Ülkede kanun yapıcılarla uygulayanlar ayni zamanda devletin beka ve düzenini de yüklenmiş ayni kişilerse, o zaman sorarsınız. “Yanlış nerede yapıldı?”
Kanun ve kuralların çiğnenmesinde mi yoksa kanun ve kuralları çiğnettirenlerin tutumlarında mı?
Kİ bu ülkede böylesi sorgulu sualli Yönetim açmazlıklarıyla uygulamalarına fırsat verilmemesi için Yüksek Yönetim Denetçisi dediğimiz “Ombudsman müessesi” bile oluşturuldu. Buna karşın icraat ve kalkınma planlarının yapıldığı yüce Mecliste bile gün geldi “zümresel haklar” uğruna vekillerin çalışmalarını engelleyecek başkaldırı lekeli protestolar da sergilendi, boykotlar da gerçekleşti! BU İSTENMEYEN gelişmeleri bir daha düşünmek gerekecektir ancak şu soruyla: “Nerede yanlış yaptık?” Çünkü cevabını vermesi gerekenler elan yanlış yapmaya devam eden gelip giden “Yönetici takımlarıdır!” Ki bir süre önce “öyle geldi böyle gidecekse müsaadenizle ben bu kombinanın içinde yer almayım” diyen HP Başkanı Kudret Özersay Milletvekilliğinden istifa ederek kendi ifadesiyle sinei millete döndüydü.. ***
ASLINDA KUDRET ÖZERSAY başından beridir artık çokluk görülmeyen hatta telaffuz bile edilmeyen, neredeyse toplumun anlamını bile unuttuğu “siyasi fazileti” savunduydu..
Kurduğu partisini de bu karakteristik yapısı ile lanse etti! Hem kişisel hem de Meclis bünyesinde boynuna bir yafta gibi astığı ve milletvekillerinin taşımalarını istediği bu siyasi faziletti! Önceleri de öyle miydi bilmiyorum. Ancak bu karakteristik yapılaşmasıyla inancını sadece parti Başkanlığı çerçevesinde tutmadı, Meclis çalışmalarında da siyasi misyonu olarak öne çıkardı..
KENDİSİYLE ilgili son tahlilde şunu söyleyebilirim: Partisi bünyesinde de Meclis’te olduğu sürece de dürüst siyaset yapmayı sürdürdü.. Tutun ki bu uğurda karşıt tepki ve eleştirilerimize karşın, dörtlü koalisyon hükümetini de yıktı gün geldi milletvekilliğinden de istifa etti..
Bana göre hâlâ “suyu arayan adamdır!” Dikkat çekmek istediğim ise şudur. Artık toplumda arkasından büyük kitleleri sürükleyecek ulusal nitelikli “liderlerimiz” kalmadı! İddialı olanların da hangisinin altını kaşısanız tatsız kokular algılarsınız..
YALNIZ BİR NOKTA “Kırılgan huylu insandan politikacı olmaz!” Neyse ki Özersay politikada sadece o kırılganlığıyla kalmadı. kulvar değiştirdi ve kendini anlatmak fırsatı buldu! ***
SADEDE GELEYİM. Son günlerde Ünal Üstel Koalisyon Hükümetine bir haller oldu.. Devlet kademelerinde gün geçmiyor ki haberlerine toslamayalım. “Görevden almalar, yer değiştirmeler, yeni atamalar… Derken kamu görevindeki üst kademe görevlilerinin de bazı ötekilerin de altını üstüne, üstünü altına getiriyor..
VE DOĞRUSU sorasım geliyor: “Sn. Üstel Çoktan laçkalaştığı için artık hükümetlerde de dikiş tutturamayan UBP’ye işlerlik kazandıracak yeni ortamlar mı hazırlıyor yoksa çoktan gitti gider Devleti son “imdat” çığlığını da koparmadan kurtarmaya mı çalışıyor?
NİTEKİM ne diyor Özersay? “Türkiye ile ilişkiler KKTC’ye de Türk dış politikasına da zarar veren bir noktadadır!”
Doğrusu her sorundan önce beni KKTC-TC ilişkileri ilgilendirdiğinden bir yandan Koalisyon Hükümetinin kamu görevlileri kademelerinde “dağıt, parçala yeniden kur” faaliyetlerini anlamaya çalışıyorum… BİR yandan da atamalarla yer değiştirmelerle artı görevden almaların falan… Devlette nasıl bir değişim yaratacağını ve buna neden gerek duyulduğunu da anlamadığımı yazmak zorunda kalıyorum!
BU NEDENLE Özersay’ın KKTC-TC ilişkilerinde “zarar verici” vurgulu ifadesini önemsiyorum.. Tabi Özersay henüz soyut deyişlerden somut anlatımlara geçmedi.. Mesela “Devlete inanmak sözde kalmamalı” diyor ama somut örneklemelerden kaçınıyor “siz tahmin edin yada öğrenin” dercesine bir gizemli hava mı yaratmaya çalışıyor, anlayamıyorum! ***
DOĞRUSU TC ile ilişkileri çok da dürtmemeli diyorum.. Çünkü her ne kadar siyasi sorunla ilgili bir toplumsal çözüm ilkesinde buluşmak mümkün olmamışsa da her şeye karşın Ankara’nın siyasi partiler dolayısıyla KKTC’deki iktidar muhalefet olgularında “taraf olarak yer alması” doğru olmaz diye düşünüyorum..
Bu sendromu yıllar önce KKTC’deki TC memurlarının CTP’ye yönelik aksülamesinde de gördüktü.. Ne oldu ama? Gün geldi CTP de koalisyon ortağı olarak iktidar oldu ama Ankara ile rutin ilişkileri sürdürdü… O zaman:
***
FACİA NEDİR? Yurdunda dört milyon Suriyeli göçmeni barındırırken tasada ve kıvançta birlikte olduğu kendinden bir parçası durumundaki KKTC’nin, siyasi ve sosyoekonomik yönden hâlâ ne olup olmayacağının kararına varamamasıdır!
YADA bizim de bu konuda bir karara varamamamızdır! Ki sorun artık öylesi çetrefilleşti ki TC KKTC ilişkileri, yumurta mı tavuktan yoksa tavuk mu yumurtan çıkar tekerlemesinin bile ötesine geçti!
BU SİYASİ ve sosyoekonomik açmazların geleceklere yansıyacak asıl ve daha büyük sorunu ise her yıl artık 3. Ülkelerin de telaffuz edildiği üniversitelerinden yüzlercesiyle mezun olan gençlerin bu “kısır döngü” içinde KKTC de nasıl bir hayat hakkı bulabilecekleridir. Ki sonunda “göç edip adayı terk etmek de “hayat hakkı kazanmanın” bir çaresi olacaktır! Olacaktır ama her zamanki gibi sorulacaktır: “Q vadis? “Nereye?”
SADECE Özersay yada analar babalar, duyarlı insanlarımız değil.. Herkes o yarınları bugünden düşünmek zorundadır. Ki unutmayalım. Bu ülkede seçim propagandaları bile “aş iş” vaatleri üzerine kurulu senaryolarla yapılır… ***
VE HİÇ UNUTMAYALIM: Bu adada bir büyük sorun da dünden bugünlere ve yarınlara da uzanıp gidecek olan kaçınılmaz bir gerçekte boy aynamızla miyarımızın Güney’deki Rum toplumu olmasıdır! “Neden onlar öyle biz neden böyleyiz” serzenişlerimizle hasetlerimiz seslendirmeleri sonlanana kadar da bu adada kendimize “olduk” diyemeyeceğiz! Yani Devlet olma iddiasında henüz başlangıcının sayfasını bile açmamamıza karşılık bu konuda yapacak çok işlerimiz vardır. Çareler ise çoğu zaman hep Kaf dağının ardında olacaktır