Durum vaziyetlerimize baktıkça yüreği sızlayan bazı gazeteci refiklerimiz “neden onlar öyle, biz neden böyleyiz” yakınmasıyla yetinmiyorlar:
Bircik bircik somut rakamlarla işte Kuzey işte Güney kıyaslaması yapıyorlar!
BEN bu arkadaşların ortaya koydukları Kuzey-Güney kıyaslamasından çıkan rakamlara karşın bir yandan da “hamimiz” olan Türkiye’ye bakıyorum..
PANDEMİDEN sonra toparlanmış.. Özellikle bu yıl turizmde patlama yapmış.. Yıllar sonra ilk kez cari açık değil, Merkez bankası açıklamasına göre cari fazlalık göstermiş.. Üstelik bölgede önder ülke oluşunu kanıtlamış. Rusya-Ukrayna, tahıl sorunu gibi sadece bölgesel değil, dünyasal sorunların çözümünü yüklenmiş.. Karadeniz’de gaza, Anadolu’da petrol rezevlerine ulaşmış.. Göçmenler konusunda dünya aleme insanlık dersi vermiş.
Sanayide gitgide hem havada hem karada söz sahibi olacak dünyasal bir büyüklüğü yakalamış…
FAKATTT! Adada dört yüz bin nüfusu bile olmayan olan Kuzey’deki Türk Devletini hem de “garantörü” olduğu, hamisi anavatanı olduğu halde Güney’deki dünya cücesi Rum Devleti kadar yapamamış! Ne ekonomik ne de dünyasallığa ulaşacak siyasi yönden!
UZATMAYALIM: Haberlerden öğreniyoruz ki sadece Haziran ayında Güney’e 372 bin turist geldi! Kuzey’deki Türk toplumuna ise KIB-TEK’in saygılarıyla tarihinde görmediği kadar kazığından elektrik faturaları!
KALDI Kİ Kuzey ile Güney’i kıyasa tabi tutalım! Güney gitgide Ortadoğu’nun turizm merkezi olurken Kuzey Rum’un Maraş’ına da el koyduğu halde kendi halkına sunacak denizlerinin içine bile kanalizasyon suları akıtmakta! ***
ÇÖZÜM MÜ ÇÖZÜMSÜZLÜK MÜ? Aradan 48 yıl geçti ama soruya cevap bulamadık! Üstelik artık Kıbrıs adası etrafındaki denizlerde petrol yada doğal gaz araması yapacak kadar büyüyüp gelişmiş Türkiye’ye karşın! Kİ 1974’lerde çıkarma gemisi bile yoktu!
…O Yıllardan bu yıllara yarım asır geçti ve hâlâ karar veremedik: Bu adada çözüm mü istiyoruz yoksa öyle geldi böyle gider “çözümsüzlük” mü?
BARIŞ HAREKÂTINDAN sonra Ankara’daki bazı Türk büyükleri bir yandan askeri zaferi ekonomiyle taçlandıracaklarını söylerlerken bazıları da adadaki Rum’u kovacaklarını söylüyorlardı!
YA BİZ ne diyorduk? Vallahi hâlâ düşünüyorum ama doğrusu şu ki yıllar sürecek “ganimet ekonomisinden” baş kaldırıp dünyaya bakacak hallerimiz olmadığından hiçbir şey söyleyemiyorduk diyebilirim! Sadece periyodik aralıklarla Ankara’dan gelecek parasal katkıları gözler ve ranta, arsa spekülasyonlarına dayalı kapkaç düzenleri oluşturmakla uğraşıyorduk!!
Kİ yıllarca bu ganimet, rant ekonomisi ile iştigal ettik! Sermaye tükendiğinde bu kez de aramıza Yahudilerle Rusları da kattık! ***
(ŞİMDİ bunları yazarken bir yandan da kendime “vay be diyorum! Meğer neymişiz! Tanınmış devlet olamadık ama dünyanın yedi düvelini KKTC’ye doldurarak beynelminel olduk! Ki artık ekilecek toprak da kalmadı, dağı taşı, ovaları, apartmanlar evler villalarla doldurduk! Ruslar, Yahudiler, Araplar falan derken…”
Elektrik faturaları nedeniyle de ağlaşıyoruz! Var mı dünyada böyle acayip bir ülke!)
***
NEREDE KALDIKTI? “Neden Rumlar öyle de Kuzey’deki Türkler böyle?
Ve tabi ki “şikâyet ediyoruz!” Çünkü bu ada Rum kadar bizim de öz malımızdır. En az Rum toplumu kadar bu adada bizim egemenlik hakkımız vardır.. Rum’u Kıbrıs’a bağlayan mülkü ise bizi de bağlayan mülklerimizdir, tarihimiz atalarımızın mezarlarıdır…
TEK farkımız onlar (Rumlar) şu veya bu statüde ve çoğunluğunca tüm adanın egemenliğine sahip çıkmak istiyorlar… Bizse “sizin kadar egemen toplum olduğumuz için bizim de Kuzey’de egemenlik ve yurt hakkımız bakidir” diyoruz! ***
FAKAT: Hikâyelere bile konu olmuştur. “egemenlik hakkı” hak edenindir!
KIBRIS’I hiç tanımayan, görmeyen, geçmişini geleceğini bilmeyen bir “uzaylıyı” getirin ve deyin ki: “Efendi biz asırlardır adadaki egemenliğimiz uğruna savaşmışsak da hem mutlak sahibi olamadık hem de bu konuda Rumlarla bir uzlaşıya varamadık! Ey Uzaylı sen tavassutta bulun, incele araştır ve kararını ver…” Desek..
UZAYLI bir çırpıda başının üzerindeki boynuzumsu antenleriyle önce Güneyi, ardından Kuzey’i taradıktan sonra kararını verecektir! “Birinci derecede hak Rum tarafınındır! Çünkü henüz siz ne Güney kadar bayındır ve gelişmiş ne de çağdaş ve sahip olabildiniz!”
***
MASALIN MİSALİ DE OLSA: Gerçek böyledir! Gidin Limasol Limanına… Sonra Mağusa limanına gelin..
Ta İngiliz sömürge idaresinden kalmış viran harap rıhtımı ve yıkılıp gitmiş iskeleleriyle.. Hatta uzantısındaki adı var kendi yok işlevsiz “Serbest limanıyla” Mağusa limanı ne “limandır liman” ne de uğruna ağıt yakılasıdır! Ne var ki “fatihasını okuyabilirsiniz!”
AYIPTIR AMA: Çünkü 48 yıldır bu limana bir çivi çakılmadı, bir felik konmadı…
Devleti temsil eden “hükümet dairelerini” de görün! Bazıları Rumdan kalma bazıları İngilizden! Her ne kadar virane görünümleriyle “asarı antika” olabilirler ama “devlet dairesi” asla!
OYSA onlar KKTC’nin devlet daireleridir ve içlerinde Devletin memurları çalışmaktadır!… ***
TABİ Kİ ACIYLA YAKINACAĞIZ: Çünkü insan vatanını sever. Bugünlere asırlardan teverrüs ederek geldik.. KKTC’yi yarınlara taşırken yetişmekte olan gençlerimize emanet edeceğiz..
Oysa şöyle söylendiklerini işitir gibiyim: “İstemez kalsın!”
Kısaca 1974 sonrası Kuzey Kıbrıs’ı ne asırlardır sürdürdüğümüz ulusal mücadelemize ne Türkiye’nin şanına şerefine uygun bir belde yapamadık!
Üstelik siyasi çözüme de götüremedik Kuzey’de tanınmamış Devlet olmaktan öte değiliz!