En büyük sorunumuz devletsizlik olabilir mi? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
Poli

En büyük sorunumuz devletsizlik olabilir mi?

Yaşam bize en acı deneyimlerle göstermiştir ki; her sıra dışı ve beklenmedik ölüm, geride kalan yakınları için yaşamla ölüm arasında bir sınava dönüşür.

İşte o andan itibaren “Ateş düştüğü yeri yakar” ve duygular kimi zaman, var olduğu sanılan ilahi adaletin adaletsizliğine isyana dönüşür, kimi zaman ise yaşamın adaletsiz doğasına yenik düşülerek, ölenle birlikte yavaş ve sessiz bir ölüm yolculuğuna çıkılır. Aslolan soru şu; sıra dışı ve beklenmedik bir ölüm karşısında toplum olarak biz, geride kalanlara ne kadar yakın durabiliyoruz? Ne kadar yakın ve destekleyici olabiliyoruz? Toplum olarak biz, sıra dışı ve beklenmedik bir ölüm sonucunda yaşamının dengeleri altüst olmuş yurttaşlarımız için psikolojik ve sosyal destek anlamında ne düzeyde koruyucu olabiliyoruz?

Son bir hafta içerisinde Havadis’te yayınlanan haberler göre, son 72 günde 10 yurttaşımız trafik kazalarında beklenmedik bir biçimde ölmüşler. Son 14 ayda 83 iş kazasında 9 işçi hayatını kaybetmiş. Ve her 2 günde 3 yurttaşımıza kanser teşhisi konuluyormuş. Polis raporlarına “ ani ve gayrı tabii ölüm” olarak kayda geçen daha başka ölümleri de dikkate alırsak, rakamlar bu ölçekte küçük bir toplum için oldukça yüksek. Ve bu tür ölümler karşısında devletin geride kalanlara yönelik sosyal koruyuculuğu ise yok denecek kadar az.


Geçtiğimiz 8 Mart’ta Çamlıbel-Girne anayolu üzerinde yaşanan bir trafik kazasında, 48 yaşındaki yurttaşımız Kamil Göktepe hayatını kaybetti. Birisi henüz daha 40 günlük diğeri ise 8 yaşında olmak üzere iki çocuk babası olan Göktepe’nin sıra dışı ölümü doğal olarak başta ailede olmak üzere toplumda büyük bir infiale neden oldu. Ancak kazanın oluş biçimi ve Göktepe’nin ölümüne neden olan kamyonun ve sürücüsünün yasadışı durumları infiali daha da artırdı.

Kazaya neden olan ve kaza sırasında kaya yüklü olan kamyonun muayenesi ve sigortası yokmuş. Daha da kötüsü, sürücü, soldan ilerleyen trafik düzeninde yeteri kadar deneyimli ve üstelik kamyon sürme ehliyetine de sahip olmayan yabancı bir işçi imiş. Geçtiğimiz aylarda mutfak görevlisi olarak izinlendirilerek çalışma hayatımıza katılmış ancak çalıştığı şirket yetkilileri tarafından bu göreve gönderilmiş. Kamyon şoförü, belki de alışkanlıkları sonucu yolun sağ şeridine geçip ilerlemeye çalıştığı bir sırada Göktepe’nin aracı ile karşılaşarak O’nun ölümüne neden olmuş.

Ancak Göktepe ailesinin yaşadığı trajedi bununla da sınırlı kalmamış.

Metin Göktepe’nin cenazesinin defnedilmesinden tam dört gün sonra bu defa da eşi Tamay Göktepe, yaşadığı travmanın ağırlığını daha fazla kaldıramayarak  “kalp yetmezliği” sonucu ölmüş. Aile bir anda ortadan yok olmuş ve yaşları henüz daha ne olup bittiğini anlamaya yeterli olmayan iki çocuk ortada kalakalmış.

Bu trafik kazası,  gerek oluş biçimi gerekse neden olduğu sonuçlar bakımından uzun bir süre hafızalardaki yerini koruyacak. Yitirilen canlar belki bir süre sonra gündemimizden kalkacak ancak toplum olarak asıl sınavımız geride kalan iki çocuk ve onların yakınları ile ilgili olacak. Devletsek ve bir yönetim modeline sahip olduğumuzu ileri sürüyorsak, sınanmamız bu en temel sosyal korumacılık yeteneklerimiz ile ölçülecek.

Bir insanın başına gelebilecek böylesi en berbat bir durumda, toplum olarak bizim insani değerlerimizin kriteri tıpkı bir turnusol kağıdı gibi bu olayla açığa çıkacak. Biz, omuzlarına kaldırılamayacak kadar ağır bir yük binmiş ailenin geride kalanlarına ve sorunun öznesi haline dönüşmüş küçük yavrulara sahip çıkabilecek miyiz? Yoksa bir süre sonra herkes kaderi ile baş başa mı kalmış olacak. Şimdi artık yoğunlaşmamız gereken şey bu olmalı.

Bu kaza, kuşkusuz ki toplum olarak karşılaştığımız ve sonuçları en ağır kaza değil. Daha dün sayılabilecek bir süre önce, yine benzer bir denetimsizlik aymazlığı sonucu bir öğrenci minibüsüne yönelik yaşadığımız kazada iki öğrencimizi ve minibüs şoförünü kaybettik yaralanan ve uzun süreli tedavi gören çocuklarımız oldu. Bu olay karşısında toplum olarak köpürdük, gösteriler yaptık taleplerde bulunduk ve sonuçlarını bekledik ancak bir süre sonra olayın izini kaybettik.

Henüz liseye gitmekte olan çocuklarını kaybeden 45-50 yaşlarında bir kadın veya adam ve onların yakınları böylesi bir acı karşısında acaba ne yapar, hayata nasıl tutunur, bir desteğe ihtiyaçları olur mu? Hiç merak etmedik. Oysa siyasetin bir amacı da toplumun güçsüz veya korumaya ihtiyaçlı hale gelmiş bireylerine ihtiyaçlarına yönelik destek vermekse, bizim siyasetimiz ve siyasilerimizin kriterlerinde bir sorun var demektir.

Göktepe ailesinin anne ve babasının yaşamlarının sonlanmasına neden olan trafik kazasından iki gün sonra, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Ersan Saner düzenlediği basın toplantısında olayla ilgili şöyle demiş:

“Olaydan beş gün sonra Tamay Göktepe’nin de yaşadığı acıya dayanamayarak öldüğünü gazeteden öğrenir öğrenmez Sosyal Hizmetler Dairesi Müdürü’nü aradım. O’na ‘lütfen ailenin küçük çocukları ile derhal ilgilenin onlara sahip çıkın’ dedim. Müdürüm ise ‘ekibimiz şu anda bu görev için yoldadırlar’ dedi. Biz gerekli olan girişimi yaptık ve aile bize girişimimizden memnun kaldıklarını söyledi”

Göktepe ailesinden geride kalanların Tamay’ın cenaze töreninde siyasilere yönelik olarak sarf ettikleri yargılayıcı sözleri bir kenara bıraksak bile, öyle anlaşılıyor ki bakanın ve özellikle Sosyal Hizmetler Dairesi’nin görev tanımlarında ve risk algılarında bir sorun var. Elbette öksüz ve yetim kalan iki çocuğa yönelik hassasiyet ön plana çıkmalı ancak dört gün içinde bilinçsizce bir tür pasif intihara terk edilen anne Göktepe için ne demeli?

Henüz yeni doğmuş çocuğundan lohusa dönemini atlatamadan eşinin bir kamyon altında kalarak öldüğünü öğrenen genç yaşta bir kadın devletin sosyal koruma programına alınması gerekmiyor muydu? O’na yönelik olarak önce tıbbi, sonra belki de sabah akşam devam etmesi gerekecek bir psikolojik destek programı gerekmiyor muydu? Bu çok mu zor olurdu? Ama sosyal kurumlarımızın ne bu tür görev tanımına ne de böylesi bir risk algısına sahip olmadığı anlaşıldı. Tamay Göktepe, karşılaştığı korkunç travmanın ağır yükünü ne bedenen ne de ruhen kaldıramadı ve yayınlanan ruhsuz ölüm raporunda yazıldığı gibi dört gün içinde “kalp yetmezliği”nden öldü.

Bir yakınım, birkaç yıl önce beklenmedik bir şekilde oğlunu kaybetti.

Hem anne hem de baba ağır bir depresyona girdiler. Ailenin geride kalan bireyleri yaşadıkları acıyı kalplerine gömerek her ikisine de sahip çıktılar ve onları hiçbir şekilde yalnız kalmayacak kadar koruma altına aldılar. Her şeyin yoluna girdiği sanıldığı bir sırada annenin ağır bir şeker hastası olduğu anlaşıldı. Sorun bununla da kalmadı hastalık kalp damar sorununa dönüştü. Anneye açık kalp ameliyatı yapıldı. Ameliyat sonrası sorunları bir yıldan fazla sürdü. Anne halen ne bedenen ne de ruhen artık eskisi kadar kendini güçlü hissedemedi.

Küçük bir toplumda yaşıyoruz. Ortalama olarak her 10 günde bir insanımız trafik kazalarında ölüyor. Her 47 günde bir kişi iş kazalarında ölüyor. Her 2 günde üç kişiye kanser teşhisi konuyor.

Ve her gün polis raporlarında çok çeşitli nedenlerle “ani ve gayrı tabii” ölüm haberleri ile karşılaşıyoruz. Bu olaylara çok üzülüyoruz ama toplumsal olarak oluşturduğumuz sosyal ve idari mekanizmalarla bu olayların sonuçlarına bilinçli olarak müdahale edemiyoruz. Yaklaşık 1 Milyar Pound bütçesi olan kamu yönetimi ile sosyal riskleri minimize edecek bir donanım oluşturamıyoruz. Devlet, bu alanın gönüllüleri sivil toplum kuruluşları ile dahi iletişim kuramıyor. Yoksa bizim sorunlarımızın başlıcası “Devletsizlik” mi acaba?

Öntaç Düzgün | Poli 2017

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar