BİZE NE OLDU? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

BİZE NE OLDU?

Bedia Balses

Kemal Sayar’ın Ruhun Labirentleri kitabını daha önce okumuştum. Yaz ayındaki Kıbrıs’taki gündeme duyduğum usanç, bıkkınlık had safhaya ulaşmıştı. Bir aylık iznimi evde, ailemle, sessiz, sakin geçirmek bana terapi gibi geldi. İnsanın özünü, doğumunun anlamını, neden yaşadığını neden var olduğunu sorgulamanın modası hiç geçmiyor galiba. Kendimi git gide pek çok insandan farklı hissetmeme yol açan da bu anlam arayışı oldu yine. Sohbetlerin konuları, maddi yarış bile beni sıkıyor. Suskunluk ve sessizliğim çok zaman kaçıp saklandığım yerim oldu.


İşte bu dönemde yaz için okumayı planladığım kitapların arasına bir gece yeniden Kemal Sayar’ın Ruhun Labirentleri kitabı girdi. Kemal Sayar’ı eminim pek çok kişi tanıyor. Ancak kısaca ondan biraz detay vereyim:

Kemal Sayar (d. 26 Mayıs 1966, Ordu), Türk psikiyatri hekimi (psikiyatr), yazar.

Hacettepe Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Kemal Sayar, uzmanlığını Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Ana Bilim Dalı’nda tamamlamıştır. Daha sonra sıra ile Vakıf Gureba Eğitim Hastanesi’nde ve Çorlu Asker Hastanesi’nde psikiyatri uzmanı olarak çalışmıştır. 28 Kasım 2000’de psikiyatri doçenti unvanı almıştır. 2000-2004 yılları arasında Karadeniz Teknik Üniversitesi Tıp Fakültesi’nde Psikiyatri AD Öğretim Üyesi olmuştur. 2002 yılında McGill Üniversitesi’nde TÜBİTAK araştırmacısı olarak ziyaretçi profesör unvanıyla bulunmuş ve transkültürel psikiyatri ve psikosomatik tıp alanında araştırmalar yapmıştır. Daha sonra Bakırköy Ruh Sağlığı ve Sinir Hastalıkları Hastanesi’nde dört yıla yakın bir süre başhekim yardımcısı ve 13. Psikiyatri Kliniği Şefi, dört aylık bir süre de (vekil) başhekim olarak çalışmıştır. 2008 yılında profesör olarak Fatih Üniversitesi’nde öğretim üyeliğine başlamış ve üç yıl sonra Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri anabilim dalına geçmiştir. Halen Marmara Üniversitesi Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Başkanı’dır.
Çeşitli gazete ve dergilerde köşe yazarlığı yapmış, Açık Radyo’da ve daha sonra Star televizyonunda “Ruhun Labirentleri” isimli bir programı hazırlamış ve sunmuştur. TRT’de İnsanlık Hali adlı programı bir yıl yapmıştır. Yirminin üzerinde kitabı olan Sayar, edebiyatla da yakından ilgilenmektedir.

Ruhun Labirentleri

“Son birkaç yüzyıldır hep aynı soruyu soruyoruz. Bütün yazılar bütün düşünürler gelip o soruda düğümleniyor: Bize ne oldu? Belki şu günlerde gereksindiğimiz şey bir netlik ayarından başkası değil.”

Kendimi uzun zamandır bir tiyatro sahnesi izler gibi hissediyorum. Etrafımdaki insanların büyük bir kısmı sanki rolleri ezberlemiş bir şekilde yaşıyor. Yola birlikte başladığımız insanlarla çoktan başka başka yollara dalmışız. İnsanlar samimi ve net değil. Sahte amaçlar koyarak bunun adına ilerleme deniyor. Ev, araba, lüks yerlerde tatil, bozulmuş ilişkiler arasında doğadan kopuk bir sahnede rol kesen insanlar…
“Bize ne oldu?” gibi basit görünen bir soru soruyor Kemal Sayar. Basit mi? Bu soruyu gerçek anlamda soruyor musunuz? Soruyor muyuz? Bir düşünün, bize ne oldu?
Benlik: O yakın soru, o uzak ülke…

Kültürden ve tarihten bağımsız bir benlik olur mu?
Kendi kültürümüzden ve tarihimizden… Yakın tarih öncesine kadar savaş, yokluk, zorluk, göç yaşamış bir ada…

Şimdi içi boşalmış insanlardaki yokluk ve boşluk duygusu. Diplomalı arayışını parayla satın alınan bir yığın zımbırtıda arayan insanlar.

Rollo May “Yirminci yüzyıl insanının temel sorunu nedir? Sorusunu “BOŞLUK” DİYE YANITLAR.
Kemal Sayar ise bu soruya şöyle yanıt verir:

İnsanlar neyi istediklerini ve neyi hissettiklerini bilmemektedirler. Arzu ve ve taleplerini bir kesinlik hâlinde yaşamadıkları için, kararsızlıktan ve özerklik yoksunluğundan yakınmaktadırlar. Âile veya aşk ilişkileri bozulmuştur ama en başta, ilişki içinde oldukları kişiyi de içlerindeki boşluğu gidermeye mâtuf olarak benimsedikleri için, kişi o boşluğu doldurmadığında endişe ve öfkeye kapılırlar. Burada boşluk sözcüğünü lafzî anlamıyla almamak gerekir; boşluk yaşantısı, insanlar kendi hayatları ve içinde yaşadıkları dünyayı değiştirmek hakkında etkili bir şey yapamayacak kadar güçsüz hissettiklerinde sökün eder. İçsel boşluk veya ‘içimizdeki yoksulluk’ , kişinin kendi hayatını yönlendirebilecek ya da başka insanların kendisine yönelik tutumlarını değiştirebilecek bir âmil olamadığı durumlarda tebellür eder. Ümitsizlik ve çâresizlik galebe çalar ve nihâyet insanlar istemekten, irâde gösterme çabasından da vazgeçebilirler.

Ruhun Labirentleri kitabında “Psikolog Philip Cushman, İkinci Dünyâ Savaşı sonrasında ABD’de benliğin bir ‘boş benlik’ olarak tanımlanabileceğini söylemektedir. Bu benlik, topluluk, gelenek ve paylaşılan anlamın yokluğunu yaşantılayan benliktir. Görünüşte böylesi bir sosyal yoksunluk ve sonuçlarını kayda değer bulmayan ‘boş benlik’, bu yoksunluğu süreğen bir duygusal açlık olarak cisimleştirmektedir. Benlik boştur zîrâ âile, toplum ve gelenekle irtibatını kaybetmiştir. Bu benlik çağının yabancılaşma ve parçalanmasına karşı durabilmek için, tüketim mâlzemeleri, kaloriler, yeni yaşantılar, politikacılar, romantik sevgililer ve empatik terapistler tarafından doldurulmayı arzulamaktadır. Bu iç boşluk kendini farklı biçimlerde gösterebilir: Azalmış özsaygı, değer karmaşası, yeme bozuklukları, madde kötüye kullanımı ve kronik tüketicilik gibi. Kişiler ahlâkî tutarlılığı önceleyen bireyler olmaktan çıkarak başkaları tarafından beğenilmeyi önceleyen bireylere dönüşür. Ahlâkî olarak doğru olanı yapmak yerine, başkalarını cezbederek onların beğenisini kazanma hayatın temel amacı olur. Benliğin boşluğunu reklâm endüstrisi ve psikoterapi kurumu doldurmaya sıvanmaktadır. Reklâmlar tüketiciye bir ürünle hayatlarının değişeceğini vadederler. Tüketici ya reklâm edilen ürüne sâhip olarak ya da onu tüketerek büyüsel bir dokunuşla dertlerinden sıyrılacak ve reklâmdaki modelin yerini alacaktır. Reklâmlar hayatlarından memnun olmayan insanlara hayat tarzı satmakta, bir ürünle birlikte âni ve yanılsamalı bir dönüşüm vaâdinde bulunmaktadırlar. İnsanları bu yanılsamaya yönelten ‘boş benlik’tir; benlik ancak bir ürün, bir ideoloji, bir şöhret veya maddeyi içine alarak, onunla bütünleşerek açlığını gidermekte ve boşluğunu doldurmaktadır. Yoksa darmadağın olacak ve değersizlik duygusunun uçurumundan yuvarlanacaktır. Gerçek hayatlarından hoşnut olmayan kişiler için tüketmek yeni bir kimlik, yeni bir hayat edinmektir. Doğru diş mâcununu kullanmak veya güçlü bir siyâsî liderle özdeşleşmekle, tüketici kişi, benliğini büyüsel bir biçimde dönüştürür, farklılaştırır.”

Kitapla beni buluşturan en önemli paragraflardan biri olmuştur bu. İkinci dünya savaşı sonrasında yapılan bu gözlemin şimdi yaşanılanlarla örtüştüğünü görüyorum. Arayışlar, intiharlar, madde bağımlılığı, anlamın değil aracın peşinden giden yığınlar, tüketim piyasasına teslim olan oradan oraya sürüklenen insanlar.

Bunları düşünmek, hissetmek, anlamak ya da anlamaya çalışmak. Dostoyevski’nin deyişiyle Büyük Engizisyoncu’su ise KAMU’ya teslim olup kendi benliğini, ruhunu kaybeden insanların sahte arayışları arasında yaşamın anlamını sorgulamak. Mutluluğu etrafın, kamunun doğrularında ve bakışlarında değil, kendi namus ve ahlak doğruları ile yakalamak. Birbirine benzemeden, benzeşmeden, özel ve tek kalarak, benliğine sahip çıkarak yaşayabilmek….
Kitabın bir yerinde şöyle diyor Kemal Sayar: Gâliba son birkaç yüzyıldır hep aynı soruyu soruyoruz. Bütün yazılar, bütün düşünüşler gelip o suâlde düğümleniyor: Bize ne oldu? Ama bu da aradan geçen zaman itibariyle gitgide anlamını yitiren bir suâl. Belki şu günlerde gereksindiğimiz şey bir ‘netlik ayârı’ndan başkası değil. Az önceki soruya dönersem, gâliba asıl suâlin, evvel emirde cevaplanması gereken suâlin şu olduğunu sanıyorum: Biz kimiz?
Sorulması gereken, yanıtlanması gereken ve peşine düşülmesi gereken soru işte bu. Biz kimiz? Yeniden başlama noktamız bu olabilir. Düşünmeye bu soruyla başlayabiliriz.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar