Bugünlere EOKA’yı TMT’yi yaşayarak.. Zürih Londra müzakerelerini izleyerek.. 1960 Kıbrıs Cumhuriyetini kurarak.. 27-28 Ocak direnişine katılarak..1963 Noel’inde akan kanlarımızda yıkanarak.. Sonrası “karanlık yılları” mevzilerde geçirerek.. Göç yollarında savrularak.. Acheson, Galo Plaza, Gali planlarıyla uğraşarak.. 1977-79 BM’ler Doruk Anlaşmalarını yorumlayarak.. Denktaş Kleridis müzakerelerini izleyerek.. Johnson mektuplarıyla kahrolarak.. Erenköy çarpışmalarında Rumun kurşunları ve bombalarıyla ölerek..1974 Barış Harekâtını idrak ederek.. Kuzey-Güney Türk Rum vatanlarını resmen ve yeniden çizerek..KKTC’i ilan ederek.. Rumlarla müzakerelere yeniden başlayarak… Geldik 2019..
Ki birlikte yola çıktığımız pek çok liderlerimiz, öncülerimiz, TM’cilerimiz arkadaşlarımız, çocuklarımız, gençlerimiz öldüler, şehit oldular, toplu mezarlara gömüldüler, kayboldular…
Arkalarında, “bir gün bu adada barışçı çözümü inşallah görürler” temennilerinde nesilden nesile, kimbilir kaç jenerasyon bıraktılar da…
Halâ ne çözüm var ufukta görünen ne umut edilecek barış!
Üstelik şimdi de kaç nesil sonra, çocuklarımıza gençlerimize, şimdi onların da tanıklık yapabileceği denizler ötesi yeni bir Kıbrıs sorunu daha hediye ediyoruz:
“Rum’un Yunanistan’la birlikte Doğu Akdeniz’deki enerji kaynakları üzerine sermek istediği sahiplikle gaspını!”
Türkiye bir yandan hakkını, bir yandan Kıbrıs Türk halkının hakkını “Rum’a yedirmem” diyor da…
Amerika ile S-400 füzelerinin kavgasını yaparken, Amerikan Mobil şirketinin Rum’un MEB’lerindeki sondaj çalışmalarına nasıl müdahale edebilecek ki?
Ha ne diyecektik? Büyük Türkiye’ye karşın ve 45 yıl sonra bile neden kendimizi bu kadar sorunlu ve bedbin hissediyoruz? **********
“SEFERBERLİĞE İHTİYACIMIZ VARDIR.
İç barışa ve istikrara ulaşmak için..
Bu nedenle Devletin Cumhurbaşkanı ile Başbakanı arasında iyi ilişkiler kurulmasını, koordineli çalışmalarını, laf ola değil, ciddi ciddi sürdürmelerini (eskiler canı gönülden derlerdi) evet canı gönülden arzu ederiz.
Burada bir hatırlatma yapayım: İktidarı döneminde Kıbrıs Türk halkının “yeni bir seferberliğe ihtiyacı olduğunu” söyleyen Erhürman, yanılmıyorsam bu kaygıdan hareket ediyordu..
Ki “seferberlikler” olağanüstü koşullarda ulusal çıkarlarda bütünleşen “birlik ve beraberliklerin” iş ve güç birliğine dönüştürülmeleri olmalıdır..
Nitekim yıllardır anlatmaya çalıştığımız budur:
Bizim gibi “siyasi tanınmışlığı olmadığı için istese de devlet işlevini yerine getiremeyen toplumların ne sağlıklı dış siyasetleri olabilir ne de sosyoekonomik büyüklükleri…
Yani şu: Yarın Doğu Akdeniz’de bir arbede yaşansa (zaten yapısal kusurlarımızdan dolayı pamuk ipliklerine bağlıdırlar) ne turist kalır turizmimizi sürdürecek ne öğrencilerimiz kalır üniversitelerimizi besleyecek..
Tutun ki yığında etkileşimde tüm kurumlarımız yerle yeksan olurlarken belki Türkiye düştüğümüz yerden elimizi tutup bizi kaldırır ama yiten yitmiş, giden gitmiştir olur!
Bu ve yaşamakta olduğumuz yığınla benzer gerçeklerdir ki beğenmesek de bizi “Seferberlik toplumu” oluşa iten etkenlerdir..
Zaten olağan bir toplum olarak yaşamadığımızı görmüyor muyuz? Tanınmamışlığımızla çözümsüzlüğün yarattığı siyasi ve ekonomik rizikoların varlık ve güvenliğimizi nasıl tehdit altında tuttuğunu hissetmiyor, ellemiyor muyuz? En basiti esenliğimizin olmadığını!. Bu nedenle:
Bakın ne kadar yasa çıkarırsak çıkartalım.. Devlete bağlı kurumları değişiklik yasalarıyla sürekli yineleyip işlevleştirelim.. Yeni yeni tedbirler alalım…
Farkına varmış olmalıyız: “Yüce” dediğimiz Meclisimizden geçen yasa ve Bakanlar Kurulu kararlarına karşın, düzgün çalışan, memnuniyetimizden bize göbek attıracak kadar mükemmel ne tek bir “devlet organımız” vardır ne özel sektörümüz ne de üretimle dolayısıyla ihracatımız!
Nitekim öyle olduğumuz içindir ki mesela geçen gün İçişleri Bakanı Ayşegül Baybars Rum tarafını işaretleyerek ve illegal olaylarla ilgili rakamsal verileri kıyaslayarak ne dediydi?
“Bakın Rum tarafına, onlar bizden daha beterdir!”
O rakamlar doğru da olsa gerçekten işitmek istediğimiz böylesi karşılaştırmalar mı?
Yoksa hem KKTC ekonomisinin hem de iç barışla istikrarın, Rum tarafıyla kıyaslanabilecek düzeyde olabilmesi mi?.
Yani biz “kanunsuzlukların sayılarıyla teselli bulmayı değil; sosyoekonomik kıyaslamaların yapılabileceği düzeyde bir toplum oluşumuzun müjdesini işitmek özlemindeyiz.
Her halde Seferberliğe de bu nedenlerden, varmamız gereken hedeflerimizden dolayı ihtiyacımız vardır.
Kısaca Sn. Akıncı ile Sn. Tatar’ın bu konuda öncülük yapabileceklerine inananlardanım.. **********
KISACA TAKILDIĞIM: (HAYIRLARA VESİLE OLSUN!)
Aslında “takılma” olmamalı! Beklenen, arzu edilen olmalı..
Ki ne diyorduk yıllardır?
Kuzey ile Güney arasında “iki devlete” dayalı ticari, ekonomik ve insani ilişkileri düzenleyici anlaşmaların karşılıklı imzalarla sağlanması bile bu adada Türk Rum halklarını yan yana ve güvenlik içinde tutacak “barışın” tesisi olacaktır. Bunun en güzel örneği geçtiğimiz günlerde Türk ve Rum suçluların karşılıklı olarak Kuzey’e ve Güney’e iadeleriyle yaşandı..
Ne sorun çıktı ne tartışma.. Aksine istenilip inanıldığı yerde gördük ki Türk ve Rum mahkûmları arasında bile takaslar olabilmektedir, ispatıyla yaşadık..
Ki yine soralım: Neden ayni adayı paylaşan iki “bölge Yönetimleri” bu işbirliklerini yasal ilişkilerde daha ileri zeminlere taşımasınlar? Ne mahzuru vardır ki?
İlle de ve ilânihaye kavga edip ölüp öldürelim mi?
İnşallah bu takas hayırlara vesile olur..