Zaman zaman Köşemden “korkuyorum” kelimesini ayazlatırım. Çünkü “korkusuz cesarete inanmam!” İki kelimenin yan yana gelip bütünleşmeden tek başlarına “anlam” ifade edeceklerine de inanmam!
Ve hâlâ “çözümlenmediği” için “sorun“ olmaya devam eden Kıbrıs davamızı bu düşüncelerimin içine koyarım.. Dolayısıyla “bir gün bu davayı kaybedeceğimizi düşünür korkarım! Fakat bir yandan da bu “kaybetme” korkusunda oluşacak büyük ulusal mücadelenin savaşa kadar varacak “cesaretini” düşünerek teselli bulurum!
ÇOK UZADI: Kıbrıs sorunu 1947’ler İsrail-Filistin sorunuyla hatırlanacak kadar eskidir ve Doğu Akdeniz’de çözüme ulaşmamış kronik sorunlardan sürgit iki örnektir. Ki geçen yıllar içinde Balkanlardan Sovyetlere, şimdilerde Ortadoğu’ya kadar yeni devletler kurulur, devletler yıkılırken; Kıbrıs sorunu hâlâ “ne olacağının” sancılanmalarını koyuveriyor…
KORKUYORUM: Çünkü Sorunun çözümsüzlüğü çakarak çok uzaması, kaçınılmaz sonuçla “tanınmış Rum devleti ile tanınmamış azınlıktaki Türk devletinin sürgit siyasi çekişme ve catışmasının devam etmesi olacak! Güney stratejisini bunun üzerine kurdu! sürekli “çözümsüzlüğü” uzatarak son darbeyi vuracağı zamanı kolluyor! Bu nedenle de korkuyorum! Çünkü bu sonuca gidecek tüm politik yolları kendi lehine kullanırken, Türk tarafını Türkiye’nin “dünya politikası” üzerinden töhmet altına sokarak “çözümü baltalayan taraf olarak lanse ediyor!
BiZ ne yapıyoruz? Soruya cevap vermeden önce “hemen çözüm, birleşik Kıbrıs’ta federal çözüm” diyen bizim entel gevezelerinin dikkatini çekeyim ve sorayım: Böylesi bir çözüm sistemini savunurken, “cesareti” halkların kardeşliği ile “Kıbrıslılık” mefhumundan mı alıyorsunuz? Yoksa Türkiye’nin “Rum tarafına yönelik “korkularımızın” önünde kalkan gibi duran “garantörlüğünden” mi alıyorsunuz? İTİRAF etmezsiniz ama siyasi sorunla oynarken “korkusuz cesaretinizi” besleyen Türkiye’nin üzerinize serdiği güvenlik şemsiyesidir!” Yoksa “altın, zümrüt” olsanız Güney Rum’unun Enosis’isinden başlayan ada egemenliği ideası karşısında “bir pul kadar bile kıymeti harbiyeniz olamaz!”
YİNE de korkuyorum ama: Yok, Güney’den yahut bizim entel gevezelerinden dolayı değil! Türkiye’den! Erdoğan’nın darma duman ettiği uluslar arası politikaları içinde Kıbrıs Türk davasının kaynayıp gideceğinden! Bir gün kendimizi Amerika ile Rusya çıkarlarında Rum’un lehine pazarlık masasında bulabileceğimizden!
Çok kısaca bu davayı kaybedeceğimizden korkuyorum!
FAKAT: İyi ki korkuyorum!” Çünkü “cesareti korku besler! Mücadele için korkmaya devam
DÖVİZE METHİYEMİZDİR!
Her ayın sonunda rutine binmişliği ile “maliyemize” tecavüz eden “döviz” ciğerlerimizi söküp canımızı yakmak için yine geliverdi!
Bu ülkede bu “döviz vurgunundan” kaç insanımızın etkilendiğini değil, kaç insanımızın Allah’ın lütfu ile “etkilenmediğinin” sorulup araştırılması gerekir ki 1974’den beridir bu sorunu da “müzakerelere ve çözüm umuduna havale ederek” ve de “Türkiye verir biz yeriz” kolaylığına sığınarak, “fiskelik” tedbir almadan, fakat boynu altında kalanın koptuğu gerçeklerde sürdürüp götürüyoruz! Ki cehenneme gitmeden cehennem azapları çekelim!
MESELA benim, artık çıfıt çarşısına dönmüş KKTC dediğim bu vatanda, “iyi bir yurttaş olmaktan” başka derdim yoktur!
Gel gelelim “iyi bir yurttaş olmaya çalışmama” karşılık 43 yıldır beni yönetenlerin hiçbir sorunla ilgili derdi olmadı! Bu nedenle insanlar kendi çabalarıyla yönetti kendilerini! Bakın kurallarını da hangi maddelerle anayasaları yaptılar!
ALAVERE dalavere çevirmez… Arsa arazi spekülasyonuna dalmaz… Beleş arazi kapatıp üzerine yatırım yaptıktan sonra kâr üstüne kâr koyarak değerlendirmez… Rant ekonomisini memleket ekonomisi haline getirmez… Üretim yerine tüketimi azdırmaz… İhracat yerine ithalatı yeğlemez… İşiniz için bankanızı kurmazsanız falan… “Adam olmazsınız!” Zaten kimse de “adam” gözüyle bakmaz, “kendine hayrı dokunmayan insanın başkasına ne hayrı dokunacak” der, silkelerler sizi bu memlekette!
ANCAK tüm bu “tezgâhların” dönüp çalışması ve sürekli değirmenin suyunun akması için de “dolar, sterlin, avro gerektiğinden, bankalarımızdan bakkalarımıza, TC’den gelen yardım paralarından bilumum piyasada dönen kaymelere kadar paramız “döviz” üzerine çalışır! Neymiş efendim, Türk parası dolar, sterlin, avro karşısında güvenilir değilmiş…
O zaman dedikti ki geçmişte, “Eee, siz de bizi sterlinle yahut dolar veya euro ile ödeyin!
Yok dediler! Olur mu öyle şey!
Yahu dedik tüm ithalatı dövizle yapar, bozdolabından arabaya, kredilendirmelerden bir apartman katı almaya kadar milleti borçlandırırken bile dövize bağlarsınız da neden maaşları dövize endekslemezsiniz?
(Bizimkisi boşuna bir fikir praktisi! Mesela bir duayen ekonomistimiz de bize salık veriyor. Gidin bankalardaki döviz borcunuzu TL’ye çevirin!.. (Efendim ailece bizimkisi Vakıf Bank’ta TL idi. 2001’lerden sonra mali kriz var diye çatır çatır dolara çevirdilerdi, öde öde bitmez!)
KALDI ki bu “yurttaşın tek başına yürüteceği bir mücadele midir? O zaman devlete, Merkez Bankasına ne gerek vardır!
Kısaca bu ülkede devlet zafiyetinin faturası vatandaşa ödetiliyor!
KISACA TAKILDIĞIM: (GOMBİNAYI ÖĞRENİN DE ADAY OLUN!)
Kaç zamandır artık çok olağan “tutum ve misyon” haline geldiğinden kelimeyi kullanan kalmadıydı. Aslında politika sahnesinde kimsenin kimseyi “gombina” ile suçlayacağı yüzü duratı da kalmadıydı ama vakta ki UBP’nin Hamit Bakırcı’sı ile Ergün Serdaroğlu aday adaylığını kaybettiler, dediler ki “gombina yapmadık da ondan kaybettik!”
Ha bileydiniz! Sürüden kaçanı kurt da kapar, başına böylesi felâketler de gelir. Bizzat tepede Başbakan ile Yardımcısı bile “gombinaların alâsını çekerken” siz hâlâ öğrenip yapamamışsanız zaten o partide yeriniz olamazdı! Bundan sonra öğrenmeden de sakın aday olmayın!