Tarım Bakanı Şahali'den SU YÖNETİMİ açıklaması! - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Röportaj

Tarım Bakanı Şahali’den SU YÖNETİMİ açıklaması!

Tarım Bakanı Şahali'den SU YÖNETİMİ açıklaması!

SUDA KKTC MAKAMLARI YETKİLİ: Suyun yönetimi konusunda KKTC Devlet kurumlarının tek yetkili otorite olması konusunda hiçbir uyuşmazlık bulunmadığını anlatan Tarım Bakanı Şahali "Türkiye ile suyun yönetim şekli konusunda anlaşmazlığımız yok. İşletme konusunda ise birbirinden çok farklı olmayan yaklaşımlar var" dedi.

TARIMDAKİ ÖDEMELER: Tarım alanında yapılan ödemelerin tamamen Toprak Ürünleri Kurumu'nun kendi imkanlarıyla sağlanmış 23 milyonluk bir kaynakla yapıldığını söyleyen Şahali, "Bu ödeme için kamu maliyesinden ve dış yardımdan kaynak alınmadı" diyerek 13. Maaşa müdahale edilmediğini açıkladı.


TÜRKİYE KAYNAKLARI ÇÖZÜM DEĞİL: Ülkedeki sorunların çözümsüz kalması durumunda bunların sebep olduğu hasarların Türkiye'den gelecek kaynakla telafi edileceğini, bunun da esasta sorunları daha da büyüteceğini anlatan Bakan Şahali' "sorunlar çözümsüz kalırsa bu içinden çıkılmaz bir hale dönüşür" dedi.

YAPILACAKLAR ERTELENDİ: Türkiye ile imzalanan protokolde ve hükümet programında yer alan konularda adım atılmış olsaydı bugün Türkiye'den daha az mali desteğe ihtiyaç duyma noktasında olunurdu" diyen Şahali, "Yapmamız gerekenleri bugüne kadar hep erteledik" dedi.

Baykan Gürses Özdağ
Tarım, Doğal Kaynaklar ve Gıda Bakanı Erkut Şahali, Türkiye'den gelen suyun yönetimi konusunda herhangi bir uyuşmazlık olmadığını, sorunun işletme ile ilgili olduğunu söylerek, bu konuda birbirinden farklı olmayan önerilerin tartışıldığını anlattı. Şahali, "Türkiye ile imzalanan protokol ve hükümet programında yer alan konularda adım atılmış olsaydı gelecek olan kaynak konusunda daha az ihtiyaç duyma noktasında olunacaktı" diye konuştu. KKTC'de sorunların çözümsüz kalması durumunda daha da büyüyerek devam edeceğine işaret eden Bakan Şahali "yapılacaklar yapılmazsa içinden çıkılmaz bir hale geleceğiz" uyarısında bulundu.

Soru: Tarımda ödemeler yapıldı. Bundan sonra ne olacak?
Şahali:
Öncelikle, sizlere, yurttaşlarımıza, tüm okuyucularınıza ve tarımsal faaliyette bulunan tüm üreticilere sağlık, şans ve bereket dolu bir yıl dilemek isterim. Yapılan ödeme, kısmi bir ödemedir ve evet daha yerine getirilmesi gereken yığınla yükümlülüğümüz vardır. Ödenen, Toprak Ürünleri Kurumumuz’un alımını yaptığı 2015 ürünü arpa ve buğday ürününün yaklaşık %60’lık kısmıdır. Bununla ilgili olarak yaklaşık 15 milyon gibi bir ödemenin daha yapılmasına gerek vardır. Bu noktada bir şeyin altını özellikle çizmek isterim, yaptığımız ödeme tamamen Toprak Ürünleri Kurumu’nun kendi kabiliyetleri ile sağlanmış 23 milyonluk bir kaynakla gerçekleştirildi. Bu ödemenin yapılabilmesi için, kamu maliyesinden de, herhangi bir dış yardımdan da tek kuruş dahi katkı alınmamıştır, 13. maaşlara herhangi bir müdahale yapılmamıştır. Daha önce de belirtmiştim. TÜK, bilançosuna göre, borçlanabilme kabiliyeti olmayan bir durumdadır. Dolayısıyla, 2015 ürün bedelleri satılıp, parası tahsil edilmeden, üreticilerimize teslim ettikleri ürünün bedelini ödeyecek kaynaktan yoksundur. Bunun anlamı, geriye kalan ödeme, ürünün satışıyla elde edilecek kaynakla yapılabilecektir. Ancak bizim bakanlık olarak, yalnızca 2015 ürün bedelleri değil, üreticilerimize ve onlar adına mal ve hizmet alımı gerçekleştirdiğimiz kişi ve kurumlara, yaklaşık 62 milyonluk ödeme yükümlülüğümüz vardır. Bu, doğrudan gelir desteği ödemelerinden yapılmış olması gereken, ancak bütçede kaynak kalmaması nedeniyle, henüz yerine getirilememiş yükümlülüklerimizdir. Zaten esas yapısal sorun da bundan kaynaklanmaktadır. Bu tutarı biz 2016 yılına bütçe açığı olarak transfer etmiş bulunmaktayız. Şimdi bir yandan ürün bedellerinin olası en kısa sürede tamamının ödenmesi, diğer yandan da geçmiş yıllardan gelen bütçe açığımızı kapatarak kendi kendimize yeten bir yapıya kavuşabilmek için yoğun bir gayretle çalışacağız. Bununla ilgili net bir zaman planlaması keşke yapabilseydik. Maalesef bu konuda “olası en kısa sürede” demekten başka bir seçenek göremiyorum. Çünkü tamamıyla kontrolümüzde olan bir süreçten söz etmiyoruz. Söylenecek en küçük bir tarih iması dahi, sabrı kalmayan alacaklılarımızda gerekenden fazla bir beklentiye yol açıyor. Ancak şundan emin olunmalıdır ki, tüm çabamız, iki yakası bir araya gelmiş bir bakanlık ve sektör yapısı sağlamak içindir.

Soru: 13. Maaşla ilgili kendi önerinize hala ihtiyaç var mı?
Şahali:
13. maaş meselesi artık benim gündemimde yer almıyor. 13. maaşlara herhangi bir müdahaleye gerek kalmadan, biz bugün için, çiftçilerimizin huzurunu sağlamayı başardık. Bu konu, maalesef gereken biçimde anlaşılmadı ya da anlaşılmak istenmedi. Öncelikle şu bilinmelidir ki, ben oluşan sıra dışı tepkiyi yatıştırmak için, 13. Maaşla ilgili geçtiğimiz hafta yaşadığımız gerilimin tüm sorumluluğunu üstüme aldım. Ama aslında durum çok farklıydı. Bir kere, geçtiğimiz hafta basın önünde yaptığımız toplantıda, benim karşımda duran çiftçiler, 13 maaşlardan eksik ödeme yaparak kendilerine de kısmi bir ödeme yapılabilmesi için kaynak yaratılabileceğine dair opsiyonu ilk kez benden duymadılar. Bu konuda, bütçe görüşmeleri sırasında, mecliste yaptığımız görüşmede, kaynak yaratma gayretlerimiz arasında bu konuyu da ele alabileceğimizi kendilerine sadece ben söylemedim. Belki konu, muhatapları dışında, kamuoyuna benim sözlerimle yansıdı ama aslında, konu hükümetin gündemindeydi. Bu konuda tek hatam, eksik ödeme demek yerine kesinti ifadesini kullanmak oldu sanırım. Formülü iki biçimde izaha çalışmıştım. İlk seçenekte, siyasi kamu görevlileri olan milletvekilleri, barem 18 ve üstü üçlü kararname ile atanmış bürokratlar, müşavirler ve milletvekili ve bürokrat emeklilerine 13. Maaşlarının ödenmesinin ertelenmesi ile yaratılacak bir kaynağı içeriyordu. Bu yöntemle oluşacak kaynak, çiftçilerin beklentisini karşılayacak miktarı sağlamıyordu. İkinci seçenekte ise, 2011 sonrasında istihdam edilenler haricindeki kamu görevlilerine ki bunun altını ısrarla çizerek belirttim, 13. maaşlarından belli bir yüzdelikte eksik ödeme yapılarak, oluşturulacak yaklaşık 10 milyonluk bir kaynağın yaratılması bulunmaktaydı. Eksik ödeme derken, düşük baremlerdeki çalışanlara 20-30 TL ile başlayan ve yüksek baremlerde 150-160 TL ile son bulacak oranlarda, daha sonra telafi edilmek üzere, eksik ödeme yapılmasından söz ediyorduk. Bununla ilgili tam bir fırtına estirildi. Bana hukuk dersi verenler mi istersiniz, düşünmeden konuştuğumu söyleyenler mi, acemi diyenler mi, neler neler. Bu konuyu ben bir turnusol kağıdı olarak gördüm ve gerçeğin açığa çıkmasını sağladığı için de değil üzüntü, aksine sevinç duydum. Kendi kendimize yetmek, kendi kendimizi yönetmek konusunda mangalda kül bırakmayanların, geçici ve ileride telafisi yasal olarak zorunlu bir konuda, toplumsal seferberlik ve dayanışma için aslında bırakın hazır olmayı, hiç niyetli dahi olmadığının ortaya çıkmasını sağlayan bir turnusol kağıdı oldu bu olay. Kazanılmış hakların geriletilmesine ilişkin her türlü girişimin geçmişte de karşısında durdum, bundan böyle de karşısında olmaya devam edeceğim ancak kendi kendimize yetme ve kendi kendimizi yönetme konusunda bir toplumsal seferberlik ihtiyacı olduğunu ve bunun da mutabık kalınan ölçüde ve mutlaka fedakarlık gerektirdiğinin aşikar olduğunu düşünüyorum. Bu konudaki iddialı beyanlarla, benim 13. maaşla ilgili açıklamalarımın ardından oluşan ortamın tezat oluşturduğunu görmek beni yine de üzmedi dersem yalan olur.

Soru: Türkiye'nin kaynak aktarımı olduğu söylendi. Bu aktarma nasıl oldu? Bunca zaman neden gecikti?
Şahali:
Aktarılan kaynak hesap dışı bir kaynak değildir. Bekleniyordu ve burada bizim durumu kurtarmamız için de aktarılmadı. Detayları açıklandı. Bu aktarım 2015 bütçemizde bulunan kalemlere yapıldı ve yarısı cari bütçe katkısı, bir kısmı savunma bütçesine ve reel sektörü destekleme ödeneklerine gitti. Bakanlığıma bu kaynaktan aktarılan herhangi bir ödenek söz konusu değildir. Zamanlama olarak bizim hem tahıl, hem de süt ödememizle denk düşmesiyle “Türkiye’den parayı kaptılar, kenileri ödemiş gibi yaptılar” şeklinde yine sorumsuz bir biçimde değerlendirildi. Bu bir haksızlıktır. Türkiye’nin sağladığı mali destek çok önemlidir ve bununla yapılan işler ortadadır. Biz ne Türkiye’nin sağladıklarıyla yaptıklarımızı kendi marifetimiz gibi gösteririz, ne de kendi kabiliyetlerimizle başardıklarımızın yok sayılmasına tahammülümüz vardır. Esas olan, Türkiye’nin sağladığı katkıyı yapısal sorunlarımızı aşmada ve kendi ayaklarımız üstünde durarak, bu katkı olmadan, yürünebilecek duruma geçişi sağlamaktır. Bu bizim yıllardır aşamadığımız bir durumdur ve yapısal sorunlarımızın devamının bir nedeni de aslında Türkiye’den özellikle 2000’li yılların başına kadar Kıbrıs’a akıtılan kontrolsüz kaynaktır. Bu yüzden biz, sorunu çözmek gerektiğini hep söyleyip duruyoruz. Sorunlarımız çözümsüz kaldığı sürece, bunların sebep olduğu hasarın Türkiye’nin sağladığı kaynakla telafi edilmesi esasta sorunları daha da büyütüp geleceğe, daha da içinden çıkılamaz biçimde erteliyor. Kalıcı çözüm sağlamak yerine, günü kurtaracak arayışlarımız, bizi hep daha geriye götürüyor ama bunu zamanında değil de, iş işten geçince fark ediyoruz. Bu nedenle hep reformdan söz ediyor, ama bir türlü cesaret gösterip bu dönüşümü gerçekleştiremiyoruz.

Soru: Tarımda reform çalışması ne olacak? Reform ne içeriyor?
Çiftçiler bunu kabul edecek mi?
Şahali:
Tarımda reform, tam da bir önceki sorunuza en güzel örnektir. Bizim geçmişimizde, gerek destekleme ödemeleriyle ilgili olarak, gerekse ürün bedellerinin ödenmesiyle ilgili konuların sorun olarak kamuoyu önüne gelmediği bir dönem neredeyse yoktur. Bunun nedeni planlanmış, verileri derlenmiş ve uygulama sonuçlarına göre yeniden şekil verilmiş bir tarımsal uygulama geleneğimizin oluşmamış olmasıdır. Devlet, ilgili sektörlerle birlikte, önceliklerini ve bunlara ulaşabilmek için uygun planlama ve uygulama esaslarını belirlemek yerine, sahip olduğu sınırlı kaynağı herkese biraz biraz diye dağıtıp durdu. Bu uygulama ne devleti, ne de desteklenen kesimleri memnun etti. Şimdi 2016 yılı tarımsal destek bütçemizin yarıya yakını geçmişte hâlihazırda harcanmış durumdadır. Mevcut uygulamanın bu şekliyle devamı, önümüzdeki yıl bugün, bütçenin yaklaşık dörtte üçünden mahrum olduğumuzu, 2018 başında ise bütçenin tamamının tüketildiği sonucunu bize dayatacak. Bunun adı iflastır. Bu iflas göstere göstere üzerimize geliyor. İşte bu nedenle zaten uzunca bir süredir reform arayışı dillere pelesenk olmuş ama bir türlü ilk vuruş cesareti gösterilememiştir. Şimdi bu iflası önlemek için adım atmak ve evet, hiç ertelemeden, hemen şimdi atmak zorundayız. Aksi felakettir çünkü. Biz yapılması gerekenlerle ilgili hazırlıklarımızı tamamladık ve ilgili bütün kesimlere, örgütleri aracılığıyla bildirdik. Bir kısmından yazılı, bir kısmından da sözlü dönütler aldık. Bunları değerlendireceğiz ancak, belirtmek isterim ki, tüm görüşlerden elbette yararlanacağız ama mutlak mutabakat arayışı içinde de değiliz. Her kesimin her halukarda mutlu olacağı bir sürecin, mevcut kaynak yapımız içinde, bizleri reforma götürmesi mümkün değildir. Reform çalışmamız, özünde kayıtlılığı, sürdürülebilirliği, girdi maliyetlerini azaltarak karlılığı artırmayı ve elbette istihdam payını büyüterek ülke ekonomisine daha fazla katkıyı esas alacak. Bu hedefleri tutturmak, bizlere daha geniş bütçe olanakları yaratacaktır. Daha geniş bütçe ile çok daha etkili bir destek politikası uygulama olanağı bulmak mümkündür.

Soru: CTP Genel Başkanı Talat reformların yapılmaması nedeniyle Türkiye'den reform kalemine ayrılan kaynakların aktarılmadığını söyledi. Bu reformlar nedir?  Eski dönemde niye yapılmadı ? Yeni hükümet döneminde yapılacak mı?
Şahali:
Türkiye ile imzalanan ekonomik protokoller, özünde karşılıklı taahhütleri içerir. Yani bizler yapacaklarımızı, Türkiye de bizlerin yaptıklarına nasıl katkı yapacağını belirler ve bunlar imzalanan protokollerle karşılıklı olarak teyit ve taahhüt edilmiş olur. Bugün, protokolün tarımsal konularında ciddi bir gerilik söz konusudur. Biz yapacağız deyip de yapmadığımız, ya da henüz başaramadığımız konularla ilgili öngörülmüş kaynakların önemli bir kısmını elde edemedik. Ben bu konuda çok rahatsızım ama bu rahatsızlık, Türkiye’den kaynak alamamaktan değil, yapılması gerekenlerin yapılmamış olmasındandır. Çünkü sadece protokolde değil, hem bizim parti programımızda, hem de hükümet programında yer alan konularda ileri adım atabilmiş olsaydık, bugün Türkiye’den beklenen katkının çok daha azına ihtiyaç duyar noktada olmak mümkündü. Yapmamız gerekenleri bugüne ertelememiş olsaydık, çok daha verimli, sürdürülebilirliği olan rekabet gücü yüksek ve pazar değeri çok daha fazla bir tarım sektörü hakkında konuşuyor olurduk. İşte bu nedenle az önce iflastan, felaketten söz ettim ve daha fazla geç kalma lüksümüzün olmadığını belirttim. O yüzden biz şimdi, öncelikle kendi gereksinimlerimizi karşılayacak, üretimin sürekliliğini ve verimliliğini güvence altına alacak, tüm üretim girdilerinin ve süreçlerinin kayıt altına alınacağı, pazar değeri yüksek ve dış pazarlarda rekabet edebilir kalite ve standartlara sahip ürünler üretmeyi hedefleyen yeni bir kurguyu geliştirip hemen uygulamak zorundayız.

Soru: Narenciyede pazar sorunu çözüldü mu? Bu konuda umut verici gelişmeler var mı?
Şahali:
Narenciyede Türkiye ile Rusya arasındaki politik kriz ortamı bizi fazlasıyla tehdit ve tedirgin etmektedir. Bazı olumsuzluklar vardır ama iş bütünüyle çöktü demenin henüz erken olduğu bir aşamadayız. Farklı alternatif pazarlara yönelmek yanında, Rusya pazarının devamı konusunda siyasi bazı girişimlerimizden olumlu sinyaller alıyoruz. Bu konudaki sıkıntı sadece Rus pazarı ve narenciye ile sınırlı değil tabii. Türkiye’nin Rusya’da kaybettiği pazar payını telafi için yaptığı girişimler, bizim diğer pazarlardaki hem narenciye, hem de diğer ihraç ürünlerimizin durumunun olumsuz etkilenmesi ihtimallerini yaratıyor. Bu nedenle, hem sınırlı ihraç pazarlarımızda bir daralma olmaması, hem de Türkiye ile istişare içinde durumu kontrol edebilmek için çalışıyoruz.

Soru: Su konusunda bundan sonra nasıl bir yol izlenecek?  Türkiyeli bürokratlarla yapılan görüşmelerde siz de vardınız. Neler görüşüldü, Türkiye'nin tavrı nedir?
Şahali:
Bu konu, yine yazısız kitap okunan, kişiler üstünden türlü spekülasyonlar yapılarak ön yargılarla ele alınan bir konudur. Dahası, yine geçmiş yanlışları, direkt ya da endirekt olarak aklamak için fırsat haline getirilmiş bir konudur. Devletin çoğu yönetsel sorumluluğu gibi, su konusundaki sorumluluğu da, hem yerel yönetim organlarında, hem de merkezi otorite tarafından popülist bir yaklaşımla ele alınageldi. Suyun adamız için ne denli önemli olduğunu, ne yazık ki, biz tükettiğimizde anladık. Halbuki suyu siyasete oy kazandıran bir rant aracı olarak görmemiş olsaydık, kuyuların açılmasını da, açılan kuyulardan su teminini de, satılan suyun değerinde satılmasını ve tahsilatının yapılmasını, kamu idaresinin gerektirdiği ciddiyet ve kararlılıkla yerine getirmiş olsaydık, bugün tartıştığımız her şeyi çok farklı biçimde tartışır, kendi ideallerimizle örtüştürme şansına sahip olurduk. Şimdi ortada bir sonuç vardır. Bizim hem yer altı, hem de yer üstü su kaynaklarımız miktar ve kalite bakımından alarm veriyor. Türkiye’den adaya su ulaştırılmıştır. Bu suyun geçmiş hatalarımızı tekrarlamadan yönetilmesi ve bundan maksimum verim esasına göre yararlanılması gerekmektedir. Bu sadece gelen suyun değerlendirilmesi değil, aynı zamanda mevcut ve muhtemel yerel su kaynaklarımızın da miktar ve kalite bakımından daha iyi bir düzeye taşınmasına yol açabilecektir. Bu hedefin tutturulması için yapılması gerekenler, iki devlet arasında eşitliği, karşılıklı sorumlulukları ve yararı öngörecek bir çerçevede ele alınıp sonuçlandırılacak ve bir anlaşmaya imza atılacaktır. Hem gelen suyun, hem de yerel sularımızın yönetimi konusunda bizim devlet kurumlarımızın tek yetkili otorite olması konusunda herhangi bir uyuşmazlık yoktur. İşletmeye ilişkin olarak ise, sulardan maksimum yarar elde edilebilmesine ilişkin olarak yapılması gereken yatırımlar nedeniyle, birbirinden çok uzak olmayan farklı yaklaşımlarımız vardır.
Şu anki gayretimiz, karşılıklı hassasiyetlerimizi gözeterek, bu farklılıklarımızı yakınlaştırıp ortak bir sonuca ulaşmak içindir. Bu sonuç için çalışmalarımızı sürdürürken, gelen suyun adaya ulaşmasını sağlayan 19 Temmuz 2010 tarihli hükümetler arası anlaşmayı da, 2013-2015 işbirliği protokolünü de yok sayamayız. Çabamız, devlette devamlılık ilkesi çerçevesinde, bu anlaşmaları dikkate alan ama bugünkü hassasiyetleri de, mevzuatı da ve en önemlisi ülkemizdeki geçerli yönetim iradesini de en az anlaşmalar karar dikkate alan bir sentez oluşturmak içindir. Bu çalışma mutlaka sonuçlanacak ve su konusunda bugünden daha iyi ve sürdürülebilir bir noktaya geçiş sağlanacaktır.

Soru: Hükümet ortağınızın tavrı nasıl? Şu ana kadar bir sorun oldu mu? Hükümet krizi iddiaları ne derece doğru?
Şahali:
Aslında bu konuda esas olan hükümet programında söylenenlerdir. Çünkü hükümet programı bir koalisyon hükümeti olan hükümetimizi oluşturan partilerin arasındaki bir anlaşma metnidir. Dolayısıyla herhangi bir konuda yapılması gerekenlerin ve nasıl yapılacağının cevaplarının da hükümet programında aranması gerekir. Bu programın içermediği her yaklaşımın, tarafların karşılıklı olarak mutabık kalmasıyla yaşam şansı olabilir. Ortağımız bu konuda sessiz kalıp tavır belirtmemekle suçlanıyor ama bizim istişaremiz ve birlikte iş yapma gayretimiz yerli yerindedir. Herhangi bir kriz ruh hali içinde değiliz. Hükümetin gündemindeki tüm konuları, hassasiyetlerimiz farklı düzeyde olsa dahi, birbirimize ve halkımıza karşı taşımamız gereken sorumlulukla ele almak zorundayız ve almaktayız.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar