Şeher üzerine notlar - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
Poli

Şeher üzerine notlar

 

Herkes geriye dönsün demiyorum…

Ama bu eski Lüzinyan ve Venedik kentini yaşatmanın ve ileri kuşaklara adamakıllı bir kent bırakmanın yolu bulunmalıdır diyorum…


Açıklama:

Poli’nin geçtiğimiz haftaki sayısında bize ayrılan sayfalarda “Üç El Silah Sesi” başlığı altında yayınlanan yazımıza Alpaslan Türkeş İlkman’dan bir açıklama geldi. Bu açıklamayı veriyor ve daha sonra Lefkoşa üzerindeki yazımıza geçiyoruz:

“Bu yazıyı okuyan herkesin, çok rahatlıkla anlayabileceği gibi, hiç bir delil ve kesinlikle bir itiraf olmamasına rağmen, Ahmet Okan’ın kendisinin vardığı kanaati, insanlara da yayma çabasıdır. Babamın anılarında anlattığı olayda ”ziyaret ”ettiği kişinin ne adı ne de milliyetinden söz edilmiştir. Söz konusu öldürülen kişinin, kim tarafından öldürüldüğünü ortaya çıkarmak ve bunun, meşrulaşması, mahkemelerin işidir. Eğer Ahmet bey, elindeki delillerin yeterli olduğunu düşünüyorsa, suç duyurusunda bulunup gereğinin yapılmasını sağlasın. Esas kahramanlık edasında kendisidir. Sanki faili meçhul bir cinayeti aydınlatmış bir ”Dahi” havasına bürünmüştür. Ayrıca T.MT. ye olan nefretini de kusma fırsatı bulmuştur. Anlaşılan odur ki kendisi, sadece bir kuru iftira attığının farkında olmayacak kadar fanatiktir. İftira attığı kişinin, kendisi, ailesi ve Kıbrıslı Türkler için canını yıllarca tehlikeye atmış, kendi ailesini ihmal etmek zorunda kalmış ve şu anda hayatta olmayan bir kişi olduğunun bile farkında olmayan, vefa duygusundan yoksun, empati fakiri bir kişidir.”

 


Her şey kaybolurken:

Hiçbir şey yerinde durmuyor…

Birer birer silinip gidiyor herşey…

Sinemalar, Bayram yerleri, eski sokaklar, mahalleler, eski kapılar, hanaylar, lokantalar,  pastaneler, parklar, meyhaneler…

Zaman akıp gidebilir ama herşey yerli yerinde durabilirdi…

Yenileri ile birlikte eskiler de yaşanabilirdi…

Saçlarımıza ak düşmüş bir vaziyette yine sinemalara gidilebilirdi…

Bayram yerleri aynı yerlerde kurulup, anılar aynı yerlerde yaşanabilirdi…

Büyükler çocuklarına, torunlarına “işte bak, tam buradaki salıncakta sallanıyorduk” diyebilirdi…

Okullar aynı yerde, aynı okullar olabilirdi…

Kimbilir, yıldönümlerinde herkes sırasını sandalyesini bulur, öğretmen ile öğrenci kucaklaşabilir, anılarını tazeleyebilirdi…

Bir sinemaya gidildiğinde “işte oğlum bak, sürekli orada oturuyorduk. Ama şimdi koltukları, perdeleri, ışıkları ve locası değişmiş ” denebilir, o an, bir kez daha yaşanır gibi olabilirdi…

Olabilirdi…

Herşey…

O sokaklar dağılmayabilir ve aynı sokaklar bizi kucaklayabilirdi…

Çocuklar yine bir ayak, saklambaç oynayabilirdi Lefkoşa’nın o sıcacık bucaklarında…

Bilinen tüm adresler koyboldu…

Sokaklar ve insanlar kayboldu…

Güzel alışkanlıklar da terkedildi teker teker…

Dostluklar, arkadaşlıklar, komşuluk ilişkileri… Kayboldu…

Sevmeler yalan, kavgalar yalan…

Kökü kurumuş ağaçlara döndük… Verdiğimiz yapraklar, açtığımız çiçekler yalan…

Onun için tütsülenmek de kâr etmiyor…

Her şey yalan…

Top yekun hafıza kaybındayız… Beton duvarlar kadar umursuz…

Merhabamız yalan…

Şeher üzerine:

Nisan yağmuru kısa sürer…

Şarkılara işlenmiştir…

şeher üzerine notlar (2)“Nisan yağmuru kadar kısa sürer hayatımız…”

Kimi zaman bulutlar durgunlaşır…

Kimi zaman rüzgârla birlikte dağılır…

Güneş bir açar, bir kapanır…

Böyle zamanlarda, eski kentte hayat, güneşe ve yağmura göre hareket ederdi…

Bulutlar toplanıp yağmur yağdığında, herkes evine çekilir, kahvehanelerin içi dolar, esnaf kepenklerinin ardında bekleşirdi…

Yağmurun hemen ardından güneş açınca, sokaklarda caddelerde yeniden bir hareketlenme başlar, seyyar satıcılar sokaklara dökülür; iskemleler kahvehanelerin önüne çıkarılırdı…

Kimi tarihçilere göre, Lefkoşa’nın toprağı bereketliydi…

Yağmurla buluşan toprak, bereketine bereket katardı…

Kanlı Dere’nin çevresine kurulan bir kenttir Lefkoşa…

İlk adı Lidra veya Levkonteon olarak bilinmektedir.

Şeher, Kanlı Derenin çevresine kurulmuş, bu yüzden toprağı bereketli olmuş…

Lefkoşa evlerinin çoğunda su kuyularının bulunması, belki de bu su zenginliği yüzündendi…

Özellikle Köşklüçiftlik bölgesindeki eski evlerin bahçelerinde su kuyularının olduğu biliniyor…

Başlarında yel değirmenleri…

Şimdi neredeyse bütün kuyular kurumuş…

Yel değirmenleri dönmüyor artık…

Sökülüp atılmış…

Belki birkaç tanesi pas içinde ayakta durmakta…

Ama başkent eski hatıralarını taşımakta…

Ağlamaklı…

Her köşede bir çeşmenin bulunması, eski Lefkoşalıların suya ne kadar önem verdiğini gösterir…

O çeşmeler de kırık dökük bir halde şimdi…

Yalnızlıklarına terkedilerek…

Yel değirmenleri gibi…

Eski ahşap kapılar, cumbalı hanaylar gibi…

şeher üzerine notlar (4)

O kenti geleceğe bırakmak için:

Şiirler yazılmıştır…

Sokağına, penceresine, hanayına, mendiline, fesleğenine…

Ezelden beri…

Sadece çağdaş yazarların dizelerine düşmemiş, manilere de konu olmuştur bu şeher…

Bir kent, kendini şiire, romana, müziğe, resime ve fotoğrafa düşürürse, bu kişilikli kültüründen kaynaklansa gerek…

Ressamın, o daracık Lefkoşa sokaklarını resmetmesi nedir?

Şairin çok katlı apartmanların hükmettiği yerelere değil, ille de eski kent üzerine dizeler üretmesi nedir?

Lefkoşalıyı Lefkoşalı yapan, eski Lefkoşa kentidir…

Köşklüçiftlik bile, uzak ve şehere yabancı kalırdı…

Lefkoşa içerisinde şekillenen hayat, Köşklüçiftlik’te yoktu dense, yalan olmaz…

Köşklüçiftlik’te brikaç kerpiç duvarlı, cumbalı evin dışında tüm yapılar, Lefkoşa’nın içinde yer alan yapılardan uzaktı… Orada, ingiliz-Ermeni kültürü daha ağırlıktaydı…

Ahalinin kavgası, sevdası, acısı, sevinci surlar içinde yaşanmış; Lefkoşalı olma kültürü orada şekillenmiş…

Kapı önlerinde oturup mulihiya ayıklayan kadınlar, geceleri sokaklarda saklambaç oyunu oynatan çocuklar ve Lefkoşa’nın tüm ünlü simaları surlar içindeydi…

Köşklüçiftlik’te oturan bir çocuğun yasemin dizerek ve yasemin satarak harçlığını çıkardığı görülmemişti…

Sinemaların meccane olduğu günlerine, Köşklüçiftlik sakinlerinin rağbet ettiği görülmemişti…

Kökşklüçiftlik, Lefkoşa’nın bir semti olmasına rağmen, Lefkoşa’nın yaşam tarzından uzak; daha “burjuva” bir tarzı benimseyen kimselere semt olmuştu…

Bu semtte oturanları Lefkoşa’nın içinde görmek “hayra yoruldu”…

Surlar içi, kentin ta kendisiydi…

şeher üzerine notlar (3)Halk da buradaydı…

O kapıların, o pancurların ardında… O avluların içinde…

Bir gün gelecek, halk buralardan dışarıya doğru yayılacak ve Lefkoşa terkedilecekti…

Herkes burjuva mı olacaktı?

O gün, bugündür terk edilmiştir…

Eski kent üzerine bu denli duygu patlaması içerisinde olunmasının sebebi de, bu olsa gerek…

Kaçanlar, geriye baktığında ne kaybettiklerini anlamaktadır belki…

Yani uzaktan bakınca bu kente…

Belki vakit var ya da yok…

Belki bir ihtimal var ya da yok…

O kenti kurtarmak için…

Herkes geriye dönsün demiyorum…

Ama bu eski Lüzinyan ve Venedik kentini yaşatmanın ve ileri kuşaklara adamakıllı bir kent bırakmanın yolu bulunmalıdır diyorum…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar