Rum tarafının istediği gibi bir çözümün olamayacağı belli. Buna karşın hem bizim taraf hem Rum cephesinden “arayışlara devam” telkinleri geliyor. Üstelik çok da isabetli oluyor! Çünkü “arayan mevlasını da bulur belasını da!” Çözüme ulaşılacaksa neden müzakereler kesintiye uğratılsın? Ulaşılmayacaksa neden bundan sonrası müzakereler, daha alt kademedeki müzakerecilerle Güven Yaratıcı Önlemleri artırmaya kanalize edilmesin?
Hatta diyoruz: Neden iki halk arasındaki müzakereler kalıcılığı ve devamlılığı ile “resmi bir statü” kazanmasın? Yani 9 bin şukadar kilometre karelik bu adada iki halkın paylaşacağı, çözeceği, birlikte inşa ederken birlikte yıkacağı, yeniden yapacağı hiç mi ortak sorunları ve de olayları yoktur?
İŞTE SİZE KUZEY-GÜNEY TÜRK RUM KONSERSİYUMU: Birlikte yapacakları o kadar çok işleri vardır ki saymakla bitmez! Üstelik bunlar her iki halkın birlikte sahiplenip birlikte çalışacakları “olmazsa olmaz sorunlarıdır.”
Mesela: Sardunya’dan sonra Akdeniz’deki bu küçük adanın halâ sürüp giden ve tarihi ile ikliminin özelliğinden gelen kuraklık sorunu vardır. (İşte Kuzey’e Türkiye’den borularla su akıtılıyor. Üstelik bu su Güney’in gözlerinden kaçırtılıp saklanılmıyor. Aksine öncelikli olarak Güney’e sınır olan Kuzey’deki Türk köylerine veriliyor. Ki eğer Rum tarafı su talebinde bulunursa bu su hemen topraklarına akıtılacak kadar ayaklarının içinde oluyor. Neden paylaşılmasın?)
Mesela: Büyük olasılıkla 2015’de Doğu Akdeniz’de Rum’un Afrodit kuyusundan doğal gaz çıkmaya başlayacak. (Enerjiye büyük gereksinimi olan Kıbrıs’ın Kuzey’deki ve Güney’deki insanları neden bu gazdan ortak ilke ve çıkarlarda birlikte yararlanmasınlar? Neden doğal gazı paylaşmasınlar? Neden Kuzey’in Suyu ile Güney’in gazı iki halk arasında paylaşılmasın?)
Mesela: Bu adanın kendine özgü tarım ve süt ürünleri vardır. Harup, zeytin, narenciye, enginar, hellim, peynir… (Neden Türk ve Rum halkları bu ürünlerin islahı, geliştirilmesi, sanayide kullanılması için iş ve güç birliği yapmasınlar?)
Mesela: Güney’de Limasol, Kuzey’de Mağusa ve Gemikonağı limanları neden iki halk arasında paylaşılmasın? Geliştirilip ihracat ve ithalat için kullanılmasınlar? (Neden siyaseten kavgalı bu iki ayrı bölge en azından küçük adanın ithalat ve ihracatında birbirlerinin limanlarını kullanarak ekonomilerine katkıda bulunmasınlar? Dünyaya uygunluğu nisbetinde Kuzey ve Güney limanlarından yararlanmasınlar?)
Mesela: Güney ve Kuzey havaalanları neden tüm Kıbrıslılara hizmet vermesinler? (Böylesi bir işbirliğinin işgücüne dönüştüğünü ve rekabet alanını halkın yararına genişlettiğini düşünmek bile ne kadar umut verici olmakta.)
Mesela: Neden ortak projelerde ortak hastanelerle ortak üniversiteler oluşturulmasınlar? (Kanserden kırılan bir Kıbrıs için böylesi bir işbirliğinin yararını düşünün. Öte yandan neden dünyaya açılacak İngilizce dili ile öğrenim yapan bir ortak Üniversite oluşturulmasın?)
Mesela: Turizm alanında neden Kuzey Güney ortaklıkları kurulmasın? (Böylesi bir olayın adayı nasıl Turist cenneti yapacağını hayal etmek bile insanı uçuruyor.) Vesaire…
BU ADANIN BÜTÜN TALİHSİZLİĞİ KUZEY’İNDE TÜRK, GÜNEY’İNDE RUM HALKLARININ YAŞAMASI MIDIR? Olmaz ama ya olsaydı? Mesela Kuzey’inde Almanlar Güney’inde Fransızlar yaşamış olsalardı yine böylesi siyasi ve ekonomik sorunlar mı yaşarlardı?
Kuzey’deki Almanlar, “benim anavatanım Almanya”dır diyerek… Güney’deki Fransızlar, “Kıbrıs Fransızdır Fransız kalacaktır” diyerek yine mi kavga ederlerdi? Birbirleri ile savaşır, birbirlerine kıyarlar mıydı? Senin nüfusunla malın şu kadar, benimki bu kadar diyerek birbirlerinin topraklarına mı saldırırlardı?
“Hayır” diyorsanız öyleyse biz de şöyle diyoruz: “Neden bir kez olsun Türkler ırksallıklarının elbiselerini, Rumlar Helenlik gelinliklerini çıkartıp “insanlığa” ait ak pak giysiler giymiyorlar? En azından uygar iki halk olarak birbirlerine ellerini uzatıp, birbirleri ile iş güç birliği yapmıyorlar?
VE EKLİYORUZ: Ben tek bir Türk yurttaşının “mesela” dediğim Türk-Rum Konsersiyumuna fikir olarak katılmadığını düşünemiyorum. Aksine “neden olmasın” dediklerini duyuyorum…
Buna karşın tek bir Rum yurttaşının bırakın Türk Rum işbirliğine yaklaşmasını, adını bile duymak istemediğine eminim. Bu adada sorun da Rum’dan kaynaklanan bu sorundur! Aşılmadan çözüm olmaz! **********
CTP’DEKİ HUZURSUZLUK KKTC’NİN İSTİKRARINA OLUMSUZ YANSIMIYOR MU?
Çözülmedikleri için çözümsüzlükleri devam eden müzmin sorunlarımız vardır: Sağlık! Eğitim! Kamu hizmetlerinde verimsizlik ve laçkalık! “Bilişim devleti” olamamak! Çıkan yasaları uygulamadaki tutukluluk! Adadaki doğa koşullarını bahane ederek üretmeden, ekip biçmeden, ter akıtmadan “kazanmak” alışkanlığı!
Ve üzerimize ölü toprağı gibi serpmiş olacaklar, “gelecek korkuları” ile yaşarken artık hayatımızı esir alan şüphe ve tedirginliklerimiz!
Bu sonuncusu da her halde “çözümsüzlüğün şırıngaladığı” Bonzai benzeri uyuşturucu olmalı çünkü yürürken bile uyuyoruz! Öte yandan 1974’lerden beridir tüm dikkatlerimizi müzakerelere yönelttik. Çözüm olursa ne alâ! Olmazsa? Dedik ya işte kırk yıldır bu soruya cevap verilemediği için Kıbrıs Türk halkı kuşku ve tedirginlikleri ile yaşıyor!
BENZER OLAY SİYASİ PARTİLERİ DE SARDI: Geçtiğimiz günlerde CTP’nin Mağusa ilçe Başkanı eski Genel Sekreteri Akansoy Havadis’ten Baykan Özdağ’ın sorularını cevaplarken her halde bizlerin de ayni kanaate varmamızı istemiş olacak; CTP’nin içten içe huzursuz olduğundan, kaynaştığından hatta artık partililerin erken Kurultay beklediğinden söz ettiydi. Kısaca bizzat CTP’lilerin CTP’nin gidişinden memnun olmadıklarını söylüyordu…
Evet ama CTP’nin zaten genel seçimlerden bu yanadır ayan beyan ortalarda salınan huzursuzluğu ile içten içe dövünüp huysuzlaşması, yeni bir travma değil ki! CTP ne zaman iktidara gelse, ne zaman Koalisyon hükümetinde yer alsa hep böyle tedirginliklerle huzursuzluklar yaşıyor! Aksine ne zaman muhalefete düşse, tek ses tek nefes aslanlar gibi kükrüyor!
UBP tam aksine! Ne zaman muhalefete düşse sudan çıkan balığa dönüyor!. Vakta ki iktidar oluyor, aslanlaşıyor! Bu ne demek oluyor? UBP ne demek olduğunu hem biliyor hem de itiraf ediyor. Nitekim KKTC’de önemli bir “sermaye kesimi ” yoktur ama sırf Sağ’ı işaretleyip formüle edilebilmek için Sol kesim UBP’nin yakasına “sağ” etiketini takarken Kendine de senetsiz sepetsiz ve otomatik olarak “solu” ayırdıydı! Eh, sen memleketin siyasi partilerini eğer karakterize edersen onlar da kendi kesimleri ile olanaklarından nemalanırlar! Nitekim UBP öteden beridir oylarını büyük oranda “sermaye” kesiminden devşiriyor. Sol CTP bakıyor ki sadece kendi kesimi ile seçim almak kolay olmayacak bu kez partinin adının yanına “birleşik güçler” yazarak kabuğundan çıkmayı deniyor! Fakat yine olmuyor! Çünkü: Daha Denktaş’ın UBP’yi kurarken şemsiyesini açıp “köylüsüne, işçisine, memuruna, öğretmenine, iş insanına, doktoruna, avukatına “hadi buyurun hepinize yer vardır altında toplanın” çağrısı yaptığı gün, zaten UBP “kitle partisi” unvanını aldıydı! Hâlâ da olmadığı halde “kitle partisiyim” demektedir! Ee CTP nedir? Canları sıkılacak ama müzakereler sürecinde Eroğlu’nu karalamayı kendine vazife edinmiş parti! Başka?
Bir iktidar partisi bu kadar kısır döngü içine girerse tabi ki hem huzursuz olur hem de kendi içinde dövün dövün dövünür. Nitekim CTP’ye bir de bu objektiften bakın: Ne görüyorsunuz? Talat’tan Akansoy’a, Soyer’den Sonay Adem’e, genç jenerasyona kadar… Var mı ağzı kulaklarında tek politikacısı! Bir de UBP’den kopan fakat misyonları değişmeyen DP ile UG’ye bakın! Maşallahları vardır. Dört tambura bir okka! Hükümetin tüm zafiyetleri ile şaibelerini Yorgancıoğlu’lu CTP’ye yıkarken, kendileri de hep “iş yapıyorlar” havalarını basıyorlar!” Her sorunu da şip şak çözüyorlar!
KISACA CTP “eskilerle” yeni jenerasyonu parti içinde nasıl yeniden bütünleştirir bilemiyoruz ama kendine gelebilmesi için “muhalefet” oluşa ihtiyacı vardır bu bir gerçek!… KISACA: Bugüne kadar CTP’li kurmaylar önlerine gelene “statükocu” yakıştırmasında bulunurlarken zannediliyordu ki iktidar olduklarında memleketi “bir baştan bir başa yeniden var edeceklerdi!” Kendilerine bile yar olamadılar, anlattığımız budur!