Pazar Sohbetimdir: (Karanlıklar İçinden Methiyemdir Aydınlıklara.) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Köşe Yazarları

Pazar Sohbetimdir: (Karanlıklar İçinden Methiyemdir Aydınlıklara.)

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Karanlık memleketimden seyreyliyorum ışıklar içinde parlayan kentleri!

Kıskanıyorum, haset ediyorum! Bulsam diyorum bir sihirli anahtar, tüm güzelliklerin kapılarını açmak için.. Keşke Alaeddin olsam sihirli lambamla, bir dokunuşta aydınlatsam memleketimi…


Yeni yıl geliyor ya! Seyreyliyorum ülkeleri kentleri! Yollar, caddeler, mağazalar, ağaçlar, evler, yüksek binalar ışıl yanıyorlar ya! Yanıyor benim de içim ama yangın yeri gibi kavrula kavrula!

NE oldu diyorum böyle bize? Neden kaybettik neşemizi, keyfimizi? Neden akşamların karanlıkları gibi kararttık içimizi?

Neden sevinemiyoruz? Neden gülemiyoruz?  Neden unuttuk en sevdiğimiz şarkıları bile!

      NEDEN  şiirler yazmıyor, şiirler okumuyoruz birbirimize? Neden birbirimize okuduğumuz romanları anlatmıyoruz? Neden ama! Neden sevgilerinde boğulduğumuz ciğerparelerimiz çocuklarımızın, büyük bir gururla tutup ellerinden, yollarda, kırlarda,  bahçelerde, parklarda yürümüyoruz artık?

Neden unuttuk karı koca yürümeyi kol kola? Nerde kaldı o eski günler?  Yürürken karı koca  sarmaş dolaş,  yeşil  sabunlarla yumulmuş vücutlarımızın duyduğumuz sıcaklıklarıyla kokularını..

Neden büyük aileler olamıyoruz birlikte? Bayramlarda yeni yıllarda bir araya gelemiyoruz? Neden yitip gitti muhabbetler?

                                  ***

       ÇOK  mu abartıyorum? Akşamların karanlıkları gibi karanlığa mı teslim oldu ruhum!  Niçin güzellikleri düşünemiyorum? Yoksa ölümüne bir hastalık mıdır çaresizliğin kaderinde yaşanan  “kasvet!”

       O zaman kim bulaştırdı, kim aşıladı, kim kararttı ruhlarımızla uslarımızı? İşte sorulası soru!

Yeni yıl geliyor… Memleketime baktım gözlerim açık! Ayrı devlet olmayı bile kendine layık görmeyen insanların memleketi! Bu nedenle olmalı  zaten memleketim de memleket olamadı?

HAMASET bir yana ama! Diyecektim ki televizyonlardan falan izliyorum. Ülkeler, kentler yeni yıl dolayısıyla ışık deryaları içinde yüzüyorlar. Ve biz Kıbrıs Türk halkı kırk üç yıldır hâlâ yollarımızı bile ışıklandırmadık, kaldı ki yeni yılı ışıklarla karşılayalımdı?

BİLİR  misiniz. 1950’lerde ilkokulda okuduğumuz “alfabelerdeki” okuma parçaları hep  hikâyecilerden aktarılmışlardı. Her biri bir öğreti, bir tarih ve kıssadan hisse çıkarma üzerineydi. Bunlardan birisiydi okuma kitabımızda şimdi anlatacağım parça:

VAKTİ zamanında  bir padişah erkânı ile  ava çıkar. Dolana at koşa bir vadiye varırlar ki iki kabile savaşıyorlar. Padişah merak eder yanlarına varır maiyetiyle. Savaşanlar padişahı görünce dururlar, el etek öperler.                Sorar padişah: “Nicedir bu savaş? Derler ki kabilelerin reisleri “işte şurada bir toprak parçası var. Kimin hakkı olduğunu tayin edemedik, savaşa tutuştuk!” Ve padişahtan yardım dilerler!

“Tamam der padişah  beni yaşadığınız şehirlere götürün göreyim.” Götürürler ve padişah görür ki bir kent mamur, bayındır, pırıl pırıl; diğeri ise pisliğin içinde, izbe, virane…

Ve kararını verir: “Uğruna savaştığınız toprak bayındır olan,  pırıl pırıl kentin sahibi olan kabilenindir hakkıdır!”

O zamanlar çocuktuk ama şunu anladıydık yine de: İnsanlar yaşadığı yere ne kadar çok  sahip çıkar, onu bayındır yaparlarsa o kadar layıktırlar vatanlarına! Biz ne kadar layık olduk ki?

***

       UZATMADAN  kısa keseyim. Geçen hafta Pazar sohbetime Ahmet Sanver’in kitaplarını taşıyıp tanıtımlarını yaparken, “aralara fıkralar da sıkıştırıyor” diyordum.

       O fıkralardan birini aktarıyorum şimdi size. Ki Sanver gençken nasıl nasıl yandığını, ağrısına sızısına nasıl dayanamadığını anlatırken, ansızın şu “cümleye” geçer kitabında:

“Şimdi size konu ile ilgisi olmayan bir fıkra anlatacağım da bu sıkıcı havadan kurtulalım, biraz yüzümüz gülsün.” Ve anlatır fıkrayı:

“GENÇ bir adam dul annesini doktora götürüyormuş. Yolda mahallenin imamına rastlamışlar. İmam, “Hayrola komşular” demiş “böyle nereye?”

Genç adam, “annem hasta onu doktora götürüyorum” demiş. Hoca “hayırdır nesi var” diye sormuş, genç adam, “sorma hocam annemin başı ağrıyor, göğsü ağrıyor vesselam her yeri ağrıyor…”

Hoca orta yaşlı kadına bakmış bakmış sonra genç adama dönerek, oğlum demiş bak sen tez elden anneni evlendiriver!

Oğul bu nasihata çok kızmış. “Ama ayıp oluyor hoca efendi, o nasıl söz öyle!”

Tam o anda dul anne söze karışmış, “konuşma oğlum sen, Hoca efendiden daha iyi mi bileceksin” demiş…

DEĞİL mi ama? Her zaman bir bilen vardır hayatımızda bizden iyi bilen! Ve her zaman bilenler vardır her şeyi bildiklerini sanan! İlk sıralarda da “politikacılar!” Sonunda dünyayı allem kalem ettiler, bir 3. Dünya savaşının çıkmadığı kaldı, o da galiba kapıda!                   Hadi kalın sağlıcakla. (Ne güzel laf ama?) Eskiden insanlarımız bir komşuluktan yada bir ziyaretten ayrılırlarken söylerlerdi bu “kalın sağlıcakla” lafını.. Ne güzel temenni.. Gerçekte unuttuk o eski deyimlerimizi, hatta gelenek göreneklerimizi.. Hep söylerim fukara insanlardık ama “paşa konağında oturan kelli felli Osmanlı ağalarının zarafeti vardı dillerde. Hele de ninelerimizin… Kadınlarımızın çok “ut” çalanı olurdu hatta “tambur” ve “kanun…”   Uzattık yine sohbeti hadi kalın sağlıcakla.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar