Özel Mezarlıklar Kurulmasına Ne Dersiniz? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Poli

Özel Mezarlıklar Kurulmasına Ne Dersiniz?

Mourners gather around the grave of Saudi Arabia's King Abdullah at the Al-Oud cemetery in Riyadh on January 23, 2015 following his death in the early hours of the morning. Foreign leaders gathered in the Saudi capital for the funeral of the ruler of the world's top oil exporter and the spiritual home of Islam. AFP PHOTO / MOHAMMED MASHHUR (Photo credit should read MOHAMMED MASHHUR/AFP/Getty Images)

Son zamanlarda katıldığım cenaze törenlerinde daha çok fark etmeye başladım ki, ölen kişi, düzenlenen törenin hiçbir aşamasında bir özne olarak değer bulmuyor.

Onun katılımcılarla yaşanmış ortak anıları, sosyal yaşamında yakın çevresinde veya toplumda kalplerde ve beyinlerde bıraktığı iz, onun sıcaklığı, ona yönelik sevgi ve aşk hatta varsa son vasiyeti gereği yapılması gerekenlerin hemen hiç biri bu törenlerde gündeme gelmiyor.

İslam geleneklerine göre izlenen seremoni gereği ölen kişi önce gömülmeye hazır hale getirilerek kefenleniyor, sonrasında ise camide kılınan cenaze töreninde, cemaatten ölen adına “helallik” isteniyor, günahlarının affedilmesi ve cennete gitmesi dileniyor. Mezarlıkta yapılan defin töreninde ise, cenaze dualarla toprağa veriliyor ve sonrasında , “Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşları” ile başlayan, “Doktor Küçük ve Rauf Denktaş” ile devam eden, törene katılanların geçmişleri ve tüm ölmüşlere atfedilen dualarla tören son buluyor.


Bu tür bir törende belki de herkesin eşit olduğu, bu dünyada her ne tür güçlere sahip olunursa olunsun, göçerken herkesle eşit olacağı vurgusu yapılmaya çalışılıyor. Bilemiyorum ve hatta bu uygulamaları tartışma hakkımın olduğuna da inanmıyorum. Bu tür törenler dini gelenekler gereği olarak düzenleniyorsa ve o sırada siz de bu törenin bir parçası iseniz, tartışabilecek bir fikriniz olamaz. Size, bu törenin gereklerine uymak kalır.

Dini ritüelleri tartışmasız kılan şey aslında onların bir inanç sisteminin birer parçaları olmalarıdır. Öyle inanılıyorsa ve değişmeyeceği kabul edilmişse, tartışmanın zemini ortadan kalkmış demektir. Bu nedenle dünyada bir diğerine göre çok farklı sayılabilecek ve değişmezliğine inanılan çok farklı cenaze törenleri uygulanıyor.

Hindulara göre, tüm sunulanları tanrıya taşıyan elçi olarak kabul edilen ateş, cenaze töreninin başlıca figürüdür. Ölüyü yakmak, ruhunun ateş aracılığı ile tanrıya ulaşmasını sağlamak ve küllerini de kursal kabul edilen Ganj Nehri veya onun kollarından birisinin sularına terk etmek kutsal bir görev olarak kabul edilmektedir.

Budistlerin, özellikle Tibet’tekilerin cenaze törenleri daha da şaşırtıcı. 7. yy’dan beri süregelen geleneklerine göre ölülerini parçalara ayırıp cesedi bir dağın tepesine yüzlerce akbaba tarafından yenmeye terk ediliyor. Kuşların yediği insanın ruhunun bu kuşlarla birlikte göklerdeki analarına gideceğine inanan Tibetli Budistler sonra da bu olayı kutluyorlar.

Hıristiyanlıkta vefat eden bir Hıristiyan normalde gömülür. Ancak ölülerin yakılması yasaklamaz.  Yakılma işlemi ailesinin isteği veya ölenin hayattayken bıraktığı vasiyete dayanarak yapılır. Külleri, ölenin ya önceden vasiyet ettiği bir yere bırakılır ya da anısının yaşatılması için evde muhafaza edilir.

İslam’ın son yıllarda bütün dünyada siyasallaşması ve daha görünür hale gelmesi sonucu, daha önceleri bilmediğimiz veya öğrenme gereği duymadığımız pek çok bilgiye de ulaşmaya başladık. En acı deneyimimiz ise Irak Şam İslam Devleti (IŞİD) ile oldu. Suudi kökenli Vahabi tarikatından olduğu bilinen IŞİD’in neden camileri, tarihi yapıları hatta mezarlıkları yıkıp talan ettikleri, ayni inançtan olsa bile kadınları küçümsedikleri, diğerlerini köle olarak ele geçirme hakkını nereden buldukları yeni yeni anlaşılmaya başlandı. Kendilerini İslam uğruna savaşanlar (Cihatçı) olarak niteleyen IŞİD’e göre İslam’da temel referans, İslam’ın çıkış dönemi olmalıdır. Ortodoks İslam olarak da nitelenen bu anlayışın bu günkü Suudi Arabistan’daki bazı uygulamaları, IŞİD hakkında bazı ipuçlarını veriyor.

23 Ocak 2015’te ölen Suudi Kral Abdullah’ın cenazesi, Vahabi geleneklerine göre tabuta konmadı ve isimsiz olarak dümdüz bir mezara defnedildi. Mezar isim ve belirtileri ortadan kaldırıldı.  Ancak Kral Abdullah’ın mezarı için konulmuş yasaklar bununla da bitmedi… Zira Vahhabi inancında mezar yeri belirsiz ve dümdüz olmalı, sadece başında ufak bir taş bulunmalı ve ağıt yakmak şöyle dursun ziyaret bile edilmemelidir. Özellikle kadınların mezarlığa ayak basmaları asla kabul edilemezdir.

Hz. Muhammed’in Medine kentindeki mezarının da oldukça mütevazi olduğu bilinmektedir. Dini kaynaklara göre, öldüğü zaman O’na nasıl bir tören ve mezar yapılması gerektiği üzerine yapılan tartışmalardan sonra Hz.

Ebubekir, “öleceğim yerde gömüleyim” yönlü bir vasiyetini hatırlatarak, son günlerini yaşadığı Hz.Ayşe’nin evinde, öldüğü odada yatağının olduğu yere gömüldüğü söylenmektedir.

Sonradan İslam’da halifeliği de ele geçiren Osmanlılar’da cenaze ve mezar geleneklerinin İslam’ın dönemin geleneklerinin dışında olduğu bilinmektedir. Osmanlılarda mezarlık ve mezar kültürü üzerine çalışma yürüten araştırmacılara göre, “Osmanlıların dünyayı, diğerlerinin aksine, ölüler şehri (Nekropolis) ve diriler şehri (Akropolis) olarak taksim etmediği ve hakikaten ölülerle dirilerin daimi olarak iç içe yaşadığı kolaylıkla tespit edilebilir. Bu içiçelik Osmanlı mezar taşı kültürünü önemli ölçüde etkilemiştir. Neredeyse her türlü sanat unsurundan mahrum ilk dönem mezar taşları, sanatkâr ve zanâatkârların marifetiyle günden güne işlenerek zarif ve bir o kadar da estetik bir hâle ulaşmışlardır.”

Gerçekten de eski Osmanlı şehirlerinde, hatta Lefkoşa’da bile, “ölülerle dirilerin içiçeliği”ne yönelik oldukça fazla örnek vardır.

Cami avlularındaki, hatta Evkaf’ın bahçesindeki mezarlar dışında, bu günkü Lefkoşa Türk Lisesi, Fen Lisesi, Milli Kütüphane ve TC Lefkoşa Büyükelçiliği’nin yerleştiği alanda var olan tarihi mezarlık, Kıbrıslı Sosyolog Niyazi Berkes’in deyimi ile “toplumun geçmiş hafızasının silinmesi için yerli Kemalistler tarafından” yıkılıp yok edilmiştir.

Bu mezarlıktan çıkarılan kimi değerli mezar taşları, günümüzde etnoğrafya müzesi olarak kullanılan Mevlevi Tekkesi’ne terk edilmiştir.

Osmanlıların İslam’ın geçmiş mezarlık ve mezar geleneklerinden farklı olarak, gösterişli mezarlıklar ve mezarlar inşa etmelerinde Bizans’ın (Katolik inançların) ne kadar etkili olduğunu kestiremiyorum. (Bu konuda son söz hakkı elbette köşe komşum İlahiyatçı Dr. Bekir

Azgın’dadır) Avrupa’nın çeşitli tarihi kentlerinde şehir içlerinde tanık olduğum ve her biri birer sanat eseri gibi duran gösterişli birkaç yüzyıllık mezarlar ve heykeller bende böylesi bir şüphe yarattı.

Lefkoşa Mezarlığı’ndaki Gelenek

Geçenlerde bir yakınımın mezarına çiçek bırakmak için ziyaret ettiğim Lefkoşa Mezarlığı’nı daha yakından, ayrıntıları ile gözlemleme fırsatı buldum. Fark ettim ki; tekdüze olarak düzenlenen ve öteki dünya ya da İslam’daki tabiri ile ahiretle ilgili cenaze törenlerinden sonra, süregelen zaman içinde ölenle yakınları arasında insani ve dünyevi düzeyde ilişkiler oldukça yaygınmış. Gösterişli, büyük hatta camekana dönüştürülmüş büyük yapılar yanında, mezar başına ölenin hayatta iken tuttuğu futbol takımının bayrağını asanlar, ölenin çok milliyetçi olduğunu ifade eden bayrak ve semboller, ölenin yaşama dair inançlarını ifade eden veciz sözler, çocuk yaşta ölenin başucuna bırakılmış oyuncaklar hatta araba tutkusunu anlatan mermerden yapılmış replikalar, kupalar bile var. Dahası, Bahai inancında olduğu ve mezar taşında Hz. Bahaullah’ın  veciz sözlerinin bulunduğu halde bir Müslüman mezarlığı olarak kabul edilen bu mezarlıkta mezarı olanlar bile var.

Peki bütün bu olgular, aslında neyi ifade ediyor? Bu soruya mantık ölçüleri içerisinde verilebilecek sadece iki cevap var. Birincisi, Kıbrıslı Türklerin İslami anlayışlarında hızlı bir dönüşüm yaşanmakta olduğu ve geleneklerin dönüştüğü, diğeri ise, alternatifli defin işlemine olanak tanıyacak yeteri kadar mezarlığın bulunmamakta olduğu ve her ölenin zorunlu olarak bu tür mezarlıklarda defnedildiği gerçeği. Bu soruya verilebilecek her iki cevabın da toplumda yaygın olan ve değişmez olduğu kabul gören Sünni Müslüman inanç geleneklerine aykırı olduğu açık. Geriye yapılması gereken tek bir şey kalıyor. Özel mezarlıkların oluşmasına izin vermek.

Şeyh Nazım Kıbrısi ve Arif Hasan Tahsin

Toplumda yer edinmiş ve yakın geçmişte yitirdiğimiz Şeyh Nazım Kıbrısi ile Arif Hasan Tahsin’in cenaze törenleri henüz hafızalardan silinmiş değil. 12 Aralık 2012’de vefat eden eski Mücahit komutanlarından eğitimci, sendikacı, siyasetçi ve yazar Arif Hasan Tahsin’in cenaze töreni, gerek kendisinin vasiyeti gerekse ailesi ve arkadaşlarının takdiri sonucu geleneklerin oldukça dışında gelişti. Arkadaşlarının ifadesine göre Tahsin, cesedinin yakılmasını ve küllerinin Akdeniz’e bırakılmasını vasiyet etmiş. Ancak bu vasiyetinin pratikte gerçekleşme olanağının bulunmaması sonucu alternatif bir cenaze töreni düzenlenmiş. Hiçbir dini figüre ve vurguya yer verilmeyen cenaze töreninde cenaze önce uzun yıllar görev yaptığı KTÖS’nın önüne getirilmiş. Tabutuna sendika bayrağı sarılmış. Sendika yöneticileri ve arkadaşları yaptıkları konuşmalarda Tahsin’in yaşam ve mücadele anlayışı üzerine durmuşlar. Sonrasında ise alkışlarla Lefkoşa mezarlığına uğurlanarak hiçbir dini tören uygulanmadan toprağa verilmiş.

7 Mayıs 2014 tarihinde vefat eden din adamı ve uluslar arası tanınmışlığı olan Şeyh Nazım Kıbrısi için de alternatif bir cenaze töreni düzenlenmiş. Kıbrısi’nin vasiyetine uygun olarak bakanlar kurulu, cenazesinin Lefke’de liderliğini sürdürdüğü dergahta defnedilmesine izin vermiş. Nakşibendi tarikatı geleneklerine uygun olarak düzenlenen görkemli cenaze törenine kalabalık bir yurttaş topluluğu yanında dünyanın çeşitli yerlerinden gelen takipçileri de katılmış. Gün boyu süren törenlerden sonra mezarı daimi bir ziyaret merkezi haline dönüşmüş.

Sonuç: Mevcut veriler gösteriyor ki, dinine bağlı veya dini geleneklere saygılı bir yurttaş topluluğu olduğu kadar, herhangi bir dini anlayışa sahip olmayanlar da var. Dahası, farklı dinlere mensup olanlar, ayni dinin farklı varyasyonlarına inananlar da var. Dini anlayışların dışında ölüsünün mezarını kendi anlayış ve değerlerine göre düzenlemek, daha özel ve farklı bir iletişim kurmak isteyenler de var. Bütün bu farklılıklar dikkate alındığı zaman özel mezarlıkların oluşmasına izin vermenin zamanı geldi hatta geçiyor bile. Lefkoşa Mezarlığı’nın kapasitesini doldurduğu, halen kullanılmakta olan alanın aslında geçmişte “devlet mezarlığı” olarak ayrıldığı ve bu süratle gidilirse bu alanın da yaklaşık sekiz ay sonra dolacağı dikkate alınırsa, şimdi özel mezarlıklar için adım atmanın tam zamanıdır.

ÖNTAÇ DÜZGÜN | POLİ

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar