Yeni yıl geliyor ya! Hani doğuma an kala tüm dikkatler o büyük ve kutsal olaya odaklanır, öylesine bekliyoruz işte… Yeni yıl hele bir gelsin…
Sonra? Geçen hafta kaldığımız yerden yine başlarız! Ve anlarız ki hayat bir süreçtir… Ne takvim yapraklarıdır hayatlarımızdan gelip geçenler ne de “eskisini yenisi ile değiştirdi” denilen yıllardır…
Zaten öylesinedir ki hayat ya “ben”dir ya “biz!” Bu nedenle değil midir ki hep, “hepimiz” olmaya çalışıyoruz… Başka türlü de nasıl var oluruz “ulusca?” Eğer kader birliğinde buluşmaz, tasada ve kıvançta paylaşmazsak bu yurdu…
BU NEDENLE VİCDANIM SIZLIYOR: Ben o insanların hiç birini tanımıyorum. En ufak bir ilgim de yoktur. Fakat ben “işin aşın” ne olduğunu biliyorum. Onsuz mesut yaşamların olamayacağını bildiğimce.
Biliyorum ki “işsizlik” yürekleri delen bir hançerdir. Boğazları sıktıkça canları çıkartan pençedir… Ve ne zaman “işsizim” diyen bir genç görsem, içim kanar!
Bazen görürüm: Bir ikisi bir araya gelmişler… Bir dükkân açmışlar… Dört beş fanila, bir iki kot pantolon, gömlek, tişört falan asmışlar askılara… Sonra çıkıp çıkıp dükkân kapısının önüne, umutla gelip geçen insanları izlemişler… “Bir iki müşteri gelse de olur” demişler. Gelen de olmuş… Bir gün, iki gün, bir hafta, bir ay… Hep o dükkân kapısında beklemişler!
Ve yine bir sabah geçtikte, vitrin camına yapıştırılmış koca koca kırmızı harflerle bir duyuru görürsünüz: “Kapatıyoruz, ne alırsanız yirmi lira…”
İçiniz cız ederek anlarsınız ki batan o dükkânla birlikte o gencecik insanların yaşam umutları da yitmiş… Ve bilirsiniz: İş yoksa aş da yoktur. Aş yoksa hayat nasıl olsun?
GEÇEN HAFTANIN OLAYINA BU DUYGULARLA BAKTIKTI: “Hükümette kriz yarattı” diyorlar. Tırnak kadar umurumda değildir. İsterlerse koalisyon hükümetini darmaduman etsinler… Ellerimi ovuşturup “oh oh, yine bize yazacak malzeme çıktı” demezsem namerdim…
FAKAT: Olay, kapkaranın içinde boğulmuş duygularımın şöyle veya böyle olması değildir… 366 insanın iki dudak arasından çıkacak bir kararla işsiz kalması olayıdır… Çünkü:
Evet bu insanlar “popülizmle partizanlığın dik alâsında devlet kademelerinde istihdam edilmişlerdir…
Evet artık bu tür uygulamalara bir son verilmeli “geçici atamalar” tamamen lağvedilmelidir.
Evet artık bir yerde “yeter” denmeli, partizanca tutumlarda öteki işsizlerin haklarını çiğneyen böylesi “geçici istihdamlara” son verecek ilkeli karar alınmalıdır.
Evet: Geçiciliğin kaldırılması doğru bir karardır… Ve evet eğer “Hukukun üstünlüğüne” inanılıyorsa öyle olması gerekir. AMMA VE LAKİN: Bir de madalyonun arka yüzüne bakın. Ve sorun: Kimdir suçlu? Hadi olayı açalım:
**********
BU İNSANLAR SİZİN YARATTIĞINIZ SİSTEMİN KURBANLARIDIRLAR
BİR: Bugüne kadar iktidara gelip giden sen UBP, sen CTP, sen DP, yahut ötekiler… “Partinizden olmayan, partiniz için çalışmayan, partinize sadakat göstermeyen kaç insanı “devlet kademelerinde istihdam ettirdiniz ki?”
İKİ: Sizden olmadığı halde kaç kişiyi “liyakatı, bilgi ve becerisinden dolayı devlete hizmet edeceğine inanıldığınız için “istihdam ettiniz ki?
ÜÇ: Seçim kampanyaları dönemlerinde insanlar “vatan millet ve partinize imanları nedeniyle mi yoksa iktidar olmanız halinde “aşa işe” kavuşacağı umudunda mı koştular arkanızdan?
DÖRT: Bu ülkede iş sahibi olmanın tek çaresinin her hangi bir partinin “adamı, militanı, sempatizanı olmaktan başka” olmayan çarelerini, kim yarattı?
BEŞ: Hukukun üstünlüğünü “guguk” yapan bu sallapati düzenler kimin eseridir? Vesaire diyelim ve gelelim soruna:
GEÇİCİ İSTİHDAMLARIN GÜNAHKÂRLARI KAVGA EDİYORLAR: 2013 yılında UBP döneminde 366 kişi istihdam edilmiş. Bunların içinde işi olanlar bile varmış. CTP iktidara gelmeden “gelirsek hepsini durduracağız” diyerek seçmenlerine söz vermiş… Nitekim Başbakan Yorgancıoğlu düğmeye basmış, durdurulmaları gündeme gelmiş. Ancak ortağı Serdar Denktaş’lı DP-UG bu karara karşı çıkmış. Bugün karar verilecekmiş…
S. Denktaş sorunla ilgili geçerli görüşünü ise şöyle açıklamakta: “Bugün bu karara göz yumarsak yarın hükümetin tüm icraatlarını ortağımızın Merkez Yürütme Kuruluna devretmek anlamına gelir. O zaman Koalisyonda işimiz ne…”
Anlıyoruz ki CTP kanadı DP-UG’yi by pass etmiş! Bu olayın hükümet açısından tartışılan yanı. Burada da akıl mantığımız diyor ki “oturun anlaşın, krizi öncesi Kurultaylar gibi topluma yansıtmayın, bıktık usandık tartışmalarınızdan… En azından bırakın da ağızlı yüzlü bir yılbaşı geçirelim…
Buna karşın seziyoruz! Siyasi partilerin ellerindeki en önemli seçme seçilme argümanı eğer her iktidara geldiklerinde “kadrolama” hareketleri ise ve “icraatlardan” çok “partililerin” bir yerlere istihdamları ile nakil ve terfileri şeklinde gelişiyorsa, bu memleket sittin sene daha erken seçimlerden kurtulup olağan seçimleri yapamaz!
Gel gelelim böylesi küçük ülkede başka çare yok, ancak seçim sistemi değişirse belki salâha varılabilir diyelim ve ekleyelim.
OLANLAR İŞLERİNİ KAYBEDENLERE OLUYOR! Başa döndük! Siyasi partilerin yarattığı kısır döngülerin kurbanları her yerde kaybeden kıyıma uğrayan insanlardır…
En azından diyoruz ve öncesi önerimizi tekrarlıyoruz: En azından bu 366 kişiyi kendi içlerinde mesela daha önce işi olduğu halde istihdam edilenleri de ayıklayarak, belirli bir sayıya indirmek mümkündür. İşten durdurulanlara ise olası istihdamlarda sınav hakkı ile öncelik tanıma sözü verilmelidir ki umutlar kararmasın!
**********
BUNLAR DA HAYATLARIMIZLA KESİŞEN FEYZİOĞLU’LARI…
Geçen gün DAÜ’nün içinden geçiyorum baktım resmi siyah araçlar vızır vızır geçiyorlar… Arabamı önüme çıkan ilk park yerine çektim, bir iki öğrenciye sordum ve öğrendim ki Mavi Salonda Türkiye Barolar Birliği Başkanı Metin Feyzioğlu’nun konferansı varmış…
Gidip bakayım dedim. Epey kalabalık. İçeri zar zor girdim, en arkalarda bir yerlerden, artık herkesler benden uzun olduğu için potinlerimin burunları üzerinde yükselerek sahnedeki konuşmacıya baktım… “Ha dedim, demek Metin Feyzioğlu budur…”
Yani Turhan Feyzioğlu’nun oğlu: Turhan Feyzioğlu hukukçuydu ve CHP’de milletvekili iken ortanın solu hareketinin başını çekenlerdendi. Sonraları ayrılıp Güven Partisini kurduydu…
Bülent Ecevit hükümetinde Kıbrıs’tan da sorumlu Bakanlık yapmıştı. O zamanlar “Koordinatör” derdik. İlk “koordinatörümüz” de Ecevit’in maliye Bakanı Ziya Müezzinoğlu idi. Bir Kıbrıs lirası eşittir 36’TL kararını veren adam!
Feyzioğlu Ercan’ın açılışı için Kuzey’e de geldiydi. Onun da ilk marifeti “bu kadar kamu görevlisi çoktur” demek olduydu! “Çoktur” dediği Kamu Görevlilerinin o yıllardaki sayıları üç dört bin kadardı. Kendisine “pekalâ ne yapalım efendim” dediklerinde, cevabı “emekliye sevk edin” demek olduydu…
Hani bazen işitirsiniz, “30 yaşında memurlar öğretmenler emekliye ayrıldılardı ya!” İşte Turhan Feyzioğlu’nun o “emekliye ayırın” tavsiyesinin bir sonucuydu!
HER NEYSE: Dönelim oğlu Metin Feyzioğlu’na. Konuşuyor ve TC’deki son olayları anlatıyordu. “Hukuk, savcılar, hakimler, cemaat…” Bir süre izledikten sonra baktım bu kelimeler sanki suratımda tokat gibi patlıyorlar! İşitmemek için Kendimi dışarı attım!
Sonra baktım, dün Havadis Gazetesi’nde refikim Derviş Doğan konferansı izlemiş köşesinde anlatıyor. Doğan açısından sevindim. Demek ki çelik gibi sinirleri vardır ki izlemeyi başarmış.
Bize gelince: Tabii ki bıktık usandık! Bir zamanlar kafamızı Ergenekon, Balyoz davaları ile doldurdulardı. Şimdi yat kalk Allah “hakimler, savcılar, polisler, cemaat, hükümet ve ille de Erdoğan, Erdoğan”la dolduruyorlar! İçimiz dışımız TC’deki olaylarla doldu! Yetmedi geldiler burada da anlatıyorlar ki Türkiye’de ne menem bir hukuk olduğu ile demokrasinin olmadığını daha iyi anlayalım! Anladık, yeter artık desek!