Kıbrıs bugüne kadar kendine özgü siyasi sorunuyla uğraştı, çözüm arayışlı müzakerelerini de kendi coğrafyası ile halkları arasında sürdürdü..
Ancak bundan sonra Kıbrıs, ayni zamanda Doğu Akdeniz’i de kapsayan “siyasi bunalım” odaklı yerlerden biri de olacak!
Çünkü gazın kokusunu alan ülkeler kokladıkları leşe dalmak için uygun zamanı kollarlarken, kartallar gibi adanın üzerinde turlamaya başladılar!
FRANSA bunlardan sadece biri! Geçtiğimiz günlerde Dışişleri Bakanı Drian Kathimerini gazetesine verdiği bir mülakatında “Fransa’nın AB ve Uluslar arası hukuka göre Güney Kıbrıs’ın doğal kaynaklarını araştırma ve bunlardan istifade etmeye yönelik egemenlik haklarını ezelden beri desteklediğini söyledi.. Hatta bunu Türk makamlarına da söylediklerini olası gerilimle ilgili de teyakkuzda olduklarını ekledi!”
Tabi araya Lozan Anlaşmasını da sıkıştırarak Türkiye’nin adalarla ilgili tutumunu bildiklerini ancak Türkiye’nin “muhatap ortaklarından” biri olduğunu, Makron ile diyalog içinde bulunulduğunu da söylemek gereğini unutmadı..
ZATEN Rum tarafı da bu okşamalara alışmış olmalı ayni sıralarda Rum Enerji Bakanı Lakkotrupidis Doğu Akdeniz’deki münhasır ekonomik bölgelerinde çok gaz olduğunu bir kez daha söylerken şöyle bir cümle de sarf etti:
“Afrodit kaynağından faydalanmanın ekonomik kazancı ötesinde stratejik önemi de vardır!”
NE demektir bu, (sanki savaş hazırlığı yapılıyormuşçasına) Afrodit yatağından çıkartılacak gazın ekonomik önemi ötesindeki “stratejik önemi?”
Türkiye’nin, “gazda bizim de hakkımız vardır” iddiasına sarmalanmış olası müdahalesine attığı taş mı?
Gazın borularla Yunanistan’akıtılması mı?
Fransa’nın Rum’dan yana Rum gazının güvenliğini sağlayacağı olası jandarmalığı mı?
Yoksa daha doğmadan çocuğa biçilen don mu?
“NE olursa olsun” demek de vardır ama artık asıl gerçek şudur:
Görülüyor ki Doğu Akdeniz’deki Rum’un MEB’leri ile Kıbrıs siyasi sorunu artık ayrı gayrı düşünülemez!
Bundan sonrası çözüm arayışlarında biline ki Kıbrıs sorunu kadar Rum’un hidrokarbon yatakları da masada olacaktır.. Bu nedenle diyoruz artık çözüme ulaşmak düne göre çok daha zordur!
**********
ÖNCE DEVLET DÜZENİ OLUŞTURMALIYIZ.
Hükümetle hayvancılar altı günlük bir arbedenin sonunda anlaşmaya vardılar.
Uzlaşı maddelerine şöyle baktım. Dünden bugüne meriyetlerini kaybedecek kadar geçici, akşamdan sabaha kadük hele gelecek kadar yamalama!
Ki düşünürsünüz. Yarın döviz düşse acaba arpa ve süt fiyatlarına nasıl bir ayar yapılırdı? Tabi Hayvan besicilerine karşın?
YANİ diyoruz rakamlar her zaman değişkendir, gelip geçicidir. Nitekim yıllardır hayvancıya çiftçiye destekli, zamlı kıyaklar çekilmektedir ama yine de her yıl arbedeler yaşanır, eylemlere gidilir.. Ta ki “yerine getirilmiyor” denen istekler karşılansın!
BÖYLE bir yönetim anlayışı ile istenildiği kadar sorunlar çözüldü densin. Yine patlar!
Buna karşın giderayak savunmasını yaparken yüzünü halka dönen Hayvancılar Birliği Başkanı Naimoğulları şöyle bir laf ettiydi: “Bu kavga hepimizindir..”
Bu “söze” sırtımı dönmedim! “Halka yönelik popülist söylemdir” de demedim! Sadece düşündüm: “Kıbrıs Türk halkı 1974’lerden sonra hangi davası uğruna kavga etti ki şimdi de evet hayvancının hakkı hukuku için halk olarak kavga etsin?”
FAKAT: Eğer özgürlük ve egemenlik dediğiniz insani değerler, sosyoekonomik koşulların değiştirilip iyileştirilmesi sonucunda elde ediliyorsa.. Ulusal devlet kavramı halkın ulusal inancında bütünsellikle kabul edilip tarihi anlam kazanıyorsa..
Evet doğrudur. O zaman halk sadece zümresel çıkarlar için değil, hayvan besicileri için de değil; tümden devletin varoluşu için kavga eder..
Fakat kaldı mı ki bizde öylesi bir vatan sevgisiyle seferberlik ruhu? Bırakmadılar ki!
Yani yarın sen sonu belirsiz bir anlaşma için masada Guterres çerçevesini tartışırken.. Ben eti sütü pahanın pahasına satın alırken.. Domates üretimi bile memleket sorunu haline gelirken.. Bozuk düzenlerin devamı için bedel üzerine bedel ödenirken…
Her koyun kendi bacağından asılır gerçeğinde, kim kimin için kavga eder ki?
…BU gün dalgaları arasında yüzdüğüm deniz yarın yüzerken ayni su değildir.. Fakat yüzen “ben” ayni insanım. İşte gerçek budur. Olaylar sıkıntılar tutun ki bizi delip de geçecekler ama Kıbrıs Türk halkı bu adadan geçip gitmeden kalıcılığını sürdürecek..
Bu nedenle önce “kalıcılıkla devamlılığa” dayanan devlet düzenine ihtiyacımız vardır. Bu da ancak toplumsal seferberlik ruhu ile olur..
**********
KISACA TAKILDIĞIM: (İŞTE UZLAŞININ PERDE ARKASI!)
Erhürman ile Naimoğulları Başbakanlık odasında ikili görüşmelerini yaparlar. Başbakan der ki “işte size verebileceklerim. Ne bir kuruş fazla ne bir dirhem daha!”
“Asla olmaz” der Naimoğulları, sonuna kadar eyleme devam..”
Başbakan son sözünü söyler: “Bak Naimoğulları der, bende para nanay. Gel teklifimi kabul et. Ülkede daha onlarca kurum var. Eğer sana verirsem istediğini, “demek bastıran alır” örneği olur, “bize de” diyerek hepsi Bakanlığa üşüşür.. Sen gel uyuyanları uyandırma ‘kabul de uzlaşalım. Yoksa şimdi verdiklerimi de alamaz, hava alırsın!.”
“Okey” der Naimoğulları, “makuldür başbakanım!..” (Yani? Pahalı etle süte devam vatandaş!)