Yakın geçmişten bir yaprak: Baykal Nasıl Kurtuldu? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 16, 2024
Poli

Yakın geçmişten bir yaprak: Baykal Nasıl Kurtuldu?

Ahmet Okan
Ahmet Okan

1960’ta kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti 1963 olayları ile birlikte geleceği karanlık bir maceraya sürükleniyordu.

İngiliz Sömürge idaresine karşı başlatılan silahlı olaylar giderek iki topluma sıçramış, Rum ve Türk toplumlarının arası iyice açılmıştı.


Kurulan cumhuriyet de yatışır gibi görünen olayların üstesinden gelememiş, Kıbrıs’ta hayat karanlık bir döneme sürüklenmişti.

Artık “getto” denilen kendi bölgesinde sıkışıp kalmış kapalı bir hayatın içindeydi insanlar.

Lefkoşa ve Mağusa bu hayatın en yakıcı iki örneğiydi.

Hem Lefkoşa hem Mağusa öteden beri kalekent hayatı yaşıyordu. Bu bakımdan kentleri çevreleyen surların önemi çatışma veya savaş ortamlarında daha da önem kazanıyordu.

Surların savunma amaçlı özelliği Venedik döneminden beri kullanıldığı gibi, 1963 ile birlikte devam eden olaylarda da kullanılmıştı.

Sırasında üzerilerine mevziler yapılmış, sırasında altlarına sığınaklar kazılmış ve kadim zamanlarda olduğu gibi 1960’lı, 70’li yıllarda da savunma amaçlı kullanılmıştır.

1965 yılında Mağusa ahalisi zor günlerden geçmekteydi.

Endişe ve bilinmezlik kol geziyordun her tarafta.

Hiçbir mevsimin tadı kalmamıştı.

Bir deniz kenti olan Mağusa’da insanlar yarınların ne olacağını bilmiyor, her an korku ile yüz yüze kalıyorlardı.

İşte böyle günlerde halkın muhtemel kötü olaylardan, kandan, baruttan ve ölümden korunması için çeşitli önlemler düşünen insanlar vardı.

Bunların başında Dr. Burhan Nalbantoğlu geliyordu.

Bu talihsiz ada bir gün bölünecek ama henüz vakit erkendi.

Bölünmesi için de her iki tarafın milliyetçileri ellerinden geleni yapıyorlardı.

Ama bizim konumuz bu değildir.

Nihayetinde korku her tarafı sarmış ve ahali derin, uykusuz bir endişe içindeydi.

O acımasız ve karanlık günlerde olmayacak gibi görünen önlemleri almak bir meseleydi.

Dr. Burhan Nalbantoğlu, mücadeleci ve cesur kişiliğini akıl ile yoğurarak bir plan üzerinde çalışıyordu.

Bu plan, Baykal bölgesinden surlara kadar bir yer altı tüneli yapılması ve sur dışında bulunan Mağusa halkını bir tehlike karşısında tünelden sur içine taşınmasını sağlamaktı.

Acaba böyle bir şey gerçekleştirilebilir, gerçekleştirilse bile başarıya ulaşılabilir miydi?

Bu planı o dönemin tanıkları anlatıyor.

Bu hikayenin ve tanıkların anlattıkları, Özgül Gürkut-Damla Soyalp imzalı “Yarım Kalmış Bir Yaşam: Dr. Burhan Nalbantoğlu” adlı kitapta toparlanmış.

Biz de bu yazımızda bu kitapta yer alan anlatımların önemli bir kısmını alarak olayı aktarmaya çalışacağız.

ahmet2

İsmail Bozkurt:

“Nalbantoğlu, bunun çaresini Baykal Bölgesinden sur içine bir yer altı tüneli kazdırmakta buldu.”

Arif Yetkin:

Tünel Kazma işi dayımın fikriydi. Bir gün eve geldi ve : Lefkoşa’da Rum mevzilerinin altında tünel kazdık. Burada da hendeğe kadar bir tünel kazalım. İleride ihtiyaç olursa Suriçi’nden buraya takviye gelir. İcap ederse de siz o tarafa gidersiniz, dedi.

Böylece fikir ortaya atılmış oluyordu. Gerisi bu tünelin nereden kazılmaya başlanacağı ve bilirkişilerin, teknik insanların görüşlerini almaya kalıyordu.

Osman Saner:

“Bir gece beraber nöbetteyken konuyu açtı. Nasıl yapabileceğimizi konuşup tartıştık ve bir karara vardık. Tüneli kazmaya bahçesinden başlayıp tamamlayacaktık. Aşağı yukarı 65 metre uzunluğunda ve ana yolun altından geçecekti.”

Anayol elbette o günlerde tehlikeli bölgeydi. Çünkü Rumlar da oradan gelip geçiyorlardı. Bu endişe yaratan bir durumdu.

Ali Yetkin:

“Mimar Osman Saner elinde bir pusulayla geldi. O zaman memlekette mimar az. En yakın noktayı birlikte tespit ettiler. Bizim evin yanında tahtadan bir garaj vardı. Dayım arabasını hep oraya koyardı. İşte o garajdan hendeğe kazılacaktı tünel. Pusulayla ölçüldü, karar verildi.”

Kısacası yer tespit edilmişti. O yer Dr. Burhan Nalbantoğlu’nun evindeki bahçelik alandı. Tünel oradan kazılmaya başlanacaktı.

Osman Saner:

“Önce 3 metre çapında bir kuyu şeklinde 5 metre derinliğe inilecek, oradan da 2 mere yükseklikte, 1 metre genişlikte tüneli kazacaktık. Tünel üzerinde 3 metre kalınlığında bir toprak kalacaktı. Bu da çöküntüyü önleyecekti.”

Konu Sancaktarlığın nezdinde de tartışılır. Çünkü kazılacak tünel için muhtemel sorunlara karşı önlemler alınması gerekiyordu.

Dönemin Baykal Bölük Komutanı Erdoğan Aşardağ da devreye girer.

Bu toplantıda Dr. Burhan Nalbantoğlu Aşardağ’a projesini anlatır.

Aşardağ önce şaşırır ve “Yahu orası Rum’un geçişi merkezi. Nasıl olacak bu iş?” diye sorunca Nalbantoğlu “Gün gelecek bu sana lazım olacak” diye yanıtlar.

Sorun çoktu. Örneğin tünel kazarken çıkacak toprak nereye taşınacaktı. Bunun üzerinde kafa patlatılır.

Günlerce süren tartışmalardan sonra tünel projesi devreye girer.

Erdoğan Aşardağ:

-“Kazmayı ben organize ederim” dedim.

-“Peki nasıl yapmayı planlıyorsun?” diye sordular.

-“Bir plan çıkartıp gelirim” dedim.

Mesele çok gizli yapılmalıydı çünkü o yoldan Rumların gelip geçtiği konusunda herkes endişeliydi, bu yüzden gizlilik esas olmalı, projede yer alacak insanlar da buna göre seçilmeliydi.

İbrahim Tezel:

“Bir akşam saat 6-7 sularında bir subay ve Dr. Burhan Nalbantoğlu beni çağırdılar. Bahçe içinde çinkodan yapılmış küçük bir garaj vardı onun içine girdik. İçerisi boştu ve bize ‘buradan sekiz on ayak bir tünel kazacaksınız’ denildi. Tünel o garajın içinden başlayıp kalenin içine kadar gidecekti. Hiç vakit kaybetmedim. Ertesi gün adam toplamaya başladım. Gönüllülerle birlikte tüneli kazmaya başladık.”

Tünel kazma işi 20 kadar insanla yapılıyor, gündüz herkes işine gücüne devam ederken, geceleri tünel kazmayı sürdürüyorlardı.

Erdoğan Aşardağ:

“O delikten başladık kazmaya. Bu tünel iki kişinin geçebileceği bir tünel olmalıydı. Uzun boylu bir adamın koşarak geçebileceği bir tünel. Ne emeklemeli, ne de yürümeli. Koşmalı.”

Arif Yetkin:

“Şanslıydık. Çünkü öyle bir topraktı ki kazıldığı anda hava vurunca taş keser, sertleşirdi.”

Osman Saner:

“Yumuşak kayaydı kazdığımız tünel. Bu nedenle hâlâ sağlamdır ve yıkılmadı.”

Anlatıldığına göre bir Rum tüccarın mertekleri alınmış ve tünel kazıldıkça merteklerle destekleniyordu. Bu şekilde kısa zamanda 35 metrelik bir kazı işi yapılmıştı.

Ancak, kazı işleri yapılır ve yol alınırken bir sorun çıkar.

Arif Yetkin:

“Tövbeler olsun, vururuk guspoyu kum dökülür. Aman Allahım! Ne yapacayık?”

Osman Saner:

“Bir kum yığını bulduk. Akıyor. Devamlı kum akıyor.”

Bu durumda ne yapmalıydılar. Erdoğan Aşardağ ile Osman Saner birlikte Dr. Burhan Nalbantoğlu’na giderek durumu ona anlatırlar.

Nalbantoğlu’nun ilginç bir önerisi olur:

-“Erdoğan sen halledecen bu işi. Yürü git dedeme, otur karşısına ve bu işi sor. Orada bir dere yatağı vardı. O dere yatağının nerede olduğunu sana göstersin ve nereye gideceğini söylesin.”

Söylendiğine göre, kum yığınından dolayı yön bulmak zorlaşmıştı. Tünel nereye, hangi yöne doğru kazılmalıydı?

İmdada Nalbantoğlu’nun dedesi yetişecek ama Şükrü dayının aklı bir gidip bir gelmekte.

Erdoğan Aşardağ Şükrü dayı ile konuşmasını şöyle anlatır:

“Gittik Şükrü dayının yanına oturduk. Burhan Nalbantoğlu’nun ablası Şükriye bize kahve yaptı. Şükrü dayının hafıza bir gider, bir gelir. Bir adam koydum yolun üstüne ve Şükrü dayıya;

-‘Şükrü dayı, bak orada bir dere yatağı bulduk. Nereye gidersem kurtulurum bu dere yatağından? Doğru gidemiyorum. Sola mı döneyim? Diye sordum’

-‘Yok’ dedi.

-‘Nereye gideceğim’ diye tekrar sordum.

Fakat Şükrü dayının hafıza yine gitti. En sonunda hatırladı.

-‘Sağa git bir 5 metre de ondan sonra kurtulun’ dedi.

Şükrü dayının hatırladığı doğru çıkar. Tünel sağa doğru kazılır. O yön istedikleri yöndür.

Osman Saner:

“Arkadaşlara kum akıntısının olduğu bölümü tıkayıp sağa dönmelerini söyledim. Döndük 5 metre kadar gittik ve tekrar eski rotamıza yöneldik.”

Tünel kazıları devam ederken bu gibi sorunların yanında başka sorunlar da çıkıyordu. Yol üstüne yol çalışmaları yapan Rumlar asfalt kazarken, onlarla buluşacaklarmış gibi tehlikeli anların yaşandığı olur ancak bunlar da atlatılır.

Büyük gizlilikle yapılan tünel kazıları yine de etraftan kuşku çekiyordu. Kimi Rum komşular tünelin kazındığı evin sahiplerine sorular sorar, onlar da “tuvalet kazarız, kuyu kazarız” şeklinde cevaplar veriyorlardı.

Şüphe duyanlar komşularla da sınırlı değildi.

Kimi Mücahitler çevreyi gözetliyorlardı. Şüpheli gördükleri şahısların hareketlerini izliyor ve gelecek bir tehlikeyi önceden sezmeye çalışıyorlardı.

BM askerleri bölgede devriye yaptıkları gibi Rum polis komutanlarının gözü de bu çevredeydi.

Ancak, gizlilik bozulmaz ve tüm şüpheler boşa çıkartılır.

Aradan tam 4 ay geçmişti.

Arif Yetkin:

“En sonunda hendeğin duvarını bulduk, toprağı hafiflettik. Artık açmak için basit bir darbe yeterliydi. Diğer taraftan da kalenin taşlarını söküp toprağı bıraktık. Tünelin ev tarafındaki girişinin üzerini de toprakla kapladık ve keçileri üzerine bağlayarak kamufle ettik.”

Erdoğan Aşardağ:

“Hendeğe ulaşmıştık. Şimdi hisarın altından Muğusa Suriçi’ne girmek vardı. Hisarın tam yanına güzel bir delik açtırdık. Bir de güzel merdiven ayarladık. İhtiyaç hasıl olduğunda o merdiven konacak. Ama hesaplamadığımız bir şey vardı. O da yaşlı insanların da oradan geçeceğiydi…”

Tünel tamamen yapıldığında yıl 1967 idi.

O dönemler tünele gereksinim duyulmadığından kapalı kalır. Kalır ama, içindeki tahtalar ve merdiven çürür.

Bir gün herhangi bir olay olursa tünelin kullanılamayacak hale geldiğini bilen Arif Yetkin durumu defalarca çevresine anlatır. Kendisi de Türkiye’ye tahsiline gider. 1972 yılında tahsilini tamamlayıp adaya dönen Yetkin, tünelle tekrardan ilgilenir. Yetkin olayla ilgili şunları söyler:

“1972’de fakülteyi bitirip döndüğümde fakülteden sınıf arkadaşım Güner Kemal Mağusa’ya Baykal Bölgesine takım komutanı olarak geldi. Durumu ona anlattım. Kiminle konuştuysa konuştu, baktım 2 kamyon taş getirtti, o duvarları ördürdü, bir de tünele iniş sağlayacak bir döner merdiven yaptırdı. Bizi kurtaran o oldu. Yoksa 1973’te Güner Kemal onu yaptırmasaydı kimse geçemeyecekti. Aşağıya nasıl inecekti?”

Sağlamlaştırılan tünel 1974 yılında kullanılacaktı. Sözünü ettiğimiz kitabın yazarları şu notu düşerler: “ 1973 yılında yapılan tadilatla sağlamlaştırılan tünel, 1974 Harekatı sırasında birkaç kişi hariç tüm Baykal’ın kurtulmasını sağlar.”

Çatışmaların yoğunlaştığı o günlerde Baykal’daki insanlar tünel vasıtası ile surlar içine alınır.

Erdoğan Aşardağ:

“Tünel kazma işini o kadar gizli tutmuştuk ki, ahaliye tünel var, tünelden kaçacaksınız dediğimizde, onlarla alay ettiğimizi zannettiler.”

Arif Yetkin:

“8 buçuk, 9 gibi çarpışmalar başlayınca Ahmet komutan tünelin ağzını açmamı söyledi. Son kazmayı ben vurdum. Ancak herkes ya yıkılırsa diye tünele inmeye korkuyordu.”

Gönül Kadı:

“O gece abimle Münir Çavuş inip tünelin ağzını açtılar ve ilk biz kaçtık.”

Arif Yetkin:

“İki av tüfeğim vardı. Kız kardeşlerime verdim. Onlarla birlikte ilk olarak Kemal Karaderi ve eşini geçirdim. Bir arabacı fenerim vardı. Onunla yol göstererek 10’ar kişilik gruplar halinde bütün Baykal’ı tünelden geçirip Suriçi’ne taşıdık. Mücahitler de dahil birkaç kişi hariç sağ salim geçtik.”

Pembegül Hadımcı:

“O gece tünelden geçen biri;

-‘Burhan Nalbantoğlu’nun abidesini dikmek lazım’ dedi.

Bunu duyan annem düşüp bayıldı. Şehit olduğunu zannetti. Çünkü insan şehit olunca abidesi dikilir diye düşündü. Oysa insanlar minnet duydukları için söylediler. Annem dayımın sesini duyana kadar da rahat etmedi.”

Osman Saner:

“Ben o zaman Lefkoşa’daydım. İsmet Kotak’ın kayınpederi İbrahim dayı Mağusa’dan Lefkoşa’ya gelmişti. Beni gördüğünde;

-‘Sizin yaptığınız o tünel Baykal halkının canını kurtardı’ dedi.

Ben bu lafı duyunca o zaman büyük bir heyecan duydum. Hakikaten yaptığımız iş halka yaradı.”

Dr. Ali Atun:

“Burhan öngörüsü ile bütün Baykal’ı kurtaran kişidir.”

ahmet3

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar