Geçen Pazar günü “Köşemde” çözümün bundan sonra çok daha zor olacağını yazdımdı. Bu yargıya varmak için artık eskisi kadar bin dereden su getirmeye hiç gerek yoktu. Sadece Rum Meclisinde alınan “Enosis plebisiti” ile ilgili karar bu tahmin için yeterli bir kanıttı.
Buna karşılık çözüm konusunda büyük umutlar taşırken Cenevre sonrası kırıntıları ile yetinmek zorunda kalan Eide minderi terk etmiyor. Nitekim bu kez de diyor ki “çözüm için yeni bir metodoloji yoksa, çözüm de yoktur!” Bunu hangi anlamda söylediğini bilmiyorum. Fakat Kıbrıs Rum ve Türk halkları “süje” Kıbrıs da “obje” ise oluşturulacak yeni çözüm metodu bu mantığın içinde yer alacaktır. Tabi Eide şunu da ekliyor: “Bugünkü açmazlar evetçilerin kaygılarını artırırken hayırcıları’ da her geçen gün güçlendiriyor.” SORALIM AMA: Gerçekten çözüm sürecinde her bir şeyler ayan beyan ortalara çıktı, 6 başlıkta olumlu veya olumsuz fakat kesin sonuçlar alındı da Rum ve Türk halkları “evetçi hayırcı” olarak ikiye mi ayrıldı! Çünkü bu konuda Sn. Akıncı doyurucu açıklamalar yapmazken Anastasiadis sık sık hemen tüm başlıklarda hâlâ anlaşmazlıkların olduğunu söylemektedir, ve ister istemez ortaya şu siyasi mantık çıkmaktadır!
ENOSİS kararı geri alınsa evet Türk tarafı siyasi prestij kazanacaktır ama olayın çözüme ne faydası olacaktır? Çünkü daha dün Türkiye cephesinden çıkan haber şuydu: “Maraş’ı verir, karşılığında Erenköy’e çıkacak bir koridor açarız o kadar. Bunun ötesinde verilecek bir şey beklemeyin!”
Görülüyor ki artık müzakerelerin değil, sürtüşmelerin yaşandığı bir süreçte ve neredeyse Rum tarafının Kuzey’in yarısını isteyeceği gerçeklerde hangi metot işe yarar ki?
Çözüm bu nedenle zordur diyoruz. Çünkü aradan 42 yıl geçtikten sonra Kuzey’de yerleşik düzene çoktan geçen ve artık göç edemeyecek kadar kemikleşmiş Türk halkını çözüm uğruna bir kez daha aciz taciz etmek insafa da sığmaz!
Pekala ama sittin sene daha çözümsüzlük içinde çözüm mü bekleyeceğiz?
ÖZGÜRGÜN NE DEDİ? İstanbul’da Aydın Üniversitesindeki konferansında “Tayvan ve Cebelütarık”tan söz etti KKTC için model olabilirler dedi. Olabilir mi?
Birisi Çin’den diğeri İngiliz’den devredildiydi. Onlar da KKTC gibi defakto bir siyasi süreçten geçerken özerkliklerine kavuştulardı. Kendilerini tanıyan ülkelerle yollarına “devlet” gibi devam ediyorlar..
Kıbrıs’ta olmaz ama! Çünkü küçük adada araya kan ve mülk davası sıkıştı. Tutun ki Rum’da kuyruk Türk’te evlat acısı vardır. Bu iki unsurla harmalanan siyasi sorunun tek çözüm yolu “iki ayrı devlete dayalı bir federal sistemdir” ama gerçek anlamda iki bölge..
ÖNCE ÇÖZÜM MÜ YOKSA EKONOMİ Mİ?
Belki farkındasınız yahut mutlaka farkında olunması gerekir. Öteden beri ticari çevreler “çözümden yana tavır koyuyorlar. Haklı olabilirler çünkü ticari yönden varlıklarını sürdürebilmeleri için iki ana unsura gereksinmeleri vardır. Birisi sermayedir dolayısıyla yatırımlar, diğeri de müşteridir dolayısıyla hem iç tüketimde ticaret hem de ihracat. Ki bir ülke ancak “üretim ve ihracatla” büyür.
Bu ekonomik faktörlerin hepsinin de “çözümsüzlük” nedeniyle atıl durumda oldukları, çalışamadıkları gerçeği ortadadır zaten Türk halkı için çözüm de bu nedenle çok önemlidir.
BUNA KARŞIN: Çözümsüzlüğün yarattığı tüm olumsuzlukların hem siyasi hem de ekonomik zafiyetlerinin faturasını ödemek zorunda kalan bir toplum olmamıza karşın öncelikle şunu düşünmek gerekir.
“Çözümle mi sosyoekonomik beklenti ve kalkınmamızı gerçekleştireceğiz, yoksa sosyoekonomik büyümeyle mi çözümü sağlayacağız..”
Tüm serzenişlerimize karşın KKTC’nin 1974’den bugünlere ekonomik yönden büyük ivme kazandığı zaten küçücük adada görülebilen yalın gerçektir. Ancak bir gerçek daha vardır:
Özellikle sık sık döviz karşısında değer kaybeden TL’den dolayı bir.
Ambargolar nedeniyle üretilenleri ancak Mersin üzerinden üçüncü ülkelere ihraç edebilme dezavantajı iki.
Tanınmamışlıktan dolayı üçüncü ülkelerle ekonomik ilişkileri geliştirememek üç.
KKTC yönetimleri ile kurumları ve bunlara bağlı olarak hantal merkeziyetçi bürokrasiden kaynaklı zafiyet ve kısırlıktan dolayı dört.
Hâlâ “aile ekonomilerini” sürdürüp götürürken şirket ortaklıkları kuramamak ve kooperatifçiliği bir türlü yaygın hale getirememek gibi eksiklik ve yanlışlarımız nedeniyle beş.
Kısaca sosyoekonomik yönden olmamız gereken yerde olmadığımız bir gerçektir. Fakat bu koşullarda bile rekabet edebilirlikte 141 ülke içinde 121 sırada yer alabiliyoruz.
Tabi şu da bir gerçektir: Demek çözüm olsa çok daha yukarılarda olacaktık. Fakat bu kez de Rum sermaye ve yatırımlarıyla rekabet etmek durumunda kalarak.
Çözümsüzlük kadar “çözümün” de komşumuz Rum faktörü ile birlikte düşünüldüğünde ekonomiye olumlu ve olumsuz yansımaları hep olacaktır! Şu anda ihtiyacımız olan tek şey “ayakları yere basan, gelecekte Rum ve dünya ekonomilerine dayanaklı bir çözümdür.” Yoksa “çözümsüzlükten” kurtulduk derken bu kez beteri bir kaderde “ekonomik çözümsüzlüğün esiri” oluruz.
KISACA TAKILDIĞIM: (TÜRKİYE ZOR DÖNEMLERDEN GEÇİYOR)
Eğer referandumdan evet çıkarsa artık “Cumhuyuriyet” kelimesini telaffuz edemeyeceğimiz Türkiye, referandum öncesi zor dönemlerden geçmektedir ve asıl büyük sorunu şudur:
Artık Türkiye’nin kaç cephede savaştığı ile politika arenasında kaç ülke ile söz ve diplomatik ilişkiler düellosu yaptığını bilemiyoruz! Ve en çok şunu merak ediyoruz. Türkiye uluslar arası ilişkileri yıkıp yeniden kurarken, mesela en son olayda Hollanda ile fena halde restleşirken, bunlar Kıbrıs sorununu ne kadar ve nasıl etkileyecek? Dahası Rum tarafı TC-AB sürtüşmesini Yunanistan’la birlikte siyasi sorununa nasıl yansıtacak?
Doğrusu şu ki Türkiye gitgide Kıbrıs siyasi sorununda da dar boğazlara giriyor. Bizim yapabileceğimiz hem orada hem burada siyasi istikrarı gözlemek..