Sigorta olsaydı çöküş olmazdı - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Kıbrıs

Sigorta olsaydı çöküş olmazdı

Sigorta olsaydı çöküş olmazdı

Ankara’da AB ve sigorta tazminatları konusunda aranan isimlerden biri olan Kıbrıslı Türk avukat Erhan Bora, Kuzey Kıbrıs’ta inşaat sektöründe yaşanan çöküşe dikkati çekti ve vurguladı:
Sigorta olsaydı çöküş olmazdı

ORAMS SORUNU… Ülkedeki inşaat sektörünün çöküşünü getiren Orams davasının sonuçları ortadan kaldırılabilirdi ki hala yapılabilir. Kalkıp da bir sigorta şirketi deseydi ki “Ben, Kıbrıs’taki eşdeğer malları ‘politik riske’ karşı sigortalıyorum. Gün gelir de birisi “Gidin buradan, artık bu evde oturmayacaksınız dediği zaman, ben bunun değer kaybını öderim” dese sorun ortadan kalkardı. Türkiye bunu yapabilir
TAZMİNAT HESAPLANMASINDA PROGRAM… “Bir arkadaşımla birlikte bir yazılım dizayn ettim. Ölenlerin yakınlarına ödenecek tazminat miktarı hesaplamasıyla ilgili 8-9 saatte çıkan işi biz, 2 dakikada yapabiliyoruz bilgisayar programında. Bunun patentini de aldık” 
DAVA ÇOK… “AB İnsan Hakları Mahkemesi’nde 550 civarında dava açtık. 100-150 civarında olan sonuçlandı. Bir 350-400 tane daha devam eden dava var”


Selda İÇER
Dört günden bu yana yurt dışında yaşamlarını sürdüren ve mesleklerinde bir noktaya gelmiş Kıbrıslı Türklerin yaşam öyküleriyle buluşturuyoruz sizleri. Ankara’da yaşayan ve mesleklerinde kariyer yapan, Doç. Dr. Gürol Öksüzoğlu, Doç. Dr. Gülden Ereş ve Doç. Dr. İhsan Gürsel’in yaşam öykülerini aktardık bu sayfalardan sizlere. Bugün de, son olarak avukatlık mesleğinde Ankara’nın aranan kişileri arasında yer alan, özellikle AB, insan hakları ve sigorta tazminatları davalarında isim yapmış Erhan Bora’nın mesleki kariyerini okuyacaksınız. Hemen belirtmek isteriz ki, yayımladığımız bu röportajlardan sonra birçok kişiden kendilerini “atladığımız”, “unuttuğumuz” yönünde sitemler aldık. Önce İstanbul, ardından da Ankara yolculuğumuz oldu. Bu konuda hiç kimseyi es geçmek istemeyiz. Röportajlarımız ara ara devam edecek. Ancak bizim, göremediğimiz, bilemediğimiz kişiler de olursa, lütfen bizlere ya telefon, ya da mail yolu ile ulaşsın. Toplumumuzun yurt dışında yaşayan değerlerini ülkemize tanıtmaktan gurur duyarız.
Evet, avukat Erhan Bora’nın özellikle sigorta tazminatları konusu, ölen bir kişinin yakınına ödenecek tazminat miktar konusunda hesaplama yapılmasındaki geliştirdiği bilgisayar programını ile Orams davası sonrası “politik risk” sigortası önerisini dikkatle okuyacağınızdan eminim. Ankara’da bizi ofisinde ağırlayan Erhan Bora’nın eşi de avukat ve yanlarında 13 kişi çalışıyor. 
HAVADİS: Özgeçmişinizden bize biraz bahseder misiniz?
BORA:
1964 Lefkoşa doğumluyum. TMK mezunuyum. Daha sonra bir buçuk sene İngiltere’ye gittim. Ancak tam o yıl, 1980’de Türkiye’de askeri darbe oldu ve Türk parası çok büyük bir devalüasyona uğradı ve bundan dolayı okul masrafları çok ağır geldi. Geri dönmek zorunda kaldım. Ondan sonra tekrar koleje devam ettim. Birinci tercihim olan Ankara Hukuku kazandım. İlkokulda iken bile hep avukat olma hayalini kurardım. Okul bittikten sonra Kıbrıs’a döndüm ve Kıvanç Rıza’nın yanında staj yaptım. Ancak daha sonra ailevi nedenlerden dolayı geri dönmek zorunda kaldım.

HAVADİS: Neden Ankara’da yaşamını sürdürmeye karar verdin?
BORA:
Ailemle ters düşünce önce İngiltere’ye gittim. Eve bir veda mektubu bıraktım. Yaş, 22 “Kusura bakmayın ben gidiyorum” dedim ve uçağa binip gittim. 6 ay iyi bir para biriktirdim orada. Restoranda çalıştım. O dönemde Ersin Tatar ile görüştüm Londra’da. Benim mahalle arkadaşım idi. Bana, “İlla avukat olmak istemiyorsan sana Polly Pack’de bir iş ayarlarız” dedi. Böyle konuştuk ama gerçekleşmedi. Bu olmayınca o dönem 1990 yılında eşimin memleketi olan Samsun’da, Azot-Bakır Fabrikası vardı ve ciddi bir endüstriyel tesisti. Fabrikanın bacalarından çıkan gazlar çevreye zehir saçıyordu. Eşim de Samsunlu idi. Bize dediler ki “Böyle böyle bir şey var. Bununla ilgilenir misiniz” Biz de Fabrikaları dava ettik. O sene 47 dava açtık fabrikalara. Mesleğin daha birinci yılında 47 tane davan oluyor ve hepsini kazanıyorsun. Bunun sonucunda “ Biz buradan bir yere gitmeyiz” dedik. Güzel bir para kazandık. Daha sonra 93-94 yılında 220 dava açtık Kara Deniz Bakır ve Gübre Sanayisi’ne. Tam biz, “köşe döneceğiz” derken, açılmış olan davalardan fabrikalar geçici battı. Daha sonra onlar toparlandı falan, bir şekilde biz paramızı aldık. O dönemde Türkiye’de, “Davayı kazanırsan müşteriden para alacan, kazanmazsan para yok” diye bir şey yoktu 1996 yılında. Samsun’a gittik kimse bizi tanımaz kimse gelmez. Ben de “böyle çalışırsam belki insanlar bana davalarına verir” dedim. “Kazanırsam para alacağım, kazanmazsam para yok” deyince işler gelmeye başladı. Tabii ki riskli idi ama ben de kazanabileceğim davaları seçerek alırdım. Sonra ben dedim ki, “ Bu Samsun’da tuttuğuna göre Türkiye’nin her yerinde tutar” Onun üzerine 1999’da Ankara’ya geldik. Düşünün, hiçbir bağlantı bir şey yok. Hatta bana “Sen neyine güveniyorsun da Ankara’ya gideceksin” derlerdi. Dedim ki “Ben Kıbrıslıyım. Karadeniz’de kendimi koridorda gibi hissederdim. Koridor Sendromu diyordum buna. Karadeniz’de dağlar denize dik. Deniz görüntüsü var ama yararlanma yok. Deniz ve dağ arasında sıkışıp kalmış gibiydim. Ben hayatımın sonuna kadar orada kalamazdım.
HAVADİS: Samsun’da kaç yıl yaşadınız?
BORA:
9 yıl. 1990-99 yılları arasında orada yaşadık. Orada bir oğlum oldu. Daha sonra Ankara’da ikinci çocuğumuz dünyaya geldi. 2005 yılında Ankara Üniversitesi’nde AB hukuku üzerine yüksek lisans yaptım. Daha sonra, Bilkent Üniversitesi doktora için kontenjan açtı. Bilkent’te anlayış biraz daha farklı, Amerikan tarzı. Oraya girdim ve sınavlarını kazandım, şimdi orada doktora yapıyorum. Sigorta hukuku üzerine.
HAVADİS: AB hukuku üzerine master yapmaya iten neden ne idi sizi?
BORA
: Dil avantajı olduğu için. Gidip da düz bir dalda master yapmanın bir avantajı olamazdı. AB konusunda master sınavı açtıklarında çok iyi derece İngilizce istiyorlardı. Bizim için bu kolaydı. Yabancı dilimi kullanma şansım olacağını düşündüğüm için AB hukukunu seçtim.
HAVADİS: Karşılığını alabiliyor musunuz bunun şimdi?
BORA:
Hayır. Ama sebebi de ilginç. AB hukuku ile Avrupa İnsan Hakları Hukuku çok farklı şeylerdir. Herkes bunu özdeş kavramlar zannediyor. Hiç bağlantı yok demek doğru değil, biraz bağlantı var ama çok çok farklı kavramlardır. Avrupa İnsan Hakları Hukuku, insan hakları hukukunun bir alt dalıdır. AB hukuku ise, tamamen birlik üyesi ülkelerle ilişkiler, serbest dolaşım, serbest çalışma, ticaretin kolaylaştırılması, malların hizmetlerin, sermayenin kendi içinde hareketleri. İnsan Hakları ile doğrudan bağlantısı yok AB’nin. Ben o dönem, başladım AB İnsan Hakları Mahkemesi’nde dava açmaya, iyi derecede İngilizce biliyorum ya, başlangıçta şu rahatlığı gördüm. AB İnsan Hakları Mahkemesi kararları İngilizce veya Fransızca yayınlanıyor. Ankara’da da çok iyi derecede İngilizce ve Fransızca bilen Avukat olmadığı için çok rahat okuyorduk. Dava dilekçelerini de birinci elden İngilizce yazıyordum işim hızlı yürüsün diye. Birkaç sene sonra ben İngilizce yazıyorum, onlar bana Türkçe cevap veriyor. Şaşırdım. Sonra bir ara telefon açtılar Strazburg’tan; Türkçe konuşuyorlar. İşte “Bu dosyada şu evrak eksik falan” diye. “Tamam dedim tamamlarım ama size bir şey sormak istiyorum. Ben size hep İngilizce yazarım dilekçeleri hızlı yürüsün diye işler, ama siz bana cevapları hep Türkçe yazarsınız. Neden böyle.” Güldü ve dedi ki, “Evet başlangıçta böyleydi ama şimdi en fazla aleyhine dava açılan ülke Türkiye olduğu için burada en fazla yardımcı personel Türk.” Şu an gelinen nokta budur.
HAVADİS: Bu durumda sizin İngilizcenizin hiçbir avantajı kalmadı mı?
BORA:
Bunu söylemek mümkün değil çünkü, mahkeme kararları hala İngilizce ve Fransızca olarak yazılıyor. Emsal kararları nasıl takip edeceğim diye baktığınız zaman onu size kimse tercüme etmiyor.
HAVADİS: Bu dalga ekmek yiyebildiniz mi?
BORA:
Yedim, hem de çok yedim. 550 civarında dava açtık. 100-150 civarında olan sonuçlandı. Bir 350-400 tane daha devam eden dava var.
HAVADİS: Daha çok hangi konuda bu davalar?
BORA:
İki tane temel konu var. Birincisi, İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6’ıncı maddesi var. Bir de mülkiyet hakkının korunması. Ceza ile ilgili de çok insan hakkı ihlalleri oluyor da, oradan çok fazla iş çıkmıyor. Hatta, ilginç de bir olay anlatayım. Ben Ankara’ya geldim. Dediler ki İnsan Hakları Hukuku konusunda bir konferans var. Ankara Barosu düzenliyor. Ben de gideyim bir şeyler öğreneyim dedim. Diyarbakır’dan gelen bir avukat yapacak bu sunuşu dedikleri zaman şaşırdım. “Diyarbakır’dan gelen birisi ne öğretecek ki bize” diye düşündüm. Gittim baktım, bıyıklı bir adam. Sempatik falan ama adamın Türkçesi, Türkçe değil. Çok hayret ettim ve sordum. “Kimdir bu” diye. Avukat Sezgin Tanrıkulu. İlk kez ismini o zaman duydum. Kürtmüş. Ondan sonra baktım adam gerçekten bilgili. Sonra baktım, Diyarbakır, Mardin, o civardaki Kürt kökenli avukatlar İnsan Hakları sözleşmesinin bazı unsurlarını çok iyi biliyorlar. Yaşanmış olaylardan dolayı.
HAVADİS: Ne kadar sıklıkla adaya geliyorsunuz?
BORA:
Ankara’ya geldikten sonra senede en az 4-5 kez adaya geliyorum.
HAVADİS: Çocuklarınızın Kıbrıs kültürüyle ilgili evdeki yaşamı nasıl?
BORA:
O açıdan zayıfız biraz. Kültürü evde yaşatmamız zayıf. Arada Kıbrıs kanallarını izleriz. “Con” kahve içerim, yemeklerden sonra. Annemler geldiğinde molehiya pişiririz. Çocuklar seviyor onu. Elimizden geldiğince yaşatmaya çalışıyoruz kısacası.
HAVADİS: İşinizin başka yönleri de var mı? Baktığınız başka davalar?
BORA:
Bir de işimin ağırlığı sigorta hukuku davaları. Ölümlü, yaralanmalı tazminat davaları, sigorta şirketleriyle ilgili olan davalar.
HAVADİS: Mesleğinizi Ankara’daki davalara bakan avukatlarla kıyaslayınca kendinizi nereye koyarsınız?
BORA:
Oldukça iyi bir yerdeyim. Geliştirdiğim bir programla ilgili bilgi vereyim size. Mavi Marmara olayında ve Uludere’de bazı kişinin öldürülmesi konusunda hükümet tarafından tazminat ödeneceği açıklandı ölenlerin ailelerine. Tazminatlar konusu gündeme geldiği zaman basın yetkililere sordu “ Kaç para vereceksiniz” diye. Ben de merakla bekliyorum verilecek olan cevabı. “Arkadaşlar bu çalışmayı yapıyorlar” falan deniyor. Birisi öldüğü zaman hak sahiplerine ne kadar tazminat verileceğini hesaplamak bir ihtisas işidir. Bunu Türkiye’de bilirkişiler yapar. Normal şartlar altında hiç işin gücünün yoksa, sabahtan akşama kadar oturursan ve elindeki evraklar da hazırsa 8-9 saatte yapılabilir bu hesaplama. Ama bizim elimizde 8-9 saatte bitecek bir iş varsa ne yaparız? Bir iki saat çalışırız ertesine güne kalır falan. Sonuç olarak bölünerek gerçekleştirilen bu çalışma bir haftada tamamlanır. Basın tekrar soruyor “Ölenlerin ailelerine ne kadar vereceksiniz” diye, verilen cevap yine “Arkadaşlarımız çalışıyor” yönünde. Şimdi ben çok iyi biliyorum ki veriler toplansa da bir aydan önce bu çalışma yapılamaz. Ben bir arkadaşımla birlikte bir yazılım dizayn ettim. Bunu yapmadan önce de, Avrupa’daki duruma baktık ve bunun benzerinin olmadığını gördüğümüzde şaşırdık. Oturduk bir program yaptık ve bu 8-9 saatte çıkan işi biz, 2 dakikada yapabiliyoruz bir bilgisayar programında. Hatta patentini de aldık. 
HAVADİS: Nerede kullanacaksınız bunu?
BORA:
TC Adalet Bakanlığı’na bir yazı yazdım ben. “Davaların uzamasından şikayetçisiniz. Alın bizim programı” diye. Normalde 8-9 saatte bitebiliyor bu ama olay mahkemeye taşındığında böyle bir rapor 2-3 aydan önce gelmiyor mahkemeye. Ve şu da ilginç bir şeydir TC’de Ankara’da yapılan hesapla, Kars’ta yapılan hesap bir birini tutmuyor. Böyle de subjektif bir şey var. Bu sadece TC’de de değil. Biz dedik ki Adalet Bakanlığı’na “Alın bu programı kullanın ki her yerde bu hesap aynı çıksın.” Tabii bakmadılar bile. Daha sonra TC Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, İsraillilerin Filistinlileri öldürmesi konusunda hukukçulara seslenerek “Bunun bir karşılığı yok mu” demişti. Ben de oturup bir mektup yazdım “Bakın bizim elimizde böyle bir yazılım vardır. Orada ölen Filistinlilerin ne kadar tazminat hak edeceklerini hesaplayabilirsiniz. Örneğin; 100 bin kişi mi öldü. Yüz bin kişinin tazminatını hesaplamak normal şartlar altında mümkün değildir. Ama bu yazılımla bunu yapabilirsiniz 2-3 ayda. Bu yazılımı alın ve bunu kullanın dedim ama cevap gelmedi. Bu aslında bir buluş ama henüz parasal olarak kullanamadık. Sadece arkadaşlar davalara çıktıkları zaman kendileri, bilirkişi bunlara bir rapor veriyor “ Senin zararın şu kadardır” diye. Bir rapor da benden alıp değerlendiriyorlar. Rakam çok mu, az mı? diye. Avukatlara danışmanlık gibi.
HAVADİS: Yurt dışında yaşayan birisi olarak Kıbrıs’ı nasıl değerlendiriyorsunuz?
BORA
: Benim fikrim siyasi olarak 1960’dan bu yana kabul edersek Kıbrıs sorununu, ABD’ye rağmen 50 yıl bir sorun devam edemez diye düşünürüm. Ne demek bu? ABD bu işi çözmek isteseydi, bu sürede çözülürdü. O yüzden hep sorarlar buradaki arkadaşlarım ne olacak bu iş diye? Hiç bir şey olmayacak. Çünkü bu işin akıbetini değiştirmede söz sahibi olan güçler, bunun değiştirilmesi için herhangi bir adım atmıyorlar. Mevcut durumdan şikayetleri yok. ABD için şu anki durumun devam etmesi lehtedir. Çünkü eğer bir şekilde Rumlar ABD çıkarlarına aykırı bir şey yapacak olurlarsa, TC’ye yaklaşıp o tarafa gözdağı veriyorlar, biz böyle bir şey yapacak olursak da Rumlara yaklaşıyorlar. Bu değişmez. O yüzden siyasi olarak da Kıbrıs’ın geleceğinde bir şey görmüyorum. Böyle gider. Çünkü bu büyük güçlerin bu işin devamında ya da değişmesinde bir menfaati yok.
HAVADİS: KKTC’nin ekonomik durumunu nasıl görüyorsunuz?
BORA:
İyi görmüyorum. Orams davasından önce müthiş bir inşaat patlaması yaşandı Kıbrıs’ta. Biliyorsunuz hepiniz, yabancılar Rum tarafındaki evlerini satıp gelip Kuzey’den iki tane aldılar. Hatta onlardaki fiyatlar biraz düştü, bizdeki fiyatlar biraz çıktı. Ondan sonra ne oldu. Rumlar sistematik çalışıyor. “Sınır kapıları açıldı, ne yapacağız, bu bizi nasıl etkiler” diye oturup düşündüler, komisyonlar kurdular. Dediler ki biz bir İngiliz’i yargılayalım. Davayı da kazanıncalar tüm yabancıların Kuzey’den kaçmasına neden oldular ve inşaat sektörü de bundan büyük bir darbe yedi. Nasıl çözülürdü sorun ki bunun çalışmasını yapanlar da oldu. Bir sigorta firması kalkıp deseydi ki (ihtisas alanım bu olduğu için biliyorum), “politik risk” diye bir başlık var sigortada. Yani bir yere gidip bir yatırım yapıyorsun, o ülkedeki siyasi durum değişir ve ben yatırımımı kaybedersem bunu sigortalamak mümkün. Kasko gibi düşünün. Şimdi kalkıp da bir sigorta şirketi deseydi ki “Ben, Kıbrıs’taki eşdeğer malları politik riske karşı sigortalıyorum. Gün gelir de birisi kaç buradan, artık oturmayacaksınız derse, ben bunun değer kaybını öderim” şeklinde. Ancak bunu Kıbrıs’ın yerli sigortası yapamaz. Aşar onu. Bu, Türkiye’deki bir sigorta şirketi tarafından yapılmalıydı. Ya da en azından Kıbrıs’taki sigorta şirketi bunu sigortaladığında TC’deki bir reinsurance denilen, sigorta şirketi kendi riskini başka bir şirkete aktarıyor.
HAVADİS: Bizim siyasilerimiz bunu düşünmedi mi?
BORA:
Siyasilere bunu söyleyen olmadı. Sadece Can Kardeşler, bunu düşündü, ancak, kendi riskini TC’de reinsurace yapacak şirketi bulamadılar. Bu şekilde sorun çözülebilirdi ve hala da çözülebilir. Zaten bugün bir anlaşma olsa adada bu parayı ödeyecek olan Türkiye değil midir? Hala hazırda senin cebinden çıkmıyor mu bu para Mal Tazmin Komisyonu’nda. O zaman neden çağırmıyorsun sigorta şirketini, milli reinsuranceyona. “Bunu ben ödeyeceğim zaten, ben buradayım. Sen de gel bunu sigortala. Günün sonunda da gel benden iste parayı. En azından ticari hayatın ilkelerine uygun bir şekilde bu insanlar da bilsinler ki burası sigortalıdır. Bu bile çözerdi sorunu. Karar vericiler, Kıbrıs’ın kaderini belirleyecek güçler, karar veremiyor. Kıbrıs’ta hala daha “Yahu olmaz” denip hareket edilmiyor, bir şey yapılmıyor. Kendi kendimizi engelleriz, hele bir dene olmazsa o zaman oturursun yerine. Rumlar hareket ettiği için bir şeyler yapıyor.
HAVADİS: Ülkeye geri dönmeyi düşünüyor musunuz?
BORA:
Gurbette olan her Kıbrıslının aklının bir köşesinde Kıbrıs vardır. Bir şekilde orada bir yazlık falan alır. Bana “senin yaşıtların hacca gidiyor, sen hala doktora ile mi uğraşıyorsun” diyorlar. Gün gelir de Kıbrıs’a dönersem, bir üniversitede haftada birkaç gün derse gitsem tatmin olurum. En azından Kıbrıs’ta bir gelecek planladığım için düşünüyorum bunu. Ama bu tabii yurt dışında kalan Türkler için sevdadır. Ancak bazen gider bakarsın ki, bıraktığın ülke, o ülke değildir. Dolaylı olarak evet mutlaka bir dönem mutlaka gitmek var aklımızda. 50 yaşına geldik hala daha gidip gitmeyeceğimizi planlarız. 
HAVADİS: Son olarak oradaki yöneticilere bir mesajınız var mı?
BORA:
Azerbaycan’da, Kerkük, Musul’da yaşayan Türklerle, Türkiye’ye bağılık arasında hiçbir fark yok. Fakat Türkiye’de eskiden beri “Kıbrıs davası” dendiği zaman insanlar heyecanla ayağa kalkarlardı. Diğerleri için bu hava yoktu. Bunun kökeninde Kıbrıs Türklerinin Türkiye’ye olan yaklaşımı da vardı. Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş’ın çalışmaları çerçevesinde. Ancak şimdi hiçbir Kıbrıslı Türk yönetici, bu davanın Türkiye tarafından benimsenmesi için bir şey yapmıyor. Bence en önemli konu budur. Türkiye artık Kıbrıs davası dendiğinde insanların heyecanını devam ettirmek lazım. Bizim yapacağımız şey de bu olmalıdır.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar