Geçen hafta, KKTC olalı beridir ilk kez Türkiye karşısında ciddi bir hukuk sınavı vermekle karşı karşıya kaldıktı. Konu “aramızda oldukları iddia edilen Fetöcü’lerdi ve bunların listesi TC’den gönderilmişti. Buna karşın:
İÇERİĞİ BİLİNMİYORDU: Bu “Fetöcüler” konusuyla ilgili gelişmelerle ileri soruşturmaların nasıl yapıldığını bilmiyorduk!
KKTC’de görev yapan polislerin ki yurttaşlarımızdırlar, nasıl “Fetö”cü olduklarını da henüz anlamadıktı!
Başsavcı yardımcısı muavini, 53 polisle, sonrasında 300 kişilik bir Fetö dosyası olduğunu da açıklarken tabi ki hangi delillere dayanıldığını bilmek mümkün değildi.
Hatta bu tutuklamaların iş insanlarına kadar dayandığı da söyleniyordu…
HUKUK SINAVI: Gelelim söz konusu “sınava:” KKTC’de böyle bir olay ilk kez yaşanıyor. Ortada “fiili” bir durum yok. Ama “Fetöcü” oluş iddiası var..
Tabi ki liste TC’den gelmiş. Yoksa düz bir mantıkla şöyle düşünmek mümkün:
“Suçlanan bu insanların 15 Temmuz yahut Fetö ile ilgisi olsa olsa, “kimdir be bu adam” merakında Gülen’in kitaplarını bulup okumak, araştırıp fikir sahibi olmak yahut TC’de gelişen olayları takip etmekten öte ne olabilir ki?”
Kaldı ki konu sadece “kitaplar, gazetelerle” ilgiliyse kanunlarımıza göre bunlar “düşünce suçu” olamaz, yargılanamaz!
Öte yandan bazı hukukçularımız da “Fetöcü” oluşları ile suçlanan bu yurttaşlarımızın burada yargılanmalarının abese iştigal olacağını zaten “TC ile suçluları iade anlaşması var hemen Türkiye’ye iadelerini” savundu..
Bizim “işte hukuk sınavı” dediğimiz olay da burada başlar. Biliyoruz ki bu insanlar suçlu da olsalar suçsuz da olsalar burada yargılanmadan TC’e iadeleri halinde, oradaki yargı sistemi içinde sadece mahkeme önüne çıkarılmaları bile yılları alabilir.. Hapiste geçirecekleri bu süre içinde bile eğer suçlu olmadıkları anlaşılır ve beraat edilirlerse aradan yıllar geçer! Yani bu insanlar hem mesleki hem gelecekleri hem ailevi yapıları yönünden tarumar olur, hayatları kararır…
Suç ortaya çıkarılmadan insanların hayatlarının bu kadar ucuz ve bencilce harcanması da adalet değildir! İnşallah bu sınavda kırık not almayız.
_______________________________________________________________________________
VİCDAN VE AHLÂK OLMADAN KANUN OLMAZ!
Geçtiğimiz hafta bir tuhaf hukuk olayı da bürokraside yaşandı, tartışması hükümetle saray arasında sürdü.
Olay biliniyor: Sayıştay Başkanı Osman Korahan Bayındırlık ve Ulaştırma Bakanlığı özel kalem müdürü olan ve görevi tamamlanan kız kardeşinin yerine bu kez eşinin atanmasını talep etmiş ve Hükümet tarafından da atama kararı, Sn. Cumhurbaşkanı Akıncı’nın “imzalamasına” gönderilmişti. Fakat Cumhurbaşkanı “ne hukuk ne de etik yönden uygun değildir” diyerek imzalamamıştı. Her halde tartışması bu hafta da sürecek olan bu “hem siyasi hem hukuki hem de ahlâki atama olayının” düşündürücü yanları çoktur, bunları da zaten geçen hafta sonunda Sn. Akıncı bir bir hatırlattıydı. Fakat asıl söylediği “doğru” şuydu: “Cumhurbaşkanlığı hükümetin her kararnamesini etik, hukuk ve vicdan süzgeçlerinden geçirmeden sorgusuz sualsiz imzalamakla görevli bir makam değildir…” Ve niçin imzalamadığının nedenini de “etik yönden uygun görmemesine bağladı.” Ki doğrudur: Çünkü:
HUKUK VE ETİK: “Devlet ve hukuk” felsefesinin sorunlarıyla “etik” sahasının sorunları iç içedirler.. Hukukçular çok iyi bilirler. Kanunlar ahlâki ve vicdani değerlerden neşet eder. Çünkü çoğu zaman o vicdani ve ahlâki dediğimiz yüksek değerler, sapmalar sapkınlıklar gösterdiği içindir ki insanların hareket ve faaliyetlerini düzenlemeye yetmedikleri yerde Devlet ortaya çıkar.. Anayasası, yasaları, ulusal politikası ile..
Sn. Akıncı bu devletin Cumhurbaşkanı olarak kendilerinin de ifade ettiğince sadece hukuk normlarıyla değil, o hukukun içinden çıktığı “etik ve vicdani değerleri” de göz önünde bulundurur.
BU NEDENLE: “Sayıştay başkanının kız kardeşinin ayrıldığı görev yerine karısının atanmasını talep etmesini ve atamayı hükümete onaylatmasını Sn. Cumhurbaşkanı da onaylamak zorunda değildir.. Çünkü bizatihi halk katlarında olumsuz tepkiler görmüş, protesto edilmiş bu tatsız atama kararı neresinden baksanız bürokrasiyi zafiyete sokacak, ahlâki yönden de şaibeli bir olaydır…
Bu hafta gelişmeleri göreceğiz tabi! Bakalım sınavı kim kazanacak! Vicdan ve ahlâk mı yoksa toplumsal değerleri dikkate almadan kanunları tepeleyenler mi?
_______________________________________________________________________________
KISACA TAKILDIĞIM: (EĞİTİM BAKANI NEDEN ALINIYOR?)
Geçen hafta suskunluğunu bozan Özdemir Berova’nın sesini de işittikti. “Tükenmedim hâlâ ayaktayım” dercesine yaptığı yazılı açıklamasıyla Bakanlığına yönelik eleştirilerin yersiz olduğunu hatta nakillerin bile hazır olduğunu söylüyor “her yıl olduğu gibi gene bir karalama kampanyası sürdürülüyor” diyordu!
Yapmayın Sn. Bakan. Çünkü Her yıl olduğu için bu yıl daha okullar açılmadan hem ilgili sendikalar hem medya uyarılara başlamış, “aman ha geçen yıllardaki gibi eksiklikler aksaklıklar olmasın çünkü hem öğrenciler hem veliler bu olanlardan zarar görmekte, toplumun huzuru kaçmaktadır” demişlerdi.. Bunun karalamayla ne ilgisi vardır?
Buna karşılık şunu kabul ediyoruz. “Eğitim dur durak bilmeyen, her yıl değişebilen fakat “geriye” doğru değil “ileriye” doğru bir yenileşme ve gelişme sürecidir.. Daha üç dört yıl öncesine kadar öğretmen kara tahtanın önünde elinde tebeşirle yaza çize anlatır öğrenci de öğrenmeye çalışırdı! Oysa şimdi öğrenci cebindeki internete girip de öğrenebilir öğretmenin öğretmeye çalıştığını!
“Eğitim Bakanlığı” bu nedenle zordur. Artık “çağ” değil, bir yıl sonrası yakalanamazsa o eğitim bir “hiç” olur! Bu nedenle uyarılara darılmayın.. Memnun olun ki “Bakanlığını uyaran duyarlı takipçilerin vardır, diğerlerinin bu da yoktur, lam cim demeden greve giderler!