Politika, değiştirilemeyecek gerçekler için yapılmaz. Varılmak istenen hedefler için yapılır. Bu nedenle olmalı yıllardır Kıbrıs siyasi sorunu çözüme ulaştırılamıyor.
Çünkü “komşunun” amacı bir çözüm sonucunda adanın Türk ve Rum toplumları arasında hakçasına paylaşılmasını önlemekse.. Bir diğer amacı da geçen süre içinde Kuzey deki halkın bıkıp usanıp, “nasıl olursa olsun yeter ki çözüm olsun” noktasına gelmesidir.
Bu nedenle bugüne kadar tüm müzakereleri muzırlıklarıyla sonuçsuz bırakırken, üstelik bunu bile politik becerisini kullanarak dünya aleme “Türkiye ve Türk tarafının uzlaşmaz tutumu” olarak duyurmuştur!
FAKAT bununla da yetinmemiş, Kıbrıs Türk toplum bünyesinde oluşturduğu Truva atları ile kaleyi içten yıkacak Rum dostu Türk sempatizanları kazanmıştır. Ki şimdilerde onları Türkiye karşıtı propagandalarıyla aramızda görebiliyoruz, açık ve net!
GERÇEKTE Kıbrıs siyasi sorunu kurulan müzakere masalarının ötesinde daha büyük ve etkin yoğunluyla “iki toplum arasındaki” ilişkilerde gelişmektedir.
Süreklilik kazanan “iki toplumlu” etkinlikler İlkokul öğrencilerine kadar indirgenirlerken “barış ve dostluktan” hareketle bir yandan da “Kıbrıslılar” mefhumu işlenmektedir.
Dolayısıyla “Kıbrıslı Türk ve Rumlar” öne çıkarken, bir üçüncü kesim de “Türkiyeli Türkler” olmaktadır! Şöyle ki sadece Güney’de “istenmeyenler” değil, Kuzey’de de “istenmeyenler” oluşlarıyla!
Buna karşılık Güney, Yunanistan’ı işaretle kendini Helen olarak ifade ederken, “Kıbrıs Helen’dir Helen Kalacaktır” sloganını da geçen yıllara karşın hâlâ dipdiri tutmaktadır..
…İKİ halkın ilanihaye bu süreci sonsuza kadar götüremeyeceklerini düşünürsek o zaman bir sonuca varmak zorunda kalacağız ki çok açık seçik eğer Kuzey’de ve Güney’de “Tanınmış ve birbirini tanıyan iki Devlet oluşumuna dayanan bir çözüm olmazsa, bu ada iki toplumu bu siyasi ve ekonomik koşullarda kaldıramaz, birinden biri göçüp gider!
*****
NİYAZİ KIZILYÜREK’İN ÖNERİSİ!
VE gelelim AKEL’in adayı olarak AB Parlamentosunda “Kıbrıs Cumhuriyeti” adı altında “Güney Rum Devletini” temsil eden Niyazi Kızılyürek’e.
Geçtiğimiz günlerde “Türkçe’nin AB’de resmi dil olması için bugüne kadar hiçbir öneri sunulmadığını, bu konuda Anastasiadis’in girişimde bulunmasını” önerdiydi!
40 Yıldır Güney’de yaşayan Kızılyürek’in AB Parlamentosunda konuşmalarını hangi “dil” ile yaptığını bilmiyorum. Fakat öncelikle kendisinin “Parlamentoda” Türkçe konuşarak en azından “adada bir Türk toplumu olduğunu..” “Kendisinin de o toplumun arasından çıkan bir Türk parlamenteri olduğunu..” Söyleyerek ve dayatarak bu konuda pek alâ da kulakları delerek önerisine kapı açabilirdi..”
ÖTE yandan: Tabi ki Anmastasiadis “AB parlamentosunda Türkçe konuşulması çağrısını yapmaz ama neden Anastasiadis yapsın ve hangi yetki ile?
Kıbrıs Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı yetkisiyle mi? O zaman Kuzey’de Sn. Akıncı ne oluyor?
Kaldı ki Anastasiadis KKTC adına hangi yetki ve sorumlulukla dış platformlarda temaslar sürdürüp önerilerde bulunmaya yetkilidir? Hem de Kuzey’deki Devlete “korsan, işgalcidir” derken…
FAKAT Kızılyürek’in “laganisine” su verip yeşertmeye çalıştığı asıl olay nedir bilir misiniz? “Kıbrıs Cumhurbaşkanı Anastasiadis’in AB üyesi olmayan Türkiye ile KKTC’i bypas ederek Kuzey’deki Türklerin de hamisi olabileceğini gösterip “işte barışçı yaklaşım” dedirtmesi!.. Bayatlamış politik taktiklerden de olsa hâlâ tepe tepe kullanılıyor ama! *****
HANGİ CİDDİ İŞ?
Bu halk yıllardır “öyle geldi böyle gider” tutumlarında “aslında dirlik ve düzeni bozan, istikrarı darmaduman eden olaylara o kadar alıştırıldı ki başına balyozla vurulsa gıkını çıkarmayacak!
Geçen gün, artık alışkanlık olduğu için “basit” dediğimiz bir olayı Mağusa hastanesinde yaşadım.
Bazı “tahliller” için önceden doktorumdan aldığım “raporla” sabah erken saatlerde hastahaneye uğradım. Daha mesai başlamamış, saat yedi. Fakat insanlar yoğunlunca ve tabi sabahın körü denecek saatte küme küme kapı önlerine doluşmuşlar. Kimileri tahlillerini yaptıracaklar kimileri ilgili doktora muayene olacaklar..
Tahlil bölümünün kapısında kuyruk oluşmuş. Ki çoğu hasta saat altıda gelip sıra numarası almış. Sıram gelip içeri girdiğimde baktım kan alan tek bir “hemşire” var. “Bayana neden tek başına olduğunu sordum. Diğer görevli izindeymiş, yerine bir başka hemşire göndereceklermiş, kaç gündür daha göndermemişler… (Hep o ayni hikâye yada hikâyeler!)
İnsanlar kuyrukta of puf çekmekte… Fakat en küçük bir şikâyet serzeniş de yok! Tevekkel ya Allah!
İŞTE kurumlarımız! Sadece seçilmişler değillerdir Devleti yönetemeyenler! Devleti asıl yönetmesi gereken Kurumlar da kendilerini yönetemiyorlar!
Dolayısıyla ya Kıb-Tek gibi hükümetle kavga etmek zorunda kalıyorlar yada greve giderek, hükümetle olagelen kavgalarının faturasını elektrikleri keserek halka ödetiyorlar!
İNANIN ne personel sıkıntısı vardır (ki her zaman fazlasıyla var) ne araç gereç yetersizliği. Olay “iyi yönetememek, iyi organize edememek! Artı, bu memlekette kimse yaptığı işi sevmiyor!
Çizmeden yukarı çıkmak istemiyorum ama insanlar zaten bıkıp usanmışlıkları içinde birbirlerini sevmiyorlar! İnsan sevgisinin olmadığı yerde hangi “ciddi iş” olur ki?