Mustafa Nihat Ozon’nun elimdeki 1952 ve ilk basımlı “Osmanlıca Türkçe Sözlüğünde” o sihirli kelimenin anlamı şu şekilde verilir.
Basiret: Kalb gözüyle görme. Biliş.
Kelimeyi “kendi kariyerinizin” de değer ölçüsü yapabilirsiniz, toplum katlarında yükselir ve önem kazanırlarken, çok yakından izlediğiniz için politikacılar için de.
Çünkü “basiret” akıl yoluyla görmeyi aşan bir soyut kavramın ifadesidir. Nitekim “kalbinle gör” diyor. Mesela neyi?
Kıbrıs siyasi sorununu. Ona bakarken “vatan sevgisiyle coşmuş kalbinle mi bakıyorsun?” Ne mümkün! Çünkü önce vatanı horladılar! Sonra telafuz edilmesin diye ayıpladılar! Sonra sözlüklerden çıkardılar!
Ya özgürlük ve egemenliğine hangi gözlükle bakıyorsun? Mesela daha dün kendilerini darbecilerin tankları önüne atmış koskoca bir Türkiye kadar yürekle çarpan Türk halkının vatanına milletine sahip çıkması basiretiyle mi?
Oysa bu ülkede “milliyetçiliğe de kıydılar. Rum’un kendine Helen, İngiliz’in İngiliz, Fransız’ın Fransız… Dediği dünyada, Kuzey’deki Türk’e “ırkçılık olmasın” diye “Kıbrıs”lı dediler!
Sonra ne yaptılar? “Gençleri Türkiye’ye asimile olacakları söylem ve eylemleriyle korkuttular! Fakat Türkiye’ye asimile olmamanın mücadelesini yaparlarken, bu kez de onları barışçı çözüm için Güney’e ittiler. Zaten körün istediği bir gözdü Rum tarafına iki göz hediye ettiler!
“Bu anlattıklarım sadece benim görüşüm değildir.” Kıbrıs’ta yaşarken dünden bu günlere “özgürlük ve egemenlik” savaşımı vererek gelmiş Kıbrıs Türk insanının görüşüdür.
Çözüm olması çok güzel ve özlenen bir olaydır. Fakat çözümün şekli ile felsefesini de bilmek gerekir. Geleceği “basiretle” göremeden hele “gençleri Türkiye’ye küstürerek Güney’e sempati duymalarını” sağlattırmaya çalışmak; cinayetten öte bir tutum değildir. Gençlerimizi kaybedersek bu adadaki özgürlük ve egemenliğimizle beslenen “devlet oluş” davamızı da kaybederiz.
******** HAZAN YAPRAKLARI GİBİ DÖKÜLEN BELEDİYELER!
Geçen hafta Yenierenköy’ün CTP’li Belediye Başkanı Mesut Yıkıcı ödenemeyecek duruma gelen Belediyenin borçlarından dolayı istifa etti. CTP Parti Başkanı Talat, “sıkıntılarını biliyordum ama ne yapacağını bilmiyordum” açıklamasını yaptı.
Belki rast gele söylenmiş fakat bizim Kıbrıs ağzımıza lök gibi oturan “ne yapacağını bilmiyordum” sözüne takıldım. Çünkü Yıkıcı da seçilirken devraldığı borçları ne yapacağını bilmiyordu! Ötesi tüm yeniden seçilmiş Belediye Başkanları gibi! Nitekim o borçlar “seçimlerden” önce değil, yeni gelen Başkanlar tarafından açıklandıydı. Tabi kara kara düşüncelerle çünkü kimse işleri yürütmek için yeniden borçlanırken, mevcut borçları nasıl ödeyeceğini bilemiyordu!
Buna karşılık: UBP-DPUG iktidarından Belediyelere (sayıları açıklanırsa öğreneceğiz) sadece Mağusa’da 60’ı aşkın kişi istihdam edildi… (Ben işsizlere iş aş sağlama olayına karşı değilim. Sonunda bu gençler “partizanca da olsa işe aşa kavuşuyorlar. Ülkede tekerlek yıllardır böyle dönüyor. Her iktidara gelen zaten seçim döneminde vaat ettiği için “vaatlerini yerine getiriyor. Önce üst katlarda kadrolarını oluşturuyor sonra alt katlara istihdamlar pompalıyor!” Sonra da hem kurumlar batıyor hem devlet! Üstelik Türkiye’nin her yıl açıktan hazineye 359 milyon dolar katkıda bulunmasına karşın!
Yenierenköy Belediyesine dönecek olursak: Başkanın açıklamasına göre gelir kaynakları olan plaj, gazino gibi yerler de ellerinden alınmış. Yani sıfıra sıfır elde var sıfır!
“NE YAPACAĞIZ?” Yıllardır söyleniyor: “Belediyeleri birleştirirken sayılarını azaltalım.. Belediyeleri kasıtlı olarak bütçesel zarara uğratan Belediye Başkanlarına yaptırım uygulayalım.
Belediyelere istihdamları bir süreliğine durduralım, yanı sıra tasarrufa yönlendirecek tedbirler alalım…
MESELA: Mağusa Belediyesi bir yılı aşkın süredir borç üzerine borç katmerlerken, istihdam üstüne istihdam yığarken ne yol yaptı ne kaldırım! Ne trafiğe ilişkin görevini yerine getirdi ne de getirmek için parmağını oynattı.
Ya ne yaptı? Sonuncusu dört gün devam eden ve adı “festival” olan fakat her halde olmayan bütçeyi de yiyen geleneksel etkinlikti. Hemen öncesinde “Glapsides Plajında, kumlarla oynamaya meraklı çocuklar gibi kim bilir kaç milyon liralara mal olacak yürüyüş parkuru yapımı başlatıldı! Her iki “olay” da ne öncelik ne tasarruf yönünden kılıfına sığdırılacak ve mutlaka yapılması gereken “işler” değillerdi. Ha! şikâyete hakkımız yok. Doğrusu Mağusa “lalezar” olmuş. Ne var ki Bazı boş alanlara ve çemberlere dikilmiş o güzelim çiçeklerle etraflarındaki trafik kel başa şimşir tarak dedirtiyor ve düşündürüyor. Önce kentin trafik düzeni, imarı, temizlik tertibi mi yoksa çiçeklendirilmesi mi?
Lefkoşa belediyesine gelince: Maşallah başkanı hamaset ustası! Bir konuşuyor bir şakıyor, Lefkoşalılar yutuyor mu bilmiyorum ama her halde diyorum “kendisi kendini çok beğeniyor!” O kadarı da yetiyor Lefkoşa’ya!
Kısaca Belediyeler dallarında kurumuş yapraklar gibi dökülüp saçılıyorlar, işleri Allah’a kaldı!
**********
KISACA TAKILDIĞIM (TAPULARIMIZIN GÜVENCESİ)
Geçen hafta Bir televizyon programında konuşan KTTO’sı Başkanı Fikri Toros, Emlakçılar Birliği Başkanı Hasan Sungur’un 1974 önce Rum mallarının satın alınmamasına ilişkin beyanatına şu cevabı verdiydi: “Kuzey Kıbrıs’ta verilen tapular devletin güvencesi altındadır. Tapu sahibi olanlar risk altında değillerdir.”
Şimdi Hasan Sungur’u anlarım çünkü “Emlâkçılar Birliği Başkanıdır.”Adamın asli uğraşı, tabi ki uyarır…
Ancak Toros’u anlayamadım. Üstüne basa basa ve “devlet sözcüsü” gibi diyor ki “Kuzey Kıbrıs’ta verilen tapular devlet güvencesindedir…”
Annan planında da tapular devlet güvencesindeydi ama Güzelyurt da dahil 63 köyümüz Rumlara iade edildiydi! Bugün masada mülkiyet ve toprak konusunda Özgürgün Hükümeti bile ne konuşulduğunu bilmezken, Sn. Toros’un bu “güvencesi” zaten kendisi de söyledi, “olası paniği önlemeye matuf olmalı” da söz konusu tapuların “sağlamlığına” kim inanır?