Daha önce de tekrarlarımız teamülünde sık sık yazdıktı: “Rum tarafı Türk tarafından çok daha fazla çözüm istediğine” yönelik imajını kaybetmemek için müzakere olasılıklarını hep sıcak gündemde tutuyor..
Neden? Çünkü korkuyor! “Çözüm umutlarının yitip gittiği yerde “korsan” yada “işgal altındadır” dediği Kuzey’in de fakto statüsüne karşın, uluslar arası arenada “devlet” olarak tanınmasından korkuyor…
Yani KKTC’nin “kalıcılaşmasından…”
Bir başka ifadeyle Kuzey üzerindeki egemenlik hayallerinin sönüp gitmesinden…
OYSA müzakereler devam ettiği sürece Kuzey Kıbrıs “tanınmamış ve işgal altında bir korsan devlet” olarak kalmaya mahkûmdur. Bu da Rumun hayallerinin, (bize göre yorumu, Allahtan umut kesilmez) inancında devam etmesidir..
Yani Rum hâlâ zamana oynamaktadır!
YA BİZ? İlk defa Sn. Cumhurbaşkanı Akıncı “artık ucu açık müzakere yok” dedi! Çok iyi söyledi..
Çünkü Türk halkı 44 yıldır müzakerelere, ambargolara tutsak, dünyadan tecrit edilmişliğiyle yaşarken, “çözüm olacak” sözleri ve beklentileriyle de uyutulmaktadır!
Tanınmamışlığıyla, uluslar arası ilişkilerde siyasi yönden tırnak kadar öneminin olmadığı da bir başka gerçektir! Ki Allah “insanı kendi kaderini tayin etmeye muktedir tek akıllı canlı olarak yarattı.”
Bizse sittin senedir müzakere masasında, Rum’un bahşedeceği olası bir çözümle kaderimizi tayin etmesini bekliyoruz! Sümme haşa!.. Bu Rum Allah mıdır ki? Hangi hak ve yetkiyle benim adadaki kaderimi, geleceğimi tayin edecek?
KALDI ki Türk halkı Kuzey’e keyfinden gelmedi ki? Ne de Türkiye durup dururken garanti hakkını kullandı!
Fakat karşımızdaki “Rum” o kadar pişkin, o kadar kalleş ve insafsızdır ki dünyayı inandırmış “Türk halkı TC ile birlikte Kuzey’i işgal etti” diye!
Türk halkı Kuzey’i işgal etmedi! Ölmesin, kendine güvenli bir toprak parçası oluşturup vatan yapsın, varlığını sürdürebilsin diye Kuzey’e sığındı.. Zaten denizden öte gidecek bir başka yeri de yok!
BU Nedenle eğer müzakereler başlayacaksa takvim konmalı.. Hatta KKTC tanınmalı diyeceğim ama bugüne kadar Rum-Yunan siyasi sahtekârlıklarını ne AB’de aşmayı başardık ne BM’lerde! Ki devlet oluşumuzun tescili bile iki dudağı arasında!
NEYSE ki Anastasiadis bile Kuzey’i ziyaretinde (canı sıkılsa da) KKTC devletini temsil eden polisi, askeri ve bayrağını selâmlamak durumundadır… Ki Rum tarafı artık Kuzey’i çözüm olsun veya olmasın kendisi ile daha asırlarca birlikte yaşayacağı bir Türk beldesi bir Türk devleti olarak kabul edip masaya bu akılla oturmalıdır.. **********
ANLATMAYALIM MI? (MEMLEKETİ HARCIYORUZ!)
Bayramdan sonra yada önümüzdeki Pazartesi ile birlikte neler olur neler değişir bilmiyorum. Şimdilerde Trump’ın başı hem siyasi hem de özel hayatıyla ilgili skandallarla dertte..
Hatta cumhurbaşkanlığı görevinden azledilmesi bile gündeme gelmiş konuşuluyor ki Trump, sanki Amerikan tanrısıymış gibi “ben gidersem piyasa çöker” diyor!
HİÇ gam değil ama ABD’de Bush’lardan beridir Beyaz Saray’a çıkan cumhurbaşkanları hep gideni aratmıştır.. Yani artık Amerika’nın kaderini “iyinin iyisi değil, hep kötünün kötüsü cumhurbaşkanları tayin ediyorlar! Dolayısıyla dünyaya da “kötülüklerini” yansıtıyorlar!
BUNLARI düşünmek zorunda kalırken fena halde moralim bozuluyor! Çünkü tüm bu dünyasal olayların içinde ne kapana kıstırılmış aslanız ne de fare! “Hiç” durumundayız ki “ne olacak anam diyorum bu hallerimiz!”
NİTEKİM koalisyon hükümetinde gitgide yalnızlaşırken, “tek tüfek” kalmaya başlayan Başbakan Erhürman tatil falan demeden, “tek başına market denetimlerine çıkıyor, açıklamalar yapıyor, mevcut krizi izale edeceğini sandığı tedbirlerden bahsediyor…
Ve diyor ki halka, “şikâyet edin, ihbar edin! Kısaca ekmeğinizi çalanları, cebinizdeki parayı haksızca gasp etmeye çalışanları affetmeyin…”
NE var ki şu son günlerdeki dövizden kaynaklı kriz, tutun ki KKTC’nin aynasında yansıyan tek olay! Ya ötekiler?
Ya geçmişte kalmışlıklarıyla gitti gider kayıplarımız!
Mesela çarpık yapılaşmanın örnek ucubesi durumundaki Girne kentini bir daha geri getirmek mümkün mü? Bitti gitti!
Ve tam ucuna geldi: Sıra Mağusa’da! Bitip gitsin diye heyamola çekiyor.
İskele’nin hakkını yemeyelim. Bu yıl hükümet “kalkınacak yöre seçti İskeleyi!” Neyle kalkınacak? Başladı bile çok katlı binalarla! Ekilecek topraklara apartman dikmekle! Yavaştan yavaştan sahillere oteller kondurmakla!
Lefkoşa’dan hiç söz etmiyorum.. Kaç zamandır arabamla gitmeye korktuğum bir kent oldu..
KISACASI nüfusumuzun bir gün bir milyona ulaşacağını da düşünebiliyor muyuz? Düşünüyorsak eğer ekim alanlarıyla iskân alanlarını birbirinden ayıracak planlar yapıyor muyuz?
Daha şimdiden bir milyon turistten, yüz bin üniversite öğrencisinden söz ederken; o bir milyona katlanacak nüfusa bu ülkede nasıl bir gelecek hazırladığımıza, neleri sunacağımıza kafa yoruyor muyuz?
(Kİ bu ülkede çarpık yapılaşmalar başladığında o yapıların yasal izin yetkili ve sorumlularından biri de “Mimar mühendis Odaları Birliğiydi!” Çarpık yapılaşmalar Belediyelere, hükümetlere rağmen devam ederken sesini yükseltip, “yeter yanlış yapıyorsunuz” diyebilecek güçte tek kurum..) BUNLARI neden anlatıyorum? Memleketi harcıyoruz, anlatmayalım mı?