı uğruna affetmek bir yana; elini sıkıp saygılarımızı sunuyoruz! (Belki Anastasiadis’in gönlünü hoş ederiz de çözüme yaklaşır umudunda!)
ASLINDA yazmak istediğim Geçen hafta TC Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun Ta Nea gazetesiyle yaptığı röportajdı. Çünkü o röportajda diyordu ki Çavuşoğlu, “Kıbrıslı Rumlar ada sadece kendilerine aitmiş gibi davranıyorlar.Hidrokarbon yataklarındaki Türklerin haklarını hiçe sayıyorlar…”
Söyleyeceğim de şuydu: Bu hidrokarbon yatakları çok baş ağrıtacak, savaşa neden olacak ve Rum Yunan ikilisi hiç beğenmeyecek sonucu! **********
ŞİMDİ DE EYLÜL VURGUNU!
Döviz vurgunundan dolayı yaşanan “olağanüstü günler” nedeniyle Eylül ayına her yönden hazırlıksız yakalandığımız bir gerçektir!
Nitekim Türkiye de içinde bulunduğu sosyoekonomik koşulları nedeniyle elini üzerimizden çekseydi ya sersefil olacaktık yada Güney’e beyaz mendil sallayacaktık!
ANCAK bu defa çılgın Amerikalı Trump boş böğründen Türkiye’yi de vurdu! Tutun ki “anavatan mahzun yavrusu mahsun!”
Fakat zamanı kimse durduramaz!
Nitekim okullar Eylül ayının 15’inde yeni ders yılına başlayacaklar.
Keza üniversiteler de yeni ders yılına başlama hazırlıklarını sürdürüyorlar..
Üç aydır rölantide olan memleketin ticaret erbabı ile işletmeler de harekete geçecek, silkinip işe koyulacaklar..
YANİ bir toplumsal devinim başlayacak.. Hem de böylesi olağanüstü bir ortamda!
Oysa biz 1974’den beridir zaten “olağanüstü bir durumdaydık!” Fakat bunu kabul etmedik, bu gerçekle yaşamayı reddettik! Etseydik şimdi Başbakan Erhürman’ın “seferberlik” çağrısına gerek kalmaz zaten “seferberliğe” uygun bir sistemin tabaları olarak karşılardık sorunları!
Mesela “müşavirlik” makamları icat etmezdik..
Yada sanki paramızın sahibiymişiz gibi 13. Maaşları cebellu etmezdik!
Veya bünyemizin asla kaldıramayacağı “popülizmi” sistem haline getirmez, memleketi devlet çalışanlarının çiftliği yapmazdık!
Ta başından tüm çalışanları “tek sosyal güvenlik” sisteminde toplarken, sağlayacağımız çalışma adaletiyle imtiyazlı sınıflı bürokratlar yaratmazdık!
TC ile imzaladığımız Mali Ve Ekonomik Programları savsaklamaz, uygulamaya sokar, zarardan başka kârları olmayan kurumların kahrını çekmek zorunda kalmazdık!.. Vesaire!
LAF dinlemedik! Gidişin iyi olmadığını kabul etmedik! Ekmek elden su gölden Cumhuriyeti oluştan kendimizi kurtaracak tırnaklık çaba sarfetmedik!…
YAZMAYA başlarken aklımda bunlar yoktu. Düşündüğüm ve yazmak istediğim sadece şuydu.
Üç aylık yaz uykusundan uyanıp işlerimize sarılacağız da hangisinin tutan tarafı var! Eğitimin mi sağlık servislerimizin mi? Tarımın mı sanayinin mi?
Yoksa yıllardır eveleyip geveliyoruz hâlâ “olamadığımız” e-devlet mi?
Yoksa yitip giden üretimimiz artan ticaret açığımız mı? Ki şimdilerde TC’de yıllık enflasyon yüzde 17’lere fırladı! Hadi gözümüz aydın mı diyelim! Kısaca durumlar nanay!
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (YETER Kİ SORUNLAR EKSİLMESİN!)
Çok olmadı! Bir süre önce zeytinyağında hile yapan bazı firmalar hem teşhir edildilerdi hem cezalandırıldılardı.
Sen kalk hiçbir şey olmamış gibi (şimdilerde öğrendiğimiz yeni kelimesiyle) “tağşişli” zeytinyağlarını yine piyasaya sür! Hiçbir şey demem çünkü Zeytin Ürünleri Birliği Başkanı Gazi Güney diyeceğini dedi: “Bazı firmalar utanmayı attı!”
…ÖTE yandan: Üniversitelere kayıtlarda YÖK’ün kontenjan kısıtlaması nedeniyle bu yıl öğrenci kayıtlarında düşüş yaşanacakmış.. Bekliyorduk oldu! Ama siz gene de bakkal dükkânı açar gibi Üniversite kurun!..
Sonunda bu işin de fıcırığını çıkardık!