Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var... - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 16, 2024
Köşe Yazarları

Mağrur olma padişahım senden büyük Allah var…

Tarih ile amatörce ilgilenirim. Osmanlıların bir geleneği her zaman ilgimi çekmiştir. Bahsettiğim gelenek, hani şu “Sultan”, tahta otururken ya da tören alanına giderken, halkın içinden gelen “padişahım çok yaşa” şeklindeki seslerin yanında “mağrur olma padişahım senden büyük Allah var” diye bağırmalarının da olağan sayılmasıdır.
İşte geçtiğimiz hafta Son Padişah diye anılan Sayın Recep Tayyip Erdoğan’a halk, o döneme benzer şekilde “çok yaşa” yerine mağrur olmaması için oldukça sert bir mesaj verdi.
Gezi Parkı’nı bilmeyen Kıbrıslı Türk var mıdır bilmem. Hani şu İstanbul’un kalbi Taksim Meydanı’nın koca koca binaların arasında kalmışlığının isyanı gibi duran park. Geçen hafta burada öyle şeyler yaşandı ki tüm dünya bu parkı gördü ve öğrendi…
Son bir bir buçuk yıldır taksim meydanının çehresi değiştiriliyordu. Aslında sıkıntılar yaşanmasına rağmen kimsenin de öyle fazla bir itirazı yoktu. Ta ki “bu parktaki topçu kışlası alışveriş merkezi olarak yeniden” yapılacak denilene kadar.
Bu deyişten sonra gerek yazılı gerekse sanal medya da bir karşı duruş gelişmeye başladı. Tartışmalar sürerken parka giren iş aletlerinin birkaç ağacı kesmesi ile bir gurup aktivist, bunu önlemek için orada nöbet tutmaya başladılar. Aktivist grup aslında çok barışçıydı. Kimseye saldırmıyorlardı. Orada sadece iş makinelerinin önüne oturup çalışmalarını engelliyorlardı. Nöbetleri sürekliydi. Bez çadırlarında uyuyarak nöbet sıralarının gelmesini bekliyorlardı.
Her şey cuma sabahı oldu. Polis coplarla saldırdı. Çadırları ateşe verdi. Orantısız güç kullanarak eylemi sonlandırmak istedi. Ama ne olduysa bundan sonra oldu. Aktivistler baskını görüntüleyip sosyal medyaya verdiler. Polisin aptalca saldırısını gören herkes birer aktivist oldu. “Dayan gezi parkı” diyerek yollara düştü. O kadar ki kanlı bıçaklı olan Beşiktaş, Galatasaray ve Fenerbahçe taraftar dernekleri bile “direnişin rengi olmaz” diyerek meydana indiler. Dayanışarak birlikte direnişe katıldılar. İtilip kakılan fahişeler travestiler kapılarını açıp insanlara yardım ettiler, limonlu sirkeli su dağıtarak biber gazının etkisinin azalmasına sağladılar. Oteller internet şifrelerini açarak kısıtlanan haberleşmenin sürmesine yardımcı oldular. Kısacası yıllardır kaybedildi diye yadedilen “dayanışma” duyguları birden bire depreşti…
Bu duyguların depreşmesinde son zamanlarda toplum mühendisliğine soyunan Başbakanın birçok kesim tarafından destek bulan belli saatlerde içki satış yasağını savunurken, gereksiz yere kullandığı “iki ayyaş” ifadesi de kesinlikle etkili oldu. Halk, onu seveninden sevmeyenine, Recep Bey’e bu söz üzerine bir ince ayar çekmeye fırsat kollar oldu. Gezi parkındaki lüzumsuz ve oldukça sert polis müdahalesi bardağı taşıran son damla oldu.
İktidar yalakaları eylemleri “darbe provası” ya da “Çözüm sürecini baltalamaya yönelik provokasyonlar” olarak nitelediler. Aslında bir provokasyonun olduğu kesindi. Ne var ki provokasyon hükümet edenler tarafından yapılmıştı. Sabahın beşinde uyuyan insanların çadırlarının yakılması provokasyon değil de ne demekti? Mahkeme kararı varken insanların parka girmesinin engellenmesinin adı ne olabilirdi? En önemlisi böylesine olaylar yaşanırken Türkiye televizyonlarının “laylaylom” çalıp söylemesinin anlamı neydi? Hele hele akşam saatlerinde Vali ve belediye başkanının televizyona çıkıp “önemli bir olay yok” demesi provokasyon dışında ne isim alabilirdi?
Halbuki olay önemliydi. Önemi doğuracağı sonuçlardan çok, kaybolduğu düşünülen “dayanışma” duygusunun geri kazanılmasındandı. Türkiye halklarını temsil eden guruplar kol kola oradaydılar. Galatasaraylılar Fenerliler, Beşiktaşlılar omuz omuzaydılar. Avukatlar tutuklananların hakkını aramak, doktorlar yaralıların tedavisini yapmak için telefon numaralarını gönüllü yaymışlardı.
Oysa her şey farklı olabilirdi? Başbakan televizyona çıksa, babacanca “madem istenmiyor orada alışveriş merkezi kurmayız, size söz veriyorum, polisin de orantısız güç kullanmasını kınıyorum” diye bilse olaylar sona erebilirdi. Ama maalesef kibir, aklıselimi yendi. İş büyüdü… Aksine “nolmuş iki ağaç kesilmişse, yerlerine yüz ağaç dikeriz” diye yangına benzin döken bir ifade kullanıldı. Gerçi Başbakan Yardımcısı Sayın Bülent Arınç yaptığı bir konuşmada halktan özür diledi ama herkesin beklentisi başbakanın da aynı tarz bir konuşma yapmasını bekledi. Ama o Fatih Altaylı’nın Teke Tek programına çıktı. Tüm yorgun sıkıntısına rağmen eylemcileri “çapulcu” ilan etti. “Topçu kışlasını mutlaka yapacağız” dedi. Taksim’e cami yapılacağını ve Atatürk Kültür Merkezi’nin yıkılacağını da duyurdu. Ve son olarak bir Başbakan’dan beklenmeyecek tehdidi savurdu. “Devam ederlerse karşılarına bende beş yüz bin taraftarımı sokağa salarım.” Bu sözler dinmekte olan olayları baştan provoke etti, tüm ülkeye yayılmasına neden oldu.
Taksim ve Gezi Parkı Projesi doğrumudur yanlış mıdır bilemem ama müdahale şekli ve sonrasında oluşan krizin yönetimi kesinlikle yanlış yapılmıştır. Kim ne derse desin eldeki görüntüler göstermektedir ki polis çok gereksiz orantısız güç kullanmıştır. Bunun için de birileri bu halka özür borçludur.
Bu işin sonuçları ne olur diye sorarsanız… Umarım artık Türkiye iktidarı sahibi “kibir”i bir kenara bırakır. Eski babacan haline döner. Yoksa ülkenin bu görüntülerle gelişmesi de, Avrupa Birliği’ne girmesi de hayal olur, olimpiyat ya da futbol dünya kupası düzenlemesi de…
Bu yazı yazıldığı sırada olaylar devam ederken Başbakan Kuzey-Batı Afrika seyahatindeydi. Bu sırada borsa hızla çöküyordu. Son on yılda piyasalarda yaratılan güven yerle bir olmaya yüz tutmuştu. İşte diyorum en azından bunun yüzü suyu hürmetine, Boğaz’ın havasından fayda göremeyen Recep Bey’in SAHRA ÇÖL’Ü havasından yararlanıp kendine geleceğini ummak istiyorum.
Türkiye’nin birçok şehri yanı sıra, Kıbrıs’ın üç şehrinde de GEZİ’YE DESTEK mitingleri yapıldı. Hiç şaşmamak lazım buna. Zira halk her yerde halktır. Üstüne üstlük malum! Şu “Besleme” lafı hala hafızalarda bir yerlerde kazılı duruyor.
Bizim açımızdan bakıldığında göz ardı edilmemesi gereken ilginç olgu ise, ABD den Avustralya’ya, Kanada’dan Almanya’ya dünyanın her tarafındaki Türklerin yaptıkları destek mitingleri sırasında sadece KKTC de polisin göstericilere müdahil olmasıydı.

Anlayamadıklarım
Mağusa Türk Gücülü gençler İzmir’de belediyenin düzenlediği bir futbol turnuvasına alınmamış. Yahu gerçekten anlamadım, madem turnuvaya almayacaksın daveti niye yapar ki bir insan? Yoksa niyeti aşağılamak ve bu duyguyu aşılamak mıdır? Gerçekten anlayamadım…


Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar