Buz, kırılamayan yargıların yanında yumuşuyor, eğiyor usulca başını. İçimde okul kaçağı bir çocuk suçlu bakışlarını kuşanarak buz tutmuş yargılarının içinden geçiyor.
Yollar açılıyor – kapanıyor, yollar buz tutuyor. Ne takoz, ne zincir yetmiyor önlemeye düşmeden alabilmek için yollarını… Tüm tabelalar soğuk karşısında susuyor, karşıma çıkan her tabela başını çeviriyor… Kaygan yollarda düşme, virajı alamama, sağa sola çarpma tehlikesi var. Yollarda soğuktan uyuma, donma ihtimali var… geçmişten miras yargılarım ilmeğe geçirdiğim iki heceyi mahkemeye çikarıyor. Özgürlüğümün ifade şekli şangur – şungur bir vuruşla gözlerimde kırılıyor… Buz gibi bakıyorum, buzun kendisi olduğumu farketmeden.. Kendi yargılarımı, kendi ellerimde betonlaştırıyorum. Elini uzatan herkes yanmakla donmak arasında bir noktada kalakalıyor. İçimde geçmişten gelen yerleşik duygular yer etmeye devam ediyor, söküp atma çabalarıma rağmen. Yer açıyor korkularım, bağrıltılrım, endişelerim, içim sıra.. Buz eğiyor başını mağlup bir çocuğun sıcak gözyaşlarına. Haberlerimde Gazze’de çocuk ölüleri çoğalıyor.. Biri ateşini kesiyor, acılar en büyük ateşini döküyor yalancı ateşkeslerin ardından.. Birileri dünyanın gözü önünde yalancıktan kavga veriyor. Kimse çocukları yaşatmak için tek adım atmıyor. Ölüyor çocuklar, büyüklerin büyümüş egolarının karşısında… Yüzyıllardır çocuk ölüleri donup duruyor zamanın kirli hafızasında…
Buz, avlularda ağaçlara, çiçeklerde saksılara, şehirlerde, köylerde evlere, duraklara, aşklara, kedilere, romantiklere, kimsesizlere, üşüyenlere, delilere… yagmaya devam ediyor. Herkes yağmurunu kendi yaşamıyla algılıyor… Kimi donuyor soğuktan,kimi sıcak odada şöminesine odun atıyor. Kimi sevişiyor yağmur sesiyle, kimi sığınacak bir saçak arıyor.. Bense buz tutmuş yargılarımın içinde yürüyorum. Kah yağmur, kah güneş eşlik ediyor soğukluğuma. Yürüdükçe yaşamımdaki çocuklar beliriyor karşımda.. Burnu soğuktan şişmiş bir oğlan çocuğu hiç aralık vermeden içinden bir isim sayıklıyor.. Uğuldayan bir rüzgar esiyor oğlanın omuzlarında.. Kente bir donukluk çöküyor… Bir kedi yavrusu kuytulara gizleniyor… Buğulanmış camlar sevgisiz bir nefes gibi boğuyor odaları. Sokak lambalarına üşüşen kelebekler telaşla kanat açıyor… Bölünmüş ve ölünmüş bir kimlikle yürüyen gece buzdan bir ses olup çıkıyor kentin karşısına.Kentin üstünden hayali bir kuş sürüsü yüreğimde sakladığım iki heceli isme kanat çırpıyor.
Buz, kırıp geçiriyor kentin sokaklarını.. Arabaların egsozları yalıyor paçalarımı.. Islak paçalarım, anımsıyor çocukluğumun kibritçi kız masallarındaki yalancı bir dünyanın sahte sıcaklığını. Iki ayrı dünyanın soğük ve sıcağını. Hayallerin yetmezliğiyle, buz; zincirlerime yenisini ekleyerek her bir düş kırığımı bağlıyor birbirine. Bunca soğuk, bunca donmuş, bunca yargı içinde bu kentte adın yazılı “senin” her semtte… İçimdeki kalıplar adına dönüşüyor. Adın ki adım adım içimde yürümekte.. adınla yargım, adınla adım, adım adım benleşmekte. Yolcuların otobüs biletlerinde, kesilen telefon görüşmelerinde, yitik telefon defterlerinde yüzün bir buz parçası olup çiziyor günümü orta yerinden. olta atan balıkçının beklentisine, köylü kadınların yemenisine fırından yeni çıkan bir çöreğin kokusunda çoğalan adın, buz tutmuş kış soğuğunda doğan çocuğü üşütüyor Buz tutmuş geceyi delerek yüzün uzatıyor başını geceme… Benim gecem bir başka zamanda, bir başka yerde belki de kendinden bile habersiz rüzgarıyla esiyor. bir başka mevsimden gelirken geldiği yerlerin tozunu, pusunu, pisini de getiriyor. Cümlelerimin parantezinde, virgülünde, ünleminin her bir aksinde, bitişinde, birletiricisinde, zamirinde, yükleminde, öznesinde bağlacında gizlenen her soğumuş harfinde adın kazılı senin.
İçimde nicedir buzdan bir ateş. Donmakla yanmak arasındaki ince çizgide gezinmekte…
- AĞIR KAN KAYBIYIZ
Gecelerden bir geceydi, gözüme ilk takılan dizeydi.”Ağır kan kaybıyız” yazıyordu isminin karşısında. Öylesine derinden etkiledi ki beni bu dize, aklımın en gri yerine kazındı. Öylesine büyük bir tespitti ki bu, ona “neden?“ diye sordum… “Neden ağır kan kaybıyız?“ Gözlerini gözlerime dikip sustu. Damarlarımdan boşalan nice düşün tükenmişliğini hissettim suskunluğunda. Kan kaybediyorduk. Binlerce, milyonlarca sevgisiz, amaçsız, kapısız, sevdasız bir düşsüzlüğü sürüyorduk. Uzak bir gezegene tüneyen yalnızlığın iz düşümüydük. Attila İlhan “Kimse bizi sevmedi, Ağır kan kaybıyız“ dedi o gece, başka birşey demedi. Ya da o konuşmaya devam etti de, ben kaybedilenlerle yüzleştiğim için onu duyamadım. Gökyüzünde kayıp bir yıldıza sordum: “Ağır kan kaybı mıyız?“ “Kelimelerine, cümlelerine bir de aynalara sor“ dedi. Yıldızlı, soğuk bir akşamdı. İlk kez o gece okudum o şiiri. Ellerime bulaşan kokusuyla vurgun yemiş bir ülkenin acısını buldum yazdıklarında. İnce bir sızının derin yarasını tuttum avcumda. Nice hayatın geçilmez sınırından, yitmeyen bir düşün kanı damladı beyaz sayfalara…
Yorulduk, ha düştük ha düşeceğiz.
Neye yarar dağlarda tüten kekik kokusu?
Yahut gözleri sevdaya kesen iki hecenin doğru oluşu?
Yorgunuz, terkedilmişiz, kesikler içindeyiz
Yitik, yalnız, yaralı bir şarkının durmadan tekrarlanan nakaratıyız
Ne yapsak değişmiyor: Ağır kan kaybıyız
Yönsüzüz, rotasız ve pusulasızız
Zeytinsiz, alıçsız baharlara tutsağız
Yanıksız sevdaları sararız terimizde
Tenlerimizi kemiren bedenlere yorganız
Baharsız ve aşksız, ezbere bir makamız
Ne yapsak değişmiyor: Ağır kan kaybıyız
Ağır-aksak-tutsak düşler ufaladık
Yok sarmadık yaralarımızı, tuz basmayı becerdik
Yok dinmedi acılarımız, unutmayı denedik
Gitmedik, gidemedik, adımızı bilmedik
Yaktık haritaları, tükettik Mayısları
Yürüyoruz savruk ve buruk ve yalancıktan
Dört yanımızda kan, kin ve savaş kokusu
Yitik, yalnız, yaralı bir şarkının durmadan tekrarlanan nakaratıyız
Ne yapsak değişmiyor: Ağır kan kaybıyız.
İYİMSER – I-
Maviden hasret yaparım
Topraktan umut
Portakal bir gülümseme koyarım
Gözleri bulut
Lacivert bir gece yaparım
içinde Samanyolu
Bir de yıldız koyarım
Görünür Ayın yolu
Sarıdan başak yaparım
Olgun bir özlem
Ağaçtan yemiş toplarım
Dalından kalem
Beyazdan rüya yaparım
Hiç kirlenmeyen
Siyahtan köprü kurarım
Babama giden
Kırmızıdan aşk yaparım
Delilik hali
Gökkuşağından geçer
Bulurum seni
İYİMSER II
Ben rüzgarları severim
Saçların tel tel savrulmasını
Çocukların cıvıldaşmasını
Daracık sokakları
Tozlu-topraklı oyunları
Ben yağmuları severim
Kirpiklerin ıslaklığını
Mutlu odaların dağınıklığını
Sıcak ekmeği, kahveyi ve sonbaharı
Ben akşamüstlerini severim
Pastel tonlu yalnızlıkları
Çaya düşen bakışları
Hava soğunca bile
Yürekleri soğumayanları