Yeni bir haftaya başlarken hâlâ geçtiğimiz hafta ile aslında geçen zamanları düşünüyorum. Ve her halde ihtiyaç olmalı kendimle konuşup kendimle hesaplaşma ihtiyacı duyuyorum. Çünkü seksen yıldır bu adada layık olmadığımız bir hayatı yaşadık. Yada yaşattılar.. Sömürgeci İngiliz yaşattı.. Rum’u Eokacısı yaşattı! BM’ler AB yaşattı!..
Kuraklıkları selleri, sıcakları soğukları, salgın hastalıkları depremleri en kötüsü savaşlar yaşattı!
FAKAT bir gün “mafia”nın da payına düştüğü kadarınca yaşatacağını hiç düşünmedimdi..
TC’li bir kadın gazetecinin ve bazı benzerleriyle bizim de içimizde hâlâ var olduklarınca TMT’ye “illegal bir örgüttü” diyebilecek kadar cahil ve cahiler olabileceklerin de hâlâ olageldiklerini hiç düşünmedimdi..
BÖYLESİ küçük bir ülkede seçimlerden 21 gün sonra bile hâlâ hükümet kurma arayışlarının devam edebileceğini hâlâ nasıl bir yönetim sistemiyle yönetilmemiz gerektiğinin tartışılacağını da düşünemediğim anlayamadığımca!
Kİ ARTIK bir şeyi anlıyorum ama: Biz önce yapar eyler sonra düşünürüz! Mesela gitgide başımıza daha çok dert açacak gibi gözüken Maraş’ın bir mahallesini açmamız gibi! Ki artık Kıbrıs siyasi sorununun çözümsüzlüğüne nazire bir de Maraş sorunumuz vardır!
***
GEÇEN HAFTAYA DÖNÜYORUM. Şanlı tarihimize “Falyalı olayı” olarak mı geçecek? Belki de… Başbakanların, Bakanların, Vekillerin, bazı bürokratlarla iş insanlarının büyük ve hüzünlü katılımları nedeniyle… Ve kanununda, “layık olduğu manevi değeri zedeleyecek bir şekilde kullanılamaz” yazan Türk bayrağına sarılı tabutuyla omuzlarda ebedi istirahatgâhına taşınırken tabi ki…
VESSELAM geçen hafta Kıbrıs Türk toplumu için bir başkaydı.. Sormak istediğim şudur ama:
Artık büyüdüğümüz, yüceldiğimiz için mi yalıyoruz bu olağan dışılıkları yoksa küçüldükçe ufalanıp, gitgide yıkılmaya yüz tuttuğumuz için mi? ÇÜNKÜ yapısal kusurlarımıza kambur üzerine kambur dikerken yeni yeni sorunlar ekliyoruz.. Ve artık yürümekte olduğumuz yolun ne kadar doğru ve güvenli olduğunu bilemiyorum.. Mesela:
***
ŞU KIB-TEK SORUNU: 1974’den sonra “İngiliz’den kalma CİTA’dan kopuk fakat benzer sisteme bağlı bir daire oluştan kendi çalışma şekliyle kurum olarak bünyemize adapte ettiğimiz ender kuruluşlarımızdan biri..
Nüfusumuzun 110 binlerde seyrettiği fakat TC’den kaydırılan nüfusla gitgide artış göstermeye başladığı yıllar. Sanayinin lüks otellerin,henüz araba furyasının başlamadığı, üniversitelerin falan olmadığı dönemler.. Yani KIB-TEK’in elektrik sarfiyatında vaziyetlerin idare edilebildiği dönemler.. SONRASI malum ama: Ki ilk feryat koptuğunda okullara, devlet dairelerine tüm beleş elektrik kullanan yerlere, “bundan sonra elektrik sayacı olan kayıtlı her yer faturasını ödeyecektir” duyurusu geldiydi..
Tüm okullar, tüm camiler, tüm devlet daireleri, vakıflara ait tüm yerler, sayaçlarında ne yazıyorsa tarifede karşılığı olan parayı ödeyecekti! SIKINTI o yıllarda başladı. Kısaca KIB-TEK memleketin artan elektrik ihtiyacına karşılık, gelirlerini artırması hiç mümkün olmadı! Sorun hâlâ devam ediyor!
MEMLEKETTE nüfusla birlikte sanayi ve tarımda gelişmeler olurken, Kıb-Tek yapısal olarak mevcut santraline bir santral daha ekledi ama akaryakıta olan ihtiyacı nedeniyle borç üzerine borç yığmaktan kurtulamadı! Taşıma suyla değirmen dönmeyeceği gerçeğine toslandığında da işte geldik bugünlere.. Şöyle ki Devlet kendi kurumlarının elektrik giderlerinin tek kurşunu ödemeyecek ama bu kez de “çok elektrik kullanandan çok, az elektrik kullanandan daha az “ücret” alacak! ***
YANİ Devlet resmen elektrik kullanan Kıbrıs Türk halkını cezalandırıyor! Ve şöyle diyor: “Kırk satır mı kırk katır mı?” Her iki halde de sıkıntı ve karmaşa ile kavgadan başka bir şey görülmüyor. Üstelik kış mevsiminde bu elektrik sarfiyatını böylesi palyatif ve geçici tedbirlerle çözmeye çalışmak da “kalıcılıktan” uzak!
SONUÇ olarak evet bir Kıb-Tek’miz vardır. Ama ayni paralelde ve önemde bir de “enerji sorunumuz” vardır.
Devlete yani gelip giden yönetimlere bakıyoruz. Sorunu çözmek yerine yeni bir sorun yaratarak “az kullanandan az çok kullanandan çok tarifesiyle hem kendi sorumluluklarından kaçıyor hem de “halkla KIB-TEK’i karşı karşıya getirecek bir ucube sistem uyduruyor!”
ÖTE yandan Devlet, bizzat kendine bağlı olan kurumlarının elektrik sarfiyatı paralarını halka ödetiyor.. Ve bunun adına bu memlekette “devlet düzeni” deniyor! Asıl Facia ise şu:
***
ANADOLU’dan KKTC’e su akıtan Türkiye denizden elektrik akımı da sağlayabilecek potansiyele sahipken , tüm olumsuz koşullarımıza karşın burun kıvırıyoruz!
Hatta ne diyor bazı gafiller aynen suyun da akıtılma kararı alındığında söyledikleri gibi: “Türkiye’ye bağımlı oluruz!” Lafa bakın hizaya gelin..
***
VESSELAM başka işimiz kalmamış gibi şimdilerde çoğu şehit olan, rahmetlik olan Türk Mukavemet Teşkilatı mensuplarımıza bile çamur atanlar ülkesinde her halde daha çok çekeceğiz!
Kİ unutmayın: O tarafta Rum papazlarına silah eğitimi yaptırıyor!”