İYİ Kİ “DEVLET” dedik kendimize:
Nitekim bu vesileyle “ne zaman hissettim” diye sordum kendime.
Ki 1974’lerden beridir “devletiz!”
“Tanınmamış olması” kendimi bu devletin bir yurttaşı olarak kabul etmeme hiç engel değil..
Hatta halkların BM’lerce kabul görmüş self determinasyon hakkında da dünyasal bir devletim.. VE böyle “ulusal tarihi süreç içinde siyasi nitelik kazanan bir devlete inandığım için de kendimi şanslı hissediyorum. Çünkü:
“Ya 1963 sonrası ahkâmlarının siyaset labirentlerinde dönbaba olurken kendimize hâlâ “azınlığı” çağrıştıran “cemaat” demiş olsaydık! Türk cemaati olarak kalsaydık? Bırakın dünyanın BM’lerini, Güney’deki Rum’un karşısına hangi siyasi yapılanmanın haklılığıyla inandırıcılığında çıkabilirdik ki?
***
SORDUĞUM ŞUYDU AMA: “Devlet” olduğumuza inanmak için onu hissetmemiz gerekmez mi?
“Evet” diyorsam işte devlet oluşumu çakan o “hissettiklerimle,” inancıma kazınan “Devlet” mefhumu değil midir? Anayasası, kurumları, tanınmasa da nasılsa becerdiği dünyasal siyasi ilişkileri, maliyesi, sosyoekonomik yapısallığıyla; üstelik her yıl bir erken seçim yapacak kadar devlet.. Üstelik Cumhurbaşkanından Başbakanına, Meclisinden Bakanlarına, Muhalefetinden iktidarına… Kadar tüm “devletsel organları” bir tamam devlet! ***
OYSAAA! Yıllar yılıdır gazete köşelerinde laflama yaparken ne diyordum? “Devletiz ama devlet değiliz!”
Ne demek bu? Siyasi yönden tanınmamış olmamız nedeniyle değil!
BİZİM kendimizi “küçümsememizden!..” Bu nedenle devleti sürekli küçük düşürmekten! Siyasi yapılaşmayı, kurumlarımızı yozlaştırmaktan.. *** OYSA: Sınırları içinde yaşarken hayat vermeye çalıştığımız namı diğer KKTC’e olan toplumsal inancı bir “devletlu” gibi yaşatmaktır asıl “büyük” olmak! Oysa: ***
1974’lerden beridir bu devlete yapmadığımız kötülük kalmadı!
Hançerlemediğimiz tek yanı dolayısıyla kanını akıtmadığımız gününün olmadığınca!
Kİ sayesinde şişinenlerin yada telef olanların, kaybedenlerle kazananların Devleti olmak gibilerinden bir dünyasallığa da ulaştık..
***
BUGÜNE KADAR ve 47 yıldır bazen bir dantele gibi ördüğümüz… Bazen bir binayı inşa eder gibi taş üstüne taş koyarak yükselttiğimiz… Bazen yaşatmak uğruna toplumsal seferberlik bayrakları açtığımız… Bazen ekip biçilecek topraklarına, vatanın sağlık ve egemenliği uğruna kanlarımızı akıttığımız…
“Varoluşumuzun” dünyasal ispatında “bağımsız ve egemen devlet olduğumuz” bu topraklarda da elbet makamlar ikballer gelip geçicidir ama, devlet kalıcıdır öyle olmalıdır değil mi? ***
BU NEDENLERDEN dolayı KKTC devletinin tarihi sürecinde büyümesini beklerken, tüm oluşturup yarattıklarımızı yüceltmek isterken, makamlarını kirletmememiz gerekir.. *** …YUKARIDA laflamasını yaptığım KKTC, şu son dönemlerde tüm bu düşüncelerle beklentilerin aksine hiç bu kadar horlanmadı kirlenmediydi ama!
BU nedenle diyorum: Lütfen bu devletin makamlarının içine değil, eğer büyük ihtiyaçsa dışına edin!
HER yıl bir yeni seçim yapacak kadar siyasi irade sahibi olan bir toplum “devlet değil de nedir?”
***
MESELA Özker Yaşın.. Öteki nam’ı adıyla “Terzioğlu” bakın 1970’ler “Topluma gazel” şiirinde ne diyor:
“GÖRÜŞMELERDEN sonuç sıfıra sıfır demek.. YA senin kaderindir ey toplumum beklemek.
İsmet Paşa atanmış inanıp bay Jhnson’a
Ne yazık bunun için atmamış Rum’a kötek!
Neticede kabaklar başımıza patladı.
Yıllardır yaptığımız dertlere dert dert eklemek.
Denktaş’la Klerides ne konuşurlar bilmem
Elbet güzel oluyor buluşup kebap yemek.
Şu tazminat işini bir sıraya koymadan
Doğru mu göçmenlere geriye dönün demek.
Rumlar koşar adımla geliyor hedefine
Biz hedefsiz kalmışız işimiz emeklemek…
***
ARADAN yarım asır geçti. Var mı bir değişiklik?