Bazı şeyleri yazmak abese iştigal oluyor. Kıbrıs’taki iki halkın ortak özellikleriyle ayrılık ve kayrılıklarını anlamaya çalışıp yazıp söylemek de öylesi bir fuzuli iştir!
Bir dakika ama! Kimler için? Hani diyorsunuz ya, “bu iki halk asırlarca bir arada yaşadı,” onlar için işte!
Hem de öyle Kuzey’de Güney’de değil, ayni köyün ayni kasabanın ayni mahallesinin ayni sokağının yan yana iki evindeki komşuları olarak.. Nitekim bir gün bakın ne oldu o komşulara, anlatayım:
YAKTILAR YIKTILAR ÖLDÜRDÜLER: Yıl 1958 olmalı. Kıbrıs’ta 103 karma köyden biri olan Mağusa kazasına bağlı eski adı Ayantronikos, yeni adı Yeşilköy olan köydeki Rum mahallesinde hâlâ kalıntıları gözüken, küçük kulübemsi evde, kendi başına bir Türk aile yaşıyordu. Bir ana baba henüz okula başlayan iki çocuk..
Eoka teşkilatının şimdilerde “terör” o yıllarda “tethiş” dediğimiz İngilize yönelik saldırıları yavaştan Türk halkına da yönleniyordu.. Adanın tüm karma köylerinde olduğu gibi Türk ve Rumların yan yana yaşadıkları o mahallelerde “Eokacı Rum gençleri” ve aileleri Türk komşularının hayvanlarını öldürüp evlerini yakıyorlardı!
Ayantronikos köyündeki Rum mahallesinde de kırk yıldır birlikte yaşayan, birbirlerinin evine kahve içmeye giden, birbirlerine pişirdikleri yemeklerden veren, bayramlarda ve yortularda birbirlerini kutlayan Türk ve Rum iki komşu da böylesi bir ev yakma olayı yaşadılardı!
Nitekim evde olmadıkları bir akşam Rum komşunun fertleri kırk yıllık Türk komşularının evine girip odanın birine petrol döktükten sonra ateşe veriyor ve evi yakıyorlardı!..
Türk anne evinin yakıldığı haberi üzerine koşup geliyor ve yardıma gelen diğer bazı Türklerle yanmaktan anca bir odayı kurtarabiliyorlardı! Kadın saçını başını yoluyordu çünkü kimin yaktığını biliyordu! Nitekim ertesi sabah komşusu “ciranın” kapısına dayanıyor ve bağırarak, “a yidonissa kırk yıldır birlikte yaşıyorduk. Ne yaptım ki size evimi yaktınız?”
Rum komşu hiç nedamet getirmeden, çok olağan bir iş yapmış gibi şöyle diyordu:
“Vallahi komşu şimdi ben senin evini yaktım, sen de bir gün eline fırsat geçerse benim evimi yak!” Bilmem anlayabiliyor muyuz bu adada kiminle çözüm yapacağımızı!
Hatırıma geldi bunu da sorayım. Bir zamanlar Çekoslavakya federasyonuydular. Sonra kadife ayrılık oldu Slovakya ayrı devlet haline geldi. Onların Kıbrıs’taki büyükelçileri Türk Rum siyasi partilerini yıllarca toplar rutin aralıklarla çözüme ve iki halkın kaynaşmasına yardımcı olmaya çalışırlardı. Ne oldu o çabaların sonucunda? Hiç, hiçbir şey!
Bizim Din İşleri Başkanımız Atalay beyefendi koluna papazları takar Güney’de fink atardı? Ne oldu sonuç? Hiç, hiçbir şey!
Sayıları bilinmedik İki toplumlu STÖ’den hiç söz etmiyorum, çünkü onlar da birer “hiç” oldular ki sonuç şu: “Rum değişmeyen kafası ile yine ayni Rum’dur!” Montana’da “hiç, hiçbir şey” olmayacaktır!
(Düzeltme: Dünkü yazımın başlarında “Eide” yerine “Anastasiadis” yazdım. Okuyucu anlar diyorum ve düzeltiyorum.
_______________________________________________________________________________
YAPMAK, BAŞARMAK İÇİN YENİDEN YAPILANMAK GEREK.
Dün toplumsal huzursuzluklarla istikrarsızlıkların insanları olumsuz etkilediğini, gitgide akresif davranışlarla kötü alışkanlıkların arttığını, yaşanılan hayattan intikam alırcasına ölümüne araba kullanıldığını, umuttan çok umutsuzluğun beslendiğini… Bilinenler olduğu halde bir de ben anlatmaya çalışıyordum. Şimdi dün o yazdıklarıma şunu da ekliyorum: “Hastahanesinde solunum cihazı olmayan bir devletin atmosferindeki havasını nasıl soluyacaksınız ki boğulmadan?”
Olayı dün Havadis gazetesi çekti manşetine. Anlatmama gerek var mı bilmiyorum ama kısaca şu: “Nalbantoğlu Hastahanesinde solunum cihazı olmadığı için farklı tarihlerde bilinç kaybı geçiren biri 7 diğeri 64 yaşındaki iki kişi “Yakın Doğu Hastahanesine” kaldırıldı ama yaşam savaşı veriyorlar!”
Böyle bir hastanede ki yığınla eksiklikleri, çarpıklıkları, yanlışları vardır, “Genel Sağlık Sigortası yasası çıkarsanız,” “döner sermayeye” geçseniz reform adına ne yazar, eğer nefes verecek kadar bile yoksa takatınız!
Okul olmadan, eğitim öğretim için donanımlı derslikler oluşturamadan, araç gereçler sağlamadan, Amerikan usulü eğitim öğretim metodunu taklit etseniz ne yazar, reform yapsanız neye yarar?
Yeterince ve ihtiyaca cevap verecek yol, kaldırım, trafik ışıkları, geçitler, çemberler yapmadan, “trafik sorunu için Mecliste olağanüstü toplantılar yapsanız, özel komiteler kursanız ne yazar? Sorunu mu çözer, kazaları mı önler?
Eğer tarım kesimi ile üretim sektörlerini kendi üretimlerinin, işletmelerinin, satış ve pazarlamalarının efendisi patronu yapacak “kooperatifçilik” gibi bir sistemi yaratıp yaymaz; buna karşın sürekli halkın vergileri ve TC’nin parasal katkılarıyla devlet hazinesinden “teşvikler, primler, destekler” pompalasanız ne yazar? “Köylüyü, çiftçiyi, hayvancıyı, süt imalatçılarını mı kurtarır? Ki o yardımlar bugüne kadar neyi kurtardı da bundan sonrasına yar olsun?
OLAY NEDİR: Özene bezene her bir “kurumun, sektörün alt yapısını (tam kelimesiyle) reformist bir anlayış ve çabada yeniden yapmak, yapılandırmaktır.
Sorun artan nüfusa, toplumsal değişimlere ve büyümeye cevap verecek basiretli yönetimlerin artık iş başına getirilmeleridir!
_______________________________________________________________________________
KISACA TAKILDIĞIM: (EMEKLİ BAŞÖĞRETMEN HALİL HOCA SORUYOR:)
Yılların emekli Başöğretmeni Halil hoca soruyor. “Başladınız mı okulların onarım ve restorasyonlarına?” Gelecek yılın öğrenci sayısına yetecek öğretmen atamalarını da planlamaya başladınız mı? Öğrencileri taşıyacak otobüs sahipleriyle sorunların giderilmesi için temaslarda bulunuyor musunuz? Gitgide bünyelerindeki 3.ülke öğrencileri nedeniyle sorunlar yaşamaya başlayan üniversitelerimizde bu konuda tedbirler alıyor musunuz? Okullara kadar inmiş uyuşturucu belası nedeniyle ilgili bakanlıklar ve yetkililerle işbirliğinde mücadeleye devam ediyor musunuz?…
“Yoksa” diyor Halil hoca, yine tatilde misiniz?