Biyopolitikalar ve Dr. Hafız Cemal Lokman Hekim - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
ManşetPoli

Biyopolitikalar ve Dr. Hafız Cemal Lokman Hekim

Dr. Hafız Cemal Lokman Hekim

Mete Hatay

İnsan bedenini bilindik sabit biyolojik bir kategoriden çıkartarak sosyolojik açıdan incelemeye tutmak demek daha geriden başlayarak tarihsel ve toplumsal açıdan bakmayı da gerektirir. Eğer bu şekilde bakarsak, bu sefer toplumun ve tarihi süreçlerin beden üzerindeki etkisini tartışmamız gerekir. Yani bugünün toplumsal cinsiyet politikalarını anlamamız için “modern bedenin” nasıl inşa edildiğine muhakkak bakmamız gerekmektedir. Bu şekilde bedeni dönemsel ve daha genel anlamda tarihsel bir anlatının ortasına konumlandırırsak, onu özellikle dönemin toplumunu kuran pratiklerle birlikte düşünmek zorunda kalırız.

Bir dersinde ünlü felsefeci Foucault, “beden, biyopolitik bir gerçeklik; tıp, biyopolitik bir stratejidir” diye iddia eder. Foucault’ya göre biopolitika 18. yüzyıldan başlayarak, yaşayan insanların daha genel anlamda nüfus olarak tanımlanmasını ve bu nüfusun devamlı surette gözlem altında tutulmasına, kontrolüne ve düzenlenmesine verdiği addır. Tıbbın biyopolitik bir strateji olarak kullanılması ise tıbbın araçlaştırılarak bu tip siyasetlere alet ettirilmesi anlamına gelir. Biyopolitika kavramı ayrıca modernleşen toplumlarda sağlık, hijyen, doğum oranı, yaşam süresi, ırk gibi fenomenlerin nasıl rasyonalize edildiğini ifade etmektedir (Foucault 2008; Arpacı 2016). Bu girizgâhtan sonra, biyopolitikaların Kıbrıs’a nasıl yansıdığına bakmaya çalışacağım.


Osmanlı’nın son dönemlerine baktığımızda, Tanzimat’la birlikte yayılmaya başlayan beden politikalarının uzantılarının Kıbrıs’a kadar uzandığını görürüz. Artık daha hijyenik bir ortam yaratılması için belediyeler kurulmaya başlanmış, nüfusu artırmak için çalışmalar başlatılmıştı. İlk modern nüfus sayımıyla birlikte 1834 yılında tüm erkek nüfusun detaylı bir şekilde sayıldığını görürüz. Bu arada cüzzamlılar gibi tehlike arz ettiklerine inanılan hastalıklı insanlar, şehrin dışına çıkartılmış ve onlar için inşa edilmiş bir çiftliğe konulmuşlardı. Bu dönemde fahişeler de surların dışına çıkartılacaklardı. Larnaka’da ise bir karantina binası açılmış ve dıştan gelecek olası hastalıkların yayılması için tedbirler alınmaya başlanmıştı. İngilizlerin 1878 yılında adayı alması ise bu süreci hızlandıracaktı.

O dönemde Kıbrıs’ta yaşayan Müslümanların da artar bir şekilde nüfusla ilgili kaygılarının arttığını görürüz. Gittikçe azalan nüfuslarını artırmak için çalışmalar yapılması çağırış yapan yazılara Kıbrıs’ta çıkan Osmanlıca gazetelerde bolca rastlanmaktaydı. Bugün Beyrut’ta tıp eğitimi aldıktan sonra bir süre adaya yerleşen Hafız Cemal Lokman Hekim ve eserlerinden söz edeceğim. Ve kitabından bol bol alıntılar yaparak o dönemin beden politikalarının nasıl dönüştürüldüğünü size göstermeye çalışacağım. Ahmet An, Lokman Hekim’in hayatıyla ilgili bizlerle şu bilgileri paylaşır:

1960 yılına kadar doğduğu yer olan Kıbrıs’ı, yerleştiği İstanbul’dan gelip ziyaret eden ve  içinden çıktığı toplumun gerek sosyal-siyasal ve gerekse sağlık sorunlarıyla ilgilenmeyi sürdüren Dr.Hafız Cemal Lokmanhekim’in Kıbrıs’a karşı büyük bir sevgisi vardı. Daima yurdunun hasretini çekerdi. O nedenle zaman zaman Kıbrıs’ı ziyaret edip, hem hastalarına şifa dağıtır, hem de hasret giderirdi. Kıbrıs Türk basınını da yakından izlemeyi ihmal etmezdi.”

lokman-3Ziyaretleri sırasında Lokmanhekim’in kendi çıkarttığı kitapları ve dergileri de beraberinde getirdiğini ve adada sattığını biliyoruz. İşte bu kitaplardan 1940’lı yılında yazılmış olan bir tanesinden yararlanarak, dönemin beden politikalarını anlamaya çalışacağız. Toplumsal cinsiyetin belirli bir tarihsel dönemde nasıl işlediğini anlamak kuşkusuz bu yazıda yapmaya çalışacağımdan çok daha kapsamlı bir analizi gerektirir.

Lokmanhekim 1909 yılından 1960 yılına kadar Türkiye’de yaşamış, çalışmış ve kuşkusuz o dönemin siyaseti tarafından şekillendirilmiş ve kendi çalışmalarıyla o siyasetin oluşmasına da katkıda bulunduğu bilinmektedir. Tarihçi Gülhan Erkaya Balsoy, Geç Osmanlı dönemi ve cinsellikle ilgili yazdığı kitabında şöyle bir tespitte bulunmuştu.

“Osmanlı münevverleri, doktorlar, devlet adamları nüfus üzerine kaygılanırken demografik kompozisyonun olduğu gibi korunmasını hedeflemiyorlardı. Onları asıl olarak endişelendiren, kendi ifadeleriyle askerlikten muaf olan ve ıskat-ı cenin yapmayan yani çocuk düşürmeyen Hıristiyanların –ve belgelere göre özellikle Rumların– nüfusu yükselirken en çok kürtaj yapan Müslümanların nüfusunun giderek düşmesiydi. Çok farklı belge çeşitlerinde de, arşiv belgelerinde, roman, tiyatro oyunu, dergi yazısı gibi popüler türlerde, bu endişenin dile getirildiğine tanık oluyoruz.”

Bu tür bir ortamlardan etkilenen Lokmanhekim de bir dönemde tüm çalışmalarını cinsel yaşam üzerinde yoğunlaştırdığını görürüz. Bugün sizlerle paylaşacağım kitabının adı da zaten, “Lokman Hekimin Gençlere Sıhhi Öğütleri” adlı kitabıdır. Kitabın girişinde Lokman Hekim şöyle der:

“Memleketimizde günden güne yayılan fena bir hastalık var. Ademi iktidar!!

Gençlerimizi orta yaşlılarımızı için için kemiren dehşetli bir dert var. Bel gevişekliği!! Bize en lüzumlu olan nüfusumuzu, milletimizin sayıca çoğalmasını kökünden harap eden bir (Atom bombası!) var. Erkeklik kudretinin azalması! Doğrusunu isterseniz (ademi iktidar) Başlıbaşına bir hastalık değildir. Birçok sevenlerin, keyifsizliklerin, tedbirsizliklerin, dikkatsizliklerin, (çeşitli suistimallerin) belirtisidir, fena bir neticesidir, acıklı bir sonucudur. Bu dert yüzünden her sene milyonlarca liralarımız Avrupaya, Amerikaya gidiyor. (döviz) namına altınlarımız çekiliyor. Kaslarımız boşalıyor, bütçelerimiz sarsılıyor, çocuklarımız eksiliyor, gençlerimiz bitiyor!….. Bence bu mesele yalnız keyif, neşe tatlı yaşama ve eğlenme işi değildir. Aynı zamanda önemli bir meleket işidir. Hiç şüphe yok hükümetimiz ve memleketimiz için çok önemli bir meseledir. Çünkü nüfusumuzun adetçe sayıca çoğalmamızın veya eksilmemizin temel taşıdır.”

Ezgi Sarıtaş ise 1940’lardaki Türkiye’deki toplumsal cinsiyet politikalarını araştırdıktan ve inceledikten sonra sonuç olarak şu önerilerde bulunacaktı:

“Burada kast edilen cinsel terbiyenin işlevini, hazları ve arzuları bastırmak, denetlenemez cinselliği düzenlemek gibi yorumlamak Foucault’nun baskıcı varsayıma karşı eleştirileri akılda tutulduğunda pek de mümkün olmayacaktır. Cinsel terbiye altında birleşen söylemler, düzenlediklerini iddia ettikleri alanı tanımlar, üretirler de. Türk modernleşmesi bağlamında cinselliğin düzenlenmesi, yeni arzuların tanımlanmasını, tasnif edilmesini, bilimselleştirilmesini, bazılarının kriminalize edilmesini – en azından bu yönde bir girişimi – işaret etmektedir. Bu girişim, her ne kadar kendisini öyle konumlandırsa da, arzuları kışkırttığı söylenen popüler kültür ürünleriyle mutlak bir karşıtlık içerisinde değildir. Denetleyici kuşak denetlenemez olduklarını söyledikleri arzuları kışkırtmaktadır. Kendilerine biçtikleri rol arzuların karşısında fedakâr olmak, milli menfaatler için adeta bir nevi perhiz yapmak olsa da, lanetlenen aynı zamanda arzulanası olan olarak kurulmaktadır.”

Kitabın yazıldığı dönemde, tek partili Erken Cumhuriyet döneminin toplumsal cinsiyet rejimi de yeniden şekillenmişti. Bir çeşit, muhafazakârlar ve cumhuriyetçiler arasındaki uzlaşma olarak da tanımlanan bu dönem, muhafazakâr modernleşme dönemi olarak adlandırmaktadır. Önceki dönemden, devlet aygıtları, dinin konumu, Türklüğün tanımı gibi uzlaşılan öğeler devralınırken, “kadının özgürlük sınırları ve ailede kadınlara düşen roller konusunda muhafazakâr bir dönüşüm yaşanmıştır” .  Sarıtaş bu dönemde, Ailenin, hem cinselliğin ve modernliğin, hem de gündelik hayata dair diğer birçok meselenin (eğitim, giyim, estetik) düzenlendiği alan olarak öne çıktığını iddia eder (Sarıtaş 2012). Ona göre aile, “cinsellik tertibatının kurulumunun ve işleyişinin de merkezindedir. Cinsel terbiye için aile hem bir amaç hem de araç olarak tanımlanır.” İşte bu noktada sözü tekrar Lokmanhekim’e vermek istiyorum. Kitabın devamı niteliğinde yazılmış başka bir kitapta doktorumuz şunları yazacaktı:

“Bundan evvel, (Bel gevşekliği ve ilaçları) hakkında yayınladığım birinci kitap çok rağbet görmüştür. Sayın halkımızla münevverlerimiz. Aydın insanlarımız birbirlerile rekabet eder şekilde kapışmışlardır. Değil yalnız İstanbulda, Türkiyenin her eyaletinde, Suriyede, Kıbrısta, Rumelinde, Mısırda, Amerikada, Avusturalyada bulunan Türk gençlerimizin bazıları da bu kitapla alakadar olmuşlar ilgilenmişlerdir. Ne kadar tuhaftır. Kızlarımızın, kadınlarımızın, taze denecek yaşta bulunan bazı kadınlarımızın bazıları da bu kitabı almışlardır.”  

Lokmanhekim kadınların da kitaba gösterdiğin ilgiden çok memnun olduğunu yazmıştı yazmasına ama, konuyu döndürüp dolaştırmış Aile ocağına ve millete bağlamış ve kadınlara güzelleme yaparken onların sözde milli sorumluluklarını ise yeniden üretmişti:

“Demek isterim ki aile ocaklarımızın nuru, meş’alesi, klavuzu, müdiresi, temeli, ruhu, olan kızlarımızı, kadınlarımızı tenvir edersek, kendilerine hakikati serbestçe anlatırsak milletimizin çok muhtaç olduğu sıhhi ve içtimai meseleleri  daha esaslı kurmuş oluruz.”

Lokmanhekim, aşkı da tehlikeliler listesine almaktan kaçınmaz, ama “bu tatlı belayla” ilgili kalem oynatmaktan çok çekindiğini de ilave eder. Yazımı. Hafız Cemal Lokmanhekim’in aşk ve şehvetle ile ilgili yazdıklarıyla bitirmek istiyorum. Yukarıda da Sarıtaş’tan yaptığım alıntıdan görünebileceği gibi, Lokmahekim de denetlenemez olduğunu söylediği arzuları yazısında aynı zamanda güzellemede ve hatta kışkırtmaktadır. Herkesten bu arzular karşısında fedakâr olmaları istenmekte, milli menfaatler için adeta bir nevi aşk perhizi yapmaları istenmekte, ve “Arzu” ve “Aşk” bir taraftan lanetlenirken aynı zamanda “arzulanası olan” olarak sunulmaktadır.

“Evet! Bilirim. (Delikanlılık alemi), (Kızlık, nişanlılık sahası!), (Aşk, muhabbet, ateşin sevgi sahnesi!) ne kadar bereketlidir. Ne kadar saadetlidir. Ne kadar felaketlidir. Her delikanlı bu vadide başından neler geçtiğini yazsa ve anlatabilse ne kadar büyük roman olur. Zaten dünyamızı dolduran milyonlarca roman kitapları bu tatlı alemlerin mahsulleri değil midir?

Nice nica facialar, dramlar, komediler, melodramlar hep bu aşkların neticesi sonucu değil midir? Bu mukaddimeyi (başlangıcı) yapmaktan maksadım şudur: Bazı gençler, bazı kızlar, kadınlar birbirlerini candan o kadar severler, yanarlar, tutuşurlar, ve günlerce, aylarca birbirlerini kalbden özlerler. (Ah ne olur bir uzun gecede buluşsak! Ve şafak sökünceye kadar kucak kucağa, boylu boyuna burun buruna şakak ladeni olarak yatsak yaşasak!) Eski tabirle (hembezmi visal olsak!) düşüncesile fırsat, kaçamak yolu ararlar. Ve nihayet bir akşam arzularına nail olurlarsa artık bu işin derdini tayin etmeye benim kalemimde  salahiyet yoktur.

Bu (aşk işi!) nin sayısını bir Allah bilir, bir de kendileri! Arapların bütün çalgılarında (yaleyli, yaleyli ah yaleyli!) nakaratını söyledikçe hobul hobul oynarlar. Ve ellerine geçirdikleri o (uzun gecenin hasretini, şerefini, şehvetini!) hatırlayarak deli divane olurcasına aşka gelirler! İşte bu tarzda binde bir husule gelecek (avlanmak!) meselesine karışmam! Buna dair yazmam, beni ilgilendirmeyen işe el koymam. Bu aşırı derecede (tatlı belalı işe!) Allah karışır. Zararı, karı da iki sevgiliye ait olur.

Fakat arz ettiğim tarzda namuskarane, medeniyet perverhane, ve kanun dahilinde evlenen, (saadetli aile ocağı!) kurmağa yeltenen güveyiye, damada şunları söylemek isterim: Bu mübarek adam! Bu işe niçin bu kadar düşkünlük göstersin?  Niçin bu kadar acele etsin? Mademki (kız senin malındır!) sana sadıktır. Vefakardır. Ve ölünceye kadar beraber yaşayacaksınız, ortağın  yoktur, niçin vücudunu bu kadar çabuk yorarsın? Yıpratırsın! Yoksa bu (ince iş!) in ucunu bucağını, sonunu mu ararsın? Sorarım sana! Cimanın ucunu, bucağını derinliğini senin gibi arayan ne kadar kuvvetli, şehvetli insanlar bu fani dünyadan gelip geçmişlerdir. Fakat hiç biri muvaffak olamamışlardır.. Bu tatlı hatıralara karşı (gözleri açık!) hasretli ve yanık olarak ölmüşlerdir. Ne kadar milyonerler, milyarderler, zenginler, en kuvvetli arslan gibi gençler, fazıllar, peygamberler, dâhiler, padişahlar, reisicumhurlar, krallar, imparatorlar hatta bu (şekerpare işi!) nin künhüne vakıf olmuş, aslını anlamış (fizyoloji) sini bilmiş alimler de bu işte sönüp gitmişlerdir.

Tabiat tanrısının dünyada (hem cennet ve hemde cehennem) in küçük bir nimunesi olmak üzere birkaç et parçasını büyük bir hüner ve marifetle yanyana ekleyip tatlı sıcaklıkla ışıltmak üzere yarattığı bu (cazibeli olacak!) bu (belalı tuzak!) olanca kuvvet ve şiddetle hepsini içerisine doğru çekmiş, esir etmiş, nihayet tamamıyla mahv ve helak eylemiştir!

Dünya çapındaki galibiyet ve muzafferiyeti kazanan büyük ve tarihi kumandanları, cihangirleri esir vaziyetine düşürerek (adi bir sulhname) imzalatmış! Dünyada en büyük kralları, imparatorları, ihtişamlı tahtlarını kıymetli taçlarını ve kudretli saltanatlarını terke mecbur ederek uşak vaziyetine getirmiştir!

Birçok insanlara da burası (cenneti alanın evci balası ve muhtemel şahikası!) gibi gelir. Ahiretteki hakiki cennete gitmeden dünyanın en büyük zevkine, saadetine, neş’e ve şetaretine kavuşur.

Bazı insanlara göre de burası (hiç doymak ve doyurtmak bilimeyen acip bir mahluk) gibidir. İşte bu tarzda vasıflandıracağım (cazibe kuvveti, talsun kudreti! ) ki birçok insanlar malından, mülkünden mahrum kalmış! Servet ve samanı yok olmuş nice nice vapurlar, donanmalar kaynayıp gitmiş. Dünyanın en pahalı mücevheratını, cevherlerini, elmaslarını, pırlantalarını ve altınlarını çekmiştir.

Burası öyle bir (tatlı bela mahzeni!), (yedi kat cehennemin dibi!) dir ki yanmak ve yakmakla bitmez! Dünyanın bütün nehirleri bile söndüremez! Umman denizi bile paklamaz. Bazılarına göre burası öyle bir (tatlı bela mahseni) dir ki insanı felaketten felakete tatlı tatlı sürükler. Ve yavaş yavaş yere serer!

Sen de hiç unutma ki bu cimanın (cici mama) nın ucu, bucağı, derinliği, çokluğu (bel gevşekliği!) dir. Sonrası da verem ve nihayet mezardır!”

Kaynakça:

Ahmet An, Doktor Hafız Cemal Lokmanhekim’in Anı-Yaşantı’sı, 28 Kasım 2013: https://can-kibrisim.blogspot.com.cy/2013/11/drhafiz-cemal-lokmanhekimin-ani.html

Ezgi Sarıtaş, “Seksoloji: 1945-1955 arası Türkiye’de cinsel terbiye” Fe Dergi 4, sayı 2 (2012), 57-71.

Foucault, M.(2008). The Birth of Biopolitics (Çev. Graham Burchell), New York: Palgrave.

Murat Arpacı, “Foucault, Biopolitics and Biohistory: Historical Research Topics as Medicine, Body and Population,”  ViraVerita E-Dergi, Sayı 3, s. 80-98.

Tuba Demirci, “Kahraman Doktor İhtiyar Acuzeye Karşı: Geç Osmanlı Doğum Politikaları” adlı kitap üzerine Gülhan Erkaya Balsoy ile yapılan röpörtaj (Bianet.org): https://bianet.org/biamag/kadin/172728-kahraman-doktor-ihtiyar-acuzeye-karsi-gec-osmanli-dogum-politikalari-uzerine?bia_source=rss

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar