Her halde “düşünmenin” sonucudur! Kafalarımızın bir köşesinde saplantı haline geldiği için söküp atamadığımız bazı sorunlar vardır. Çoğu zaman “söyleyip yazmak” gereğini duymuş da olsanız, “bireyselliğinizi aşan toplumsal sorunlar içinde “zamansızlığı” çaktıklarından isteseniz de onları seslendirip yazamazsınız! Hani şu müşterisine malını satan satıcı gibi kendi beğeni ve tercihlerinizi öteleyerek “kamuoyunun” beklentilerini karşılayacak, meraklarını izale edecek güncel konuları yazarsınız.. Ki “Köşecilerin” kaderidir bu! Kafanızdakileri değil, güncelliği yorumlarsınız!
NİTEKİM eğer bir gün memleketin Başbakanı onca sorunları arasında kalkar da “sosyal medyada” nedenini kendisinin de bilmediği bir tatsız saldırı yada istenmeyen ithamlara maruz kaldığı için bir “kadın ve onun hakkında paylaşım yapanların” hakkında polisi harekete geçirirken yargı yolunu da açarsa; kafanızdaki olanca konuları öteler, “Başbakanın olayını” konu yaparsınız..
Kaldı ki sosyal medya film yada dizi sanatçılarının yarattıkları bu tip “skandallar, dedikodularla” doludur ki meraklılarına yetip artarlarken doğrusu nice önemli sorun ve konuların da canına kanına girmektedirler!
…Elbette “kabul edilmesi mümkün olmayan rencide edici kişisel saldırılar karşısında “suskun kalınmalıdır” demiyorum.. Ama “şeref sorunu” yapılmış olsa da zaten yargıya intikal ettirilmiş bir olaya karşın: Koronavirüs gibi sürekli ölüm saçan, insanların canına kast eden bir felaket terminatörü yaşanır… Sayesinde büyük bir ekonomik krize girilir… Eğitim üretim rölantiye yatırılır… İthalat ihracat dururken… Doğrusu, Sn. Başbakan’ın sosyal medya konusu olmasına hiç gerek yoktur!
Kaldı ki “bugüne kadar Koalisyon Hükümetinin Koronavürüs olayı karşısındaki inisiyatifi, aldığı tedbirleri genelde başarılı olurken..
***
…ŞAŞKIN ÖRDEKLERE DÖNÜYORUZ!
YUKARIDAKİ yazıma başlarken “biz “Köşecilerin” kafasının bir kenarında hemen ve her zaman “yazmam gerekir” dediği konuları olduğunu vurguladıydım..
Mesela bu konulardan bazıları virüs gibi saplandıkları beynimde, bazen “Başkanlık sistemine geçmemiz” gerektiğini bazen hiç bitmeyen tekrarlarda “kooperatifleşmeliyi” çakaalarken… Yanı sıra artık gençlerimizi kırsala dönecek, kırsalda tutacak kalkınma planları yapmayı hatırlatmaktadırlar!
…Ve hep Türkiye’ye bakarım: Çünkü şuna inanıyorum. “Bu adada gelecekte de var olacaksak büyük oranda Türkiye’nin her yönden desteğine ihtiyacımız vardır!”
Fakat unutmamak gerekir: Türkiye’nin bize ihtiyacı olduğu imajını çakacak siyasi ve stratejik ortaklığı her zaman diri tutacak işbirliği yaratılmaz ve “TC’nin vilayetiymişiz” gibi sürekli yardımlarıyla parasal katkılarını, “öyle geldi böyle gider” teammüllerinde sürdürürsek… Gerçekten gün gele “vilayeti” olmaktan başka çaremiz kalmaz!
Yani ne? Devlet olmayı, devlet gibi hareket etmeyi öğrenmemiz gerekir.. ***
BUNLARIN ötesinde artık günü birlik yaşamayı değil, adada kendi toplumsal kaderimize sahip çıkacaksak bu ilkeyi “ulusal” kimlikli bir yol haritasıyla KKTC gerçeğine mal etmemiz gerekir..
Rum tarafının “müzakerelerle” oynamasına izin vermeden eğer masaya çözüm için oturulacaksa, “ilk söz ve şartın” da artık bizim olması gerektiğini bu ulusal “kararlılığımıza” katmalıyız..
Katmalıyız ki ya gerçekten “iki bölgeli, iki toplumlu siyasi eşitliğe dayalı ve Türkiye’nin garantörlüğünü içeren bir çözümü sonuna kadar savunurken inşasını da gerçekleştirip müzakere masasında Rum tarafının gözünün içine sokup gerçeği görmesini sağlayalım…”
Yada bırakın Güney’deki Rum’u.. “Türkiye ile olagelen ilişkilerimizi bile restore edemeden “basit bir kasaba toplumu esamesinde kalalım!”
***
ÇOK kısaca: “Kabul” diyorum! “Az zamanda başarılı denecek bir gelişme gösrerdik.. Yirmiyi aşkın üniversite sahibi olduk.. Sahillerimize dünya çapında kumarhaneli turistik oteller dizdik.. Neredeyse yılda bir milyon turist görecektik.. İnşaat sektöründe patladık çatladık ki yedi düvelin insanına apartman daireleri villalar sattık!
Fakat bir Koronavirüs tsunami gibi üzerimizden gelip geçerken gördük ki bütün o sahip olduğumuz “varlıkların” ancak bir üfürüklük hükümleriyle değerleri vardır!
İşte KKTC’i bu bir “bir üfürüklük oluştan” kurtararak kalıcılaştırmalıyız. Asıl büyük ve ulusal başarıyla hedeflenecek olay budur…