Müzakerelere şartlı başlanacaktı!       - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Nisan 19, 2024
Köşe Yazarları

Müzakerelere şartlı başlanacaktı!      

Eşref ÇetinelEşref Çetinel

Bir yılı aşkın süredir Sn. Akıncı ile devam eden müzakerelerin başladığı o günlerdeki heyecanla bugün yaşanan kaba saba söz düelloları arasındaki büyük fark, tabi ki “çözüm umutsuzluğundan” kaynaklı hayal kırıklığının  sonucudur!

Nitekim müzakerelerin başladığı o günlerde mesela Anastasiadis kendinden o kadar emindi ki “Türkçe’nin  AB’de resmi dil olması için çalışacağını” söylüyordu! Ayni Anastasiadis bugün kapıları çarpıp toplantıları terk ederken, bırakın Türkçe’nin AB’de resmi dil olması için çalışmasını; elinden gelse dilimizi kopartacak!


OYSA müzakereler gerçekten iyi başladıydı. Mesela Ocak 2016’da Davos’taki toplantıya TC’den Başbakan Davutoğlu, Anastasiadis, Sn. Akıncı, Disi, Akel temsilcileri katılıyorlar, çözüm mesajları veriyorlardı… Mesela Akel genel sekreteri Kiprianu Ankara’da Davutoğlu ile görüşüyor, Ankara’nın  “garantiler konusundaki söylemleri değişti ama bunu pratikte görmemiz gerekir” yollarında açıklamalarda bulunuyordu… Anastasiadis “görevim bitmeden Kıbrıs yeniden birleşecek” açıklamalarıyla ne kadar kararlı olduğunu gösteriyordu:

BUGÜNE DÖNÜYORUM:  “Başından beridir söyleyip yazıyoruz” diyerek ukalalık yapmayacağız. Fakat söyleyip  yazıyoruz dediğimizin mesela referanduma gidilirse KKTC vatandaşı olarak sahip olduğumuz bir oyumuzun  yüzü suyu hürmetine yine tekrarlayacağız. Annan planında da şimdilerde de  hâlâ adı konmadığı için nasıl anılıp çağrılacağı belli olmayan, tutun ki “Ban ki Moon dönemi müzakerelerde” de masaya şartsız oturmak yanlış oldu!

       Kuzey’de “ben devletim” diyen bir yönetim erkinin  öncelikle Güney’deki tanınmış Rum Devleti ile eşit koşullarda masaya oturması gerekirdi ki bu eşitlik  Rum yönetiminin “Kuzey’deki Türk yönetimini devlet olarak tanıması olmalıydı. Olsaydı o zaman bu saçmalıklar yaşanmazdı:

Bir: Müzakere safhasında Rum yönetiminin “tanınmış dünya devleti ve AB, BM’ler üyesi iken   kendini feshederek “kurucu devlet” statüsüne dönmeyeceği açık ve seçikti!

İki: O zaman Türk tarafının adanın tanınmış devleti statüsündeki Güney Rum Yönetimi karşısında, “işgalci, korsan, illegal, Rum’un topraklarını gasp etmiş”  siyasi pozisyonunu kabul ederek masaya oturması kaçınılmaz olacaktı, zaten öyle oldu!

Üç: Siyasi eşitliğimizi müzakere safhasında değil, müzakereler başlamadan önce iki eşit devlet olarak kabul ettirmeliydik ki masaya azınlık esamesinde üstelik 1974 Barış Harekâtı suçlusu bir cemaat olarak oturmayalımdı!

Denecek ki: “O zaman ve hiç bir zaman müzakereler başlamaz, çözümsüzlük devam ederdi!” Cevap: “Kaç kez oldu, başladı da ne oldu?”

Görünen köy kılavuz istemez! Rum için “birleşik Kıbrıs” her halükârda Kuzey’e postu sermektir!                                                      Soralım: Ya Kuzey için nedir birleşik Kıbrıs? Aramıza katılacak Rumlarla ve AB müktesebatı ahkâmlarında belki   de Türkiyesiğz birlikte yaşamak mıdır?

 


      

KIBRISLI TÜRKİYELİ YOKTUR: (AYNİ COĞRAFYADA İNSANCA YAŞAMASI GEREKEN TÜRKLER VARDIR.)

Bir süre önce  Lefkoşa’nın surlar içinde bazı kişilerin “Türkiyeli Kıbrıslı” olarak ifade ettikleri gençler arasında itişme kakışma yaşandıydı. TC Büyükelçisi Derya Kanbay anında olayı kınarken, kesimler arası ayrıştırıcı davranışların kabul edilebilir olmadığını vurguladı.

       Aslında Sn. Kanbay’ın “Türkiyeli-Kıbrıslı” olarak ifade edilen bu tip olaylar karşısındaki hassasiyeti ilk değildir. Mesela bir yıl önce de “KKTC’den TC’ye, TC’den KKTC’ye yönelik yanlış algılamaların olabileceğini” söylemiş, “bunun önlenmesi için iletişim kurmak ve güç birliği oluşturmak gerektiğini” vurgulamıştı..

Benim de 1974’den sonra bizzat yaşadığım   ve “TC’lileri dışlarlar” dediğimde  o dönemlerin TC Büyükelçisi Kumcuoğlu’nun “dışlarlar dışlarlar ama sonra bir gün  bir tos atarlar…” Falan dediğini  hatırlarım..

1974’den sonra   “TC’li-Kıbrıslı” vurgulamalarıyla   ayırımcı ve ayrıştırıcı politikalar geliştirilmeye çalışılırken yaşanan bazı olayları, Mağusa’daki gettolardan dolayı iyi bilenlerden biriyim. Üstelik  gazetelerdeki “Köşemde” de her zaman “yatıştırıcı ve barışçı” üslupla ayırımcılığa karşı çıkmışımdır.

EVET: Bu insanlar İlber Ortaylı’nın dediği gibi Güneydoğu’dan kaydırılan yaylaların insanlarıydılar. Düz tarım işçisi yahut hayvancılıkla uğraşan insanlardılar! Farklı kültüre sahiptiler! Nitekim rehabiliteleri çok uzun sürdü. Fakat daha önce de vurguladığım gibi bu insanlar artık gettolarından çıkmışlar aramızda  yaşamaktadırlar. KKTC’de yatırımlar yapmakta, işyerleri açmakta mesela sebze meyve toptancılığının büyük kısmını ellerinde tutmaktadırlar.Ve çoktan beridir Türkiyelilerle Kıbrıslılar arasında evlilikler  olmaktadır.

Artık polis teşkilatından kamu hizmetine kadar bu insanlar türlü çeşitli mesleklerde bizimle eşit  koşullarda ve yan yana çalışmaktadırlar.. 42 yıl zaten  uzun bir süre, ayrılık gayrılık kalmadı. Fakat:

SORUN NEDİR:  Son zamanlarda daha bir arttı. Artık  KKTC’ye hırsızlık yapmak, uyuşturucu satmak, kadın pazarlamak gibi illegal işler için gelenlerin yarattığı olaylar çoğalıyor!  Büyük oranda yakayı ele verseler de yarattıkları olumsuzluklar nedeniyle oluşan   nefret duygularını izale etmek mümkün olmuyor!

Ki benzer sorunlar “üniversiteleştik” derken yaşanıyor: Okumaları için değil, paralarını kapmak için dünyanın her tarafından KKTC üniversitelerine sorgusuz sualsiz  öğrenci akışı kabul ediliyor.. Bazıları derslere devam etmezlerken dışarıda çalışıyor pis işlere karışıyorlar!

       Düşünün: Rum’un karşısında nüfusumuzu 250 binlere bağlıyoruz ama sadece üniversitelerde 90 bin öğrenci barındırıyoruz!

Artık bu sorunları da çözmek zorunluğunda diğer sorunların yanına koymalıyız!

 


KISACA TAKILDIĞIM: (KİMİLERİ HELLİMDEN KİMİLERİ TAŞTAN!)

Hellim bizim burada pek umurumuzda değil ama Rum’un başına dert oldu. Ha bizim derdimiz yok mu? Ona da geleceğim.

Geçtiğimiz günlerde Güney komşumuzun Peynir Üreticileri Birliği Sütçülerin Kongresinde “eğer dediler hellim üretiminde AB’nin dayattığı yüzde 51’lik koyun keçi sütü uygulaması gerçekleşirse bu adada hellimciğin sonu olur..

Ha bizim derdimiz başka: Eski eserlerin restorasyonunda uygun taş kıtlığı var! Eğer diyorlar mesela Mağusa’da serbest limanın içinde kalan taş ocağı faaliyete geçirilmezse restorasyon çalışmaları duracak!

Yani diyorum bu adada “kimileri hellimden çekiyor kimileri taştan!”

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar