İstatistik yok ama, güvenilir tahminler son birkaç ayın yeni işsizlerinin sayısının otuz bine ulaştığını söylüyor. Bazı sektörlerde dört ayı bulan iş görmezlik sonucu borçlarını, dükkan kiralarını personel ücretlerini ödeyemeyenlerin sayısı da artıyor. İflasa yaklaşanlar, görenler var.
Bir arkadaşım diyor ki; Siz hep bunlara vurgu yapıyorsunuz ama, akşamları barlara meyhanelere restoranlara bir baksanız yüzlerce binlerce insanın yiyip içip eğlendiklerini görebilirsiniz.. Bunda bir çelişki yok mu? Bence yok. Salgının sebep olduğu ekonomik altüstlükte kimin hangi yönde ne derecede etkilendiği belirsiz. Daha doğrusu ayni düzeyde dozda değil. Maalesef bunun için de istatistiki rakamlar yok.
Arkadaş uyarısı üzerine Lefkoşa Surlariçi’nde gözlem yapıyorum. Dört aydır hiç kimse uğramıyor diye umutları ve hayalleri yıkılmış bölge esnafı akşamüzeri kapanma hazırlığı yaparken, müşterilerini iç mekanlara sığdıramayan bar-cafe işletmeleri, sokak aralarına masa sandalye yetiştirmeye çalışıyorlar. Oralarda yaşam iki ayrı dünya gibi çalışıyor. Riskten arındırılmış sabit veya yükselen geliri olan yurttaşlar, aile desteği gören gençler, salgın nedeni ile buralarda kısılıp kalmış özellikle üniversite öğrencisi yabancılar, güneş battıktan sonraki hayatın müdavimleri oluyorlar. Bu durum ise bu zor günlerde “bunlardan hangisi KKTC’yi ifade ediyor?” sorusunu sorduruyor.
Türkiye’nin protest şairlerinden Can Yücel, gel-gitlerle yüklü yaşamında yolu fasılalarla hapisanelere de düşmüş. Bir seferinde hapisane müdürü ona ve arkadaşlarına bir kıyak geçmek istemiş. “Bakınız” demiş. “Hapisaneye bir dansöz getirecem ama efendi efendi izleyeceksiniz. Taşkınlık, sataşma istemem.” Bizimkiler “olur” demişler. Mahkumlar pür dikkat Can Yücel’e bakıyor, o ne derse o olacak. Yücel alkışlarla destekli “aç aç aç” diye tezahürata başlamış. Herkes koro halinde tekrar etmiş. Dansöz mutlu arada bir eteğini kaldırarak karşılık veriyor, hapisine müdürü ağzı kulaklarında. Mahkumlar “aç aç aç” diye bağırırlarken birden işin rengi değişmiş Can Yücel “açız açız açız” diye bağırmaya başlamış. Diğer mahkumlar da koroya katılınca olanlar olmuş.
Bizim durumumuzu görünce aklıma bu Can Yücel şiiri geldi. Kimimiz “aç aç aç” durumunda ilken kimimiz de “açız açız açız” durumundayız anlaşılan.
aç aç aç
diye haykırıyor yüzlerce mahkum
canımız yanmış gibi değil
canımız yana yana
haykırıyoruz sahnedeki kadına
aç aç aç
bir koç başı gibi
zorluyor duvarları çığlığımız
açız çünkü açız
hem sade o kadına ve kadınlara değil
güneşe yeşile toprağa
ve açık havaya açız
adam gibi çalışmaya
insan gibi yaşaya da açız
onun için de işte
sahnedeki kadına değil asıl
düzenin bazına asılıyoruz
aç aç aç
diye haykırıyoruz
kilitleri aç
kelepçeleri aç
demir kapıları açın
aç aç aç
açız çünkü açız
hem sade içeride değil
güneşe yeşile toprağa açık havaya
adam gibi çalışmaya
insan gibi yaşamaya
sadece içeride değil
dışarıda da açız
onun için de işte
sahnedeki kadına değil asıl
bu düzenin başına asılıyoruz
aç aç aç
diye haykırıyoruz
bize okul bize yol bize fabrika açın
aç aç aç
yine de saklanıyor sahnedeki rakkas
bu acımıza son çare
bir açık verin diye bakıyoruz
canımız yanmış gibi değil
canımız yana yana haykırıyoruz
açamaz açamaz açamaz !
ama hala anlamıyor ki düzenbaz
gönül hoşluğuyla açmazsa eğer
anladığımız gibi
bu tarih denen sahneye
aç dediklerimizi biz
kendi ellerimizle açacağız