Enclave Kültürü ve Kutlu Adalı’nın “Kehaneti” - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Nisan 25, 2024
ManşetPoli

Enclave Kültürü ve Kutlu Adalı’nın “Kehaneti”

Enclave KültürüKutlu Adalı

 

Ünlü antropolog Mary Douglas, farklı farklı kültür tipolojilerini tanımlarken “enclave” adını verdiği bir tür kültürel gruplaşmadan da söz eder. Bu tür gruplar çoğu zaman algıladıkları veya olması muhtemel bir tehditten dolayı bir araya gelen insanlardan oluşur. Enclave kültürüne sahip grupların dışa karşı çok güçlü bir sınır algıları vardır. İçerisini ve dışarısını ayıran psikolojik sınır genellikle kendi “mağduriyetlerinin egosu” etrafında inşa edilmiştir. İçerdekileri bir arada tutan şeylerin başında ortak mağduriyet ve sürekli olarak kendileri tarafından yapılan “öz” güzellemesi gelir. “Enclave” liderliği devamlı surette “mağduriyeti” ön planda tutarak, sürekli dışarıdan gelebilecek tehlikeleri işaret ederek tüm üyeleri bir arada tutmaya çalışır.


Mary Douglas
Mary Douglas

Dünyada bu tip enclave kültürü tanımlamasına uyan pek çok grup vardır. Büyük şehirlerdeki göçmen gettoları, etnik ve dini mahalleler, son zamanlarda yaygın bir şekilde kurulan gay veya LGBT mahalleleri veya gettoları, mülteci kampları, ayrılıkçı “de-facto” devletçikler, hep “enclave” kültürünü barındıran gruplaşmalardır. Douglas’a göre bu tür kültür grupları genelde egaliteryan bir yapıya sahiptirler. Eşitlik onlar için en önemli meziyettir. Tabii bu da meritokrasi veya liyakat sistemi üzerinde büyük bir strese neden olur. Herkes komşusu gibi olmak ister. Standartlar ortadan kalkar, toplumun bir bireyi olmak bile herkesin her yere talip olabilme inancını besler. Onun için bu tip gruplarda sosyal gruplar güçlü, kurumlar zayıf olur. Yani yönetimsel sermaye yerlerde sürünür.

Enclave’de yaşayanları “Dışarıdan” korumak için inşa edilen sınır kuvvetli, “içi” regüle edecek olan yönetim ise oldukça zayıftır. Bu tip gruplar genellikle dışla olan ilişkilere çok “şüpheci” bakarlar. En büyük korkuları üyelerinin firar etme ihtimalidir. Bu yüzden “enclave” siyaseti onları içerde tutmak ve desteklerini sağlamak için, devamlı surette halka  bir şeyler dağıtmak üzerinde yükselir.

Ama, tabii herkese “eşit” şekilde paylaşım yapmaya çalışılırken çok başka sorunlar ortaya çıkar. Yani dağıtımdan alacağı şey için hiç bir bedel ödememiş olan da olmayan da eşit şekilde paylaşımlardan pay almak durumunda kalır ve bu da itirazlara neden olur. Sosyal farklılıklar ise mümkün olduğu kadarıyla minimize edilir. Kıskançlık günlük hayatın artık vazgeçilmezi olmuştur. Kişiler böyle bir ortamda kötü yönetiminin bir çeşit istihbaratçısı gibi hareket etmeye başlarlar. Herkes devamlı bir şekilde birbirinden şikayet etmeye başlar. İşaret parmakları her dayıma diğerini gösterir.

Bu tip grupların üyeleri bir birlerine karşı aşırı sert davranırlarken, diğer yandan “dışarıdan” gelenlere karşı da çok acımasız olabilirler. Örneğin, Walter Scott’un, “Old mortality” adlı romanını böyle bir grubu tahayyül etmek ve betimlemek için kullanan  ünlü siyaset bilimci Aaron Wildavsky, romanda konu edilen 18. Yüzyılda yaşamış İskoç Kalvanistleri detaylı bir şekilde tasvir ederek, onların birbirlerine karşı kötü bir şekilde davranırlarken aynı zamanda düşmanları karşısında ne kadar acımasız olduklarını göstermişti. Tükenmek üzere oldukları korkusundan dolayı her geçen gün biraz daha içe kapanmışlar ve “dış” dünyayı “kötülüğün” geldiği yer olarak kabul etmişlerdi.

Enclave toplumlarının nasıl faaliyet gösterdiklerine baktığımızda, herkesin bir diğerini gözlediği bir ortamdan söz etmemiz gerekir. Öte yandan bu kadar kendi içlerinde bölünmüş olmalarına rağmen, çoğunluk kararı azınlığın radikalleşmesine neden olabileceği korkusuyla, kararların konsensüsle alınmasına önem verilir. Bu aşamada toplumun bekası öne sürülerek, farklı görüşler bastırılmaya çalışılır veya dışlanır. Fakat hiyerarşik toplumların tersine, egaleteryan yapı içindeki bu ortamda “baskı,” genellikle yerini kakafoni, kaos ve krize bırakır.

Enclave kültüründe bir grubun veya liderin tahakkümü tam olarak oluşturulamaz. Onları bir arada tutan tek şey yukarda da ifade ettiğim gibi “eşit” paylaşımdır. En ufak farklı bir muamele krize neden olur. Böyle bir toplumun başarı ölçüsü de ona göre düzenlenir. Rekabet tolere edilmez, yaratıcılık mükâfatlandırılamadığı için toplumun üretim enerjisi çok düşük olur. Biraz fark yaratan kişi veya yükselen yıldızlar hemen aşağı indirilir.

Tabii belki de sizleri nereye götürmek istediğimi anlamışsınızdır. Bugün Kıbrıslı Türk toplumunun özellikle 1963 yılında fiziki olarak gettolara girip kendi yönetimini kurmaya çalıştıkları dönemde, yukardakine benzer bir enclave kültürünü inşa ettiklerini ve zamanla bu kültürü içselleştirerek bugüne biraz dejenere edilmiş şekliyle taşıdıklarını iddia edeceğim. Yaklaşık beş yıl boyunca ablukada kalmak bu kültürün büyük oranda oluşmasına katkıda bulunmuştur. Tüm erkeklerin mücahit, kadınların eşit ama farklı farklı toplumsal görevler üstlendiği, herkesin 25 pound maaş aldığı bir dönemden söz ediyorum. Fukaralığın paylaşıldığı, rekabetin yok edildiği, tek amacın “var olmak” olarak dikte edildiği bir dönem.

Bu döneme baktığımızda ilginç bir şekilde tüm ev kiralarının fiks bir fiyata indirildiğini görürüz. Bu arada şehirlere sığınmış yüzlerce göçmenin ise kurgulanan bu ortamda askeri kıyafetler verilip ellerine silah verilmesiyle yeni bir hayata ısınacaklardı.

Bu 5 yıllık abluka ve 10 yıllık getto yılları, Kıbrıs Türk toplumunun sosyo-kültürel yapısı üzerine olumlu ve olumsuz birçok etkileri olmuştu. Onlarca çocuğun aynı anda sünnet edildiği, Mücahit Gazinolarının adeta moral verme yerlerine dönüştüğü, açık hava sinemalarının dolup dolup taştığı. Herkesin görece egaleteryan bir yaşam sürdürdüğü bir dönemdi, o yıllar. İşte bu dönemde, köyü yakılmış, can havliyle Lefkoşa’ya sığınmış birçok çiftçi ve köylü mücahit yapılmış ve onlara her zaman yukardan bakan şehirli kişilerle aynı üniformayı giymeye, aynı dam altında yatmaya, aynı maaşı almaya başlamışlardı. Bu da onlara büyük bir özgüven vermişti. Diğer taraftan köylerde zor koşullarda elektriksiz, telefonsuz, okulsuz bir yaşamdan farklı bir toplumsal yaşama geçiş yapmışlardı. Artık şehirli çocuklarla aynı eğitimi, aynı hocalardan, aynı binalarda alıyorlardı. Kapılar açıldıktan ve fiziki getto bir nebze ortadan kalktıktan sonra bile birçok genç eski köylerine dönmek istemeyecekti. Okul bittikten sonra da herkes mücahit yazılarak şehirde kalmayı tercih edecekti.

Enclave Kültürü
Sancılı Toplum – Kutlu Adalı

Tabii bu egeletryan düzen 1974 yılından sonra tamamen alt üst olacaktı. Artık hayatlarına giren ganimet ile birlikte hükümetten talep edilenler hızla değişmişti. Yokluk yerini geçici bir refah dönemine bırakmıştı. Artık herkese eşit maaş, eşit muamele bitmişti. Düne kadar yan evde oturan komşu ani bir şekilde zenginleşecek ve diğerlerini “deli” edecekti. Kısa sürede Enclave dönemindeki görece egaliteryan yapıdan sadece nostaljisi kalacak fakat dağıtım siyaseti ise siyasetçilerin çokça kullandıkları bir yöntem olarak kalacaktı.

İşte bugün sizlerle o dönemde yazılmış bir kitaptan yaptığım uzunca bir alıntıyı paylaşmak istiyorum. Kutlu Adalı’nın 1969 yılında yazdığı “Sancılı Toplum” adlı kitabından yapacağım bu alıntıda, Adalı, o dönemde Gettolardaki istisnai durum altında yaşayan toplumun nasıl her geçen gün biraz daha farklı bir kimliğe dönüştüğünü betimlemiş ve o gün gördüğü şeylerin ileride tüm Kıbrıs toplumunu negatif anlamda nasıl etkileyebileceğini yazmıştı. Yani adeta bir çeşit kehanette bulunmuştu:

 

“16-17 yaşın üstündekiler ve eli silah tutanlar mücahit ordusuna alındığı ve bu milli görev uzun sürdüğü için bazı sahalarda sancılanmalar baş gösterdi.

Örneğin bir çocuk 1963’te bir makinist yanında çıraktı. Yaşı 17 olduğu için milli göreve alındı. Aradan beş altı yıl geçtiği halde bu çocuk milli görevine devam ediyor. Bu arada yaşı 23 olduğu için evlendi, çocuğu da oldu! Mücahitlikten iki sebepten memnun. Birincisi milli görev yaptığı için. İkincisi, makinist yanında çırak iken ustasının verdiği haftalıktan daha çok mücahit maaşı aldığı için. Fakat terhis edilince bu genç, çırak iken alıştığını bile unuttuğu için makinist yanına dönemiyor. Dönse bile evli ve çocuk sahibi 23-24 yaşında bir aile reisi olduğu için çıraklık haftalığıyla geçinemiyor! Bu gerek marangoz, gerek demirci, gerek yapıcı, gerek ayakkabıcı, …her sahada böyle. Başka iş yapmaları için rehabilite edilmeleri de bu yaştan sonra ne işi yapabilecekleri  sorunu karşısında çıkmaza giriyor. Öte yandan ustalar, yanlarında yetişen ve iş bilir hale gelen çıraklarının bu şekilde ellerinden alınmasıyla hem işleyemez hale geliyorlar. Hem de toplum ihtiyaç duyulan ustayı yetiştiremiyor ve bulamıyor. Sanatkar yetiştiremeyecek duruma gelen bir toplum, elbette  birçok ustalık işleri için yabancılara baş vurmaya yükümlü kalacaktır.

….”Ya köylüler” diye söze karıştı gönültaşım. “Onlar da tembelliğe alıştılar. Hepsinin mücahit parası parlak geldi. Tarlalarını, bahçelerini zanaatkarlarını unutanlar, bir yana bırakanlar oldu. Hem milli görevimizi yapalım , hem de bahçemizde, tarlamızda uğraşalım demiyorlar. Rumlar, yaz kış ürün yetiştiriyor ve Kıbrıs dışına gönderiyor. Bizim bulunduğumuz noktanın altına düşmemiz, geleceğimizin korkunç grafiğini çizmemizdir. Bugün toplumun çok ustalık işleri vardır….Fakat istenen ustayı bulmakta güçlük çekiyoruz. Usta yetiştirmekte, bir çırpıda olan iş olmadığına göre, bir boşluğu dolduramamanın acısını çok fena çekeceğiz. İleride insanüstü çalışmalarla, bu eksikleri belki gideririz. Fakat sancısız toplum haline gelmemiz pek güç.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar