Sık sık yolları meydanları tutan kızlı erkekli bazı genç insanlarımız “hemen barış hemen çözüm” diye gösteri yapıyıorlar. Bir süre önce öylesi bir topluluğa tanık oldum. Her bağırışın ardından birbirlerine bakışarak burada yazılması mümkün olmayan en koyusundan belaltı kelimeleriyle takılıyor, el şakalarına kahkahaları karışıyordu!
Bir süre izledim ve düşündüm: Bu gençler ne kadar ciddi ne kadar bilinçlidirler? Gerçekten ikide birde toplanarak “barış çözüm” diye eylemlerde bulunurlarken ne kadar idealisttirler? Hangi barışı hangi çözümü savunuyorlar? Kaç Rum arkadaşları var, kaçıyla bir yemek masasını paylaştılar? Birbirleriyle sohbet ettiler mi?
ZAMAN zaman işitiriz. Bu gençler Güney’de bazı kamplarda toplanıyor birlikte eğleşiyorlarmış. Artık bu tip toplantılara ilkokul öğrencilerini de katıyorlarmış. Amaç iki toplumu kaynaştırıp barışçı çözümü sağlamakmış!
Ve koca koca erkekler kadınlar da düşüyorlar yollara. Onlar da barış ve çözüm arıyorlar, tek engelin adadaki Türk askeri olduğuna inanıyorlar! Bunlardan bazılarını biliyoruz. Kendileriyle kavgalı müzmin muhaliflerdir, yahut işsiz, hayata kırgın insanlar. Ne var ki bunlar mazaret değildir. Çünkü bu çok tehlikeli gidişin bir sonu vardır o da Kıbrıs adasını olduğunca Rum’a kaptırmaktır!
KISACA anlatalım: Kıbrıs Türk halkı 1974’lere kadar köylerinde, kentlerinde, mahallelerinde Rumlarla iki komşu olarak yaşadılardı. Bu nedenle Rumca bilmeyen Türk yoktu ama Türkçe bilen Rum parmakla gösterilecek kadar azdı! Komşulukları birbirlerine selam vermekten öte geçmez ne birlikte sabah kahvesi içer ne akşamları evlerde misafirler olarak toplanırlardı! Birbirlerine yabancı değillerdi ama dost da değillerdi!
NİTEKİM: Eoka ile İngilize karşı başlattıkları terör hareketlerinde Türk toplumunu “yok” saydılardı çünkü amaçları “enosisi” gerçekleştirmekti.. Türk halkının gözleri önünde sürdürülen terör adanın resmen Yunanistana bağlanması içindi! Yanyana yaşayan komşuları Türkleri tırnak kadar dikkate almıyorlardı. Türkleri kendi çoğunlukları ve egemenlikleri altında bir azınlık cemaatı olarak anca kabul ediyorlardı!
RUM’U bu çılgın mücadelesinden İngiliz değil, Türkiye’nin askeri ve siyasi karşı tepkisi durdurdu. (Bunları yazmaktan söylemekten artık usanıyorum fakat inanın ki karşımızdaki Rum hâlâ Kıbrıs adası üzerinde bütünlüklü egemenlik hakkı mücadelesi sürdürmektedir ve daha dün Enosis plebisitinin okullarda kutlanıp kutsanmasına cevaz verdiği için de Sn. Akıncı’yı masadan kaçırttıydı!)
“HEMEN çözüm barışa gelince: Dikkat diyoruz. Bu Rum günü geldiğinde komşusu Türk’ü kurşunlayan, evini yakan, göçe zorlayan, çoluk cocuğu kıyan Rum’dur. Değişmedi! Yine yapar! Ve kimden başlar bilir misiniz günü geldiğinde? çok yakınında olan “sizlerden!”
BİTMEYEN GEÇİCİLER SORUNU YİNE MECLİS’TE!
Bu ülkede senaryoları hep ayni model fakat zaman zaman oyuncuları değişen ayni filmleri izliyoruz. Biliyoruz ki bir siyasi partinin seçim kazanması devleti yüceltecek planlı programlı icraaatlarının vaatleri değil, kulislerde sürdülen kumpaslarla “belirli” kişilere vaat edilen “iş, aş, atama, arsa, kredi, ihale, makam…” Gibi kişisel çıkarlar üzerinde gelişen vaatlerdir! Zaten hiçbir seçmen sandığa giderken “bakalım bu partinin seçim bildirgesinde neler vardır” diye okumaz, tartışmaz da! Çünkü bilir ki zaten iktidar da olsa gerçekleştiremeyecek! Kaldı ki Mayıs 1976’da kurduğumuz ilk Nejat Konuk hükümetinden bu yana tam 37 hükümet geldi gitti bu sonuncusu 38’incisi! Ortalamasını alsanız her yıla bir hükümet düşüyor! Dönelim filmlerimize:
“GEÇİCİLER” yahut “kadrosuzlar” filmini var mı izlemeyeniniz? Hatta ve belki de siz bile önce o statüden geçtiniz sonra kadrolandınız kamu dairelerinden birinde! Nitekim ben de onlardan biriyim! BUNA karşın artık bu teamülün terkedilmesi gerekirken baktık ki film ayni film! Sorun yine ve her zamanki gibi Meclis’e taşınmış ve UBP milletvekili Dursun Oğuz’un açıklamasıyla şu anda devlette 1016 geçici kamu görevlisi olduğunu öğrenmişiz! Bunlar için de “Geçici Personel Yasa Tasarısı Önerisininin” Komitede ivedilikle görüşülmesi istenmiş.
FİLMİN insanı göz yaşlarına boğan sahnesini ise öneri sahibi Dursun Oğuz şu sözlerle seslendirdi: “Bu sorun siyasilerin yarattığı kanayan bir yaradır, amaç mağduriyetlerin giderilmesidir!” Ve altın vuruş: “Amaç uzun yıllardır geçici olarak çalışanları kadrolamaktır!” Yani Filme devam!
BUNA karşın “geçiciliğin” ne olduğunu bilirim. Aslanın ağzına düşmüş “aş, iş, geçinecek kadar bir maaşa” fit giden yüzlerce insanın kendilerini bir devlet dairesine atmak için siyasi partilerin nasıl kuyrukçuları olduklarını, ailelerinin seçim konvoylarında kendileerini siyasi parti kodamanları görsün diye nasıl ellerinde bayrak hep önde koşturduklarını…
HAYATIN zor olduğunu da bilirim. Fakat “acımak” başkadır, “hukuk ve üstünlüğü ile devleti liyakatlı memurların bürokrasinin yüklenmesi başkadır ve kesinlikle öyle olması gerekmektedir.. Kısaca eğer kadrolayacaksanız “partili olanı, iktidardan yana olanı değil; oldu olacak liyakat sahibi olanı kadrolayın..
KISACA TAKILDIĞIM: (SORUN ERCAN İHALESİ DEĞİL, DEVLET ZAFİYETİDİR!)
Dün Havadis gazetesi yazıişleri müdürü Hüseyin Ekmekçi’nin Tahsin Ertuğruloğlu ile yaptığı röportajı okudum. Ertuğruloğlu ısrarla “Ercan havalanının denetimsiz kaldığını” tekrarladı. “250 bin euro olayına” ise “istenen paranın Ercan İhalesi Şartnamesi ve Ana Sözleşmesi gereği Turanlı’nın ödemesi gereken para olduğunu” söyledi.
İlginçtir ama Ertuğruloğlu diyor ki bu parayı adamın elinden alabilmek için Ankara’dan yardım istendi kendisine Ömer Elmas adlı bir avukat gtönderdiler.. (Ertuğruloğlu bu konudaki açıklamasında diyor ki kimseye anlatamıyorum. Devletin ödemeyeceği bir mükellefiyetten bahsediliyor. Devlet bir kuruş ödemeyecek. İhale şartnamesi ve sözleşme gereği Merkez İhale Komisyonunda ihaleye çıkılacak bir konu yok. Bunu elli defadır anlatırım halen anlayan yok!.)
NEDEN anlamıyorlar! Çünkü kaç yıllardır sürüdürülen yanlış ve şaibeli işler nedeniyle hükümetler itibar kaybettiler! Anketlerden belli. En az güven duyulanlar arasında “hükümet ve siyasi partilerle Meclis var. Böyle bir devlet hangi sorununu çözebilir, icraatlarının doğruluğuna kim inanır?