SEÇİM BİTTİ: BUNDAN SONRASINA BAKMALI - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 24, 2024
Köşe Yazarları

SEÇİM BİTTİ: BUNDAN SONRASINA BAKMALI

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

 Bir süre “yazıma” nasıl başlamam gerektiğini düşündüm. Hatta bir iki cümle yazdım, beğenmedim geri döndüm. Çünkü kim seçildi bilmiyordum. İlgisiz bir şeyler yazmak da istemiyordum. Dolayısıyla galiba can sıkıntısından olacak, gayriihtiyari şunu düşündüm: “Kim kazanırsa kazansın. Ne fark eder ki?”

Pekala ama gerçekten öyle mi? On bir adaylı iki turlu bir Cumhurbaşkanı seçimi bu kadar mı sıradandır? Seçilen Cumhurbaşkanının Türk halkının siyasi kaderini tayini konusunda hiç mi yetkisi etkisi yoktur?


MÜMKÜN mü? Karşı tarafla masada müzakerelere katılan, pazarlıklar yapan, haritalar sunan, bazen o müzakere masasına yumruk vuracak kadar sinirlenip Rum Cumhurbaşkanı ile kavga edip hatta masayı terk eden… Bir Cumhurbaşkanını önemsizleştirmek mümkün mü?                Kaldı ki seçim kampanyası boyunca “devletçi” ve “federasyoncu” görüşleriyle tartışan adaylar bir gün kendilerini müzakere masasında Rum tarafıyla görüşürken bulduklarında, halkın oylarıyla onayını aldıkları çözüm modelini savunacak değiller mi? Yani ya federasyonu ya iki ayrı devleti.                                                                           Elbette. Nitekim bugüne kadar seçilen Cumhurbaşkanları Rahmetlik Denktaş’tan başlayan bir süreçle Akıncı’ya kadar gelirken tutun ki o masada halktan, Meclis’ten, Ankara’dan aldıkları destek ve onayla kendi politik deneyim ve becerilerini de katarak hareket ettiler mi?

PEKİ “kim seçilirse seçilsin” dedirtecek kadar “yanlış olan” nedir?                                       Şudur: Bugüne kadar biri tanınmış biri tanınmamış iki devletin Cumhurbaşkanlarının tüm müzakere seanslarında nasıl bir federal devlet oluşturacaklarını görüşmeleridir! Yanı sıra Türk tarafının ne kadar toprak iade edeceğini görüşmeleridir!.

Yani ne? Her defasında Türk tarafı masaya Rum tarafınca tanınmamış, artı Kuzey’deki toprakları Türkiye tarafından işgal edilmiş, kendini dünyaya mağdur ve mazlum olarak tanıtan Rum Devletine ödün vermek için oturdu! Üstelik tanınmış Rum devleti karşısında tanınmamış “korsan” damgalı bir Türk yönetimi olarak!                                     Rum tarafı yıllarca bu siyasi konumumuzu tepe tepe kullanarak   müzakerelerde hep üzerimize sereceği federasyon şemsiyesi altındaki siyasi haklarımızı kendine “adanın tüm egemenliğini ele geçirme manevralarıyla sürdürdü! Haritaları da kendi stratejisine uygun şekilde oluştururdu!                                  OYSA kırk altı yıldır asıl mağdur ve mazlum olan bizdik! 46 yıldır devlet olarak tanınmamışlığımızın siyasi açmazlarında ancak TC’nin himmeti oranına bu adada var olmaya çalışan da bizdik! Ki bundan sonra da masaya hangi Cumhurbaşkanı oturursa otursun, Rum tarafıyla görüşmek zorunda kalacağı ne birbirlerini tanıyacakları “iki devletli bir çözümdür” ne de “Rumun kabul edeceği siyasi eşitliğimize dayalı iki devletli federasyondur!”                                                                                          ***

DOLAYISIYLA tekrar başa dönerek yazmak gerekirse kim seçilirse seçilsin “eğer siyasi sorunumuz ayni zamanda ulusal davamızsa, seçilen Cumhurbaşkanı bu “ulusal davayı” savunmak zorunda değildir demek yanlıştır, savunmakla yükümlüdür.

Artı Rahmetlik Denktaş’tan bugünlere köprülerin altından çok sular aktı. Bugünün dünyası 46 yıl öncesi dünya değildir! Kıbrıs adası da bu dünyadaki konumuyla o yılların Kıbrıs’ı değildir! Bu nedenle değişen dünya ile dolayısıyla çok daha büyük oranda değişen “bölgemizi” de dikkate alarak artık “yeni bir ulusal davanın ilkelerini” saptamak zorunluğumuz vardır. Yani bundan sonra 1960’lardan kalmış köhne “Kıbrıs Cumhuriyeti” ahkâmları üzerinde oluşturulacak bir federasyon hayaliyle bu adada barışçı çözüm sağlamamız ve varlığımızı güvenceye almamız mümkün değildir!

Dolayısıyla en az Güney’deki Rum kadar ne istediğimizi, hangi uğurda kimin için mücadele ettiğimizi bir kez daha yeni bir “ulusal dava” anlayışında saptamamız gerekir. Halkın katılımıyla.. Meclisimizle, STÖ’leriyle ve Ankara ile…

***

FEDERASYONA yada iki Devletli çözüm tartışmalarına gelince:

Zaten biz kendimize “devlet” demiyor muyuz? Bir devlet olsa olsa “nasıl devlet olması gerektiğini” tartışır.

Fakat “tanınmamış” olduğumuzdan biz hâlâ karar veremedik! 1960 Kıbrıs Cumhuriyetinden kalmış “antika devletin bir ortağı mıyız yoksa 1983’de ilan ettiğimiz “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” miyiz?

Olası bir çözüme de yansıyacak bu siyasi karmaşadan hâlâ kurtulamadık! Kıbrıs Cumhuriyetini savunarak “federal sistemi” oluşturmaya çalışanlar için  KKTC “geçici” olurken, KKTC yanlıları için de Kıbrıs Cumhuriyeti 1963’de kadük duruma düşmüş  tarihi hatıradan başka bir şey değildir!

Nitekim benzer görüşler hem Annan planında hem Crans Montana’da ortaya konmasına karşın Rum trafınca kabul görmedi gerçekte asıl kabul etmemesi gereken Türk tarafı ise “evet” dedi!

(Bütün olay da “nasıl olursa olsun sağlanacak bir çözümle Avrupa birliğine girmekti!” Sonra AB’ye göç yolları açacak, Kuzey’de eriyip giderken Rum sultası altında ne dava kalacaktı ne vatan!)

“KİM seçilirse seçilsin” dediğimin ötesine şunu da ekleyim. Geçtiğimiz seçim propagandalarında hemen tüm adaylar “toplumsal birlik beraberlik” çağrılarında bulundulardı. Her ne kadar kendilerini seçilecek Cumhurbaşkanı adayları olarak lanse ettilerse de  demek ki Kuzey’de parça körçe olduğumuzu onlar da kabul ediyorlardı!                                                                         O zaman toplumsal birliğe gerçekten ihtiyaç vardır.. Bu Akıncı ile de olur Tatar ile de olur. Önemli olan masada “Akıncı’nın yada Tatar’ın (hangisi seçilmişse) veya bir başka Cumhurbaşkanının kendi kişisel görüşlerini savunması değildir.. Toplumda sağlanacak o birlik beraberlikle saptanan “çözüm modelini” savunmasıdır.

Yoksa biz bu davayı kaybederiz kardeşim!

***

KISACA TAKILDIĞIM:

Geçen hafta bir vesileyle Cumhurbaşkanı Erdoğan Türkiye’deki erken seçim söylentileri üzerine şöyle bir açıklama yaptıydı: “Biz bir kabile miyiz ki zamanı gelemeden seçim yapalım..”

Oysa sık sık yazar söyleriz. KKTC de bazen bir buçuk bazen iki yılda bir erken seçim gerçekleşir.

Şimdi eğer Erdoğan’nın ifadelerini Aristo’nun “organon mantığına” uydurursak şöyle bir yargıya varırız.

“İktidarda kalma süresi dolmadan erken seçim yapanlar kabiledirler! İmdi KKTC’de de zamanı gelmeden her iki yılda erken seçim yapılıyorsa O halde KKTC bir kabiledir!

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar