Dört mevsimde Lefkoşa (1) (Tabutta kıpırdanan ölüler…) - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cumartesi, Nisan 20, 2024
Poli

Dört mevsimde Lefkoşa (1) (Tabutta kıpırdanan ölüler…)

Ahmet Okan
Ahmet Okan

Yaz:

Böyle yaz mevsimlerde kent bir sinema sahnesini andırırdı.


Elleri bakır renginde tek tük insanlar geçerdi sokaklardan az biraz tedirgin gözleri sanki ağlamaklı kan ter içinde.

İnsanlar savaştan kaçar gibiydi evlerine çekilirken,

O öğle saatlerinde sığınaklara ve mazgal delikli mevzilere sığınmış olurlardı sanki.

Kerpiç duvarlar bir ölünün yüzüne dönüşürdü güneşten yorgun ve halsiz.

Sağa sola uyduruk şekilde yerleştirilmiş ağaçlar sözsüz birer şarkı gibi mırıldanırlardı sessiz sedasız ayakta ölmeyi beklerken.

Bütün sokaklar mumya sessizliğine gömülürdü.

Şehrin gürültüsü iki üç odalı kerpiç evlerde ve o evlere sığınanların solgun gözlerinde sönüp giderdi yavaşça bir mumun son bulan alevi gibi.

Birdenbire gömütü andırırdı loş odalar.

Yenilmiş bir ordunun geriye çekilmesi gibiydi hayat.

Zaten sürekli bozguna uğrayacak acemi bir birlik gibi olduğunu hiçbir zaman anlamayacaktı Lefkoşa!

Bir sokaktan uyuşuk ve yorgun adımlarla geçen bir manga askerin ayak sesleri ıslak ıslak duyulurdu ritmi bozuk, mataraları boş.

Kapalı panjurların ardında ölgün hayatların yaşandığı saatlerdi bunlar.

Saatler ilerleyecek, Lefkoşa geceleri serinleyecek fakat vakit henüz erkendi.

İşte bu saatlerde güvercinler yakarış içindeydiler, İsa’ya yalvaran Hıristiyanlar gibi nefessiz nereye yakardıklarını bilmeden.

Çiçekler solgundu… Solgun çiçek susuzluğun dilidir; mevsimsizliğin…

Bütün renkler kaybolurdu mevsimin bu saatlerinde mavi mavi gibi değil, kırmızı kırmızı değil, yeşil yeşil değil.

Tekmil toprağa toza ve dumana batıp çıkmış gibi olurdu sanki tekmil şehir ölüm kokmakta.

Böyle saatlerde bir tabutla bir sokak arasında hiçbir fark yoktu.

Güneş o sokaklara parça parça düşerdi kimisi bir duvarın üstüne yarım yamalak, kimisi bir pencerenin, kimisi bir kapı kenarına el tokmağını da aydınlatarak.

Önce sokağın bir tarafında saf tutmuşçasına duran evler, sonra diğer tarafında duranlar parçalanırdı güneşten ki gölgeler bir uzar bir kısalırdı.

Güneş yanığı leke leke bir kent, derileri bıçakla yavaş yavaş soyulan Bragadino’nun acı çeken bedenini anımsatırdı.

Hiçbir şeyin olamayacağı saatlerdi bunlar kitap bile okumak yasaktı bu cehennemde, bu yasak Güneş Tanrısı tarafından konmaktaydı!

Güney Amerikalı şeker kamışı işçilerinin yorgunluğu düşerdi herkesin bedenine takatleri kalmazdı, yüzleri bal mumundan yapılmış sanki yavaşça eriyip solardı.

O saatlerde Angel Austrias’ın “Kasırga”sı okunsa ne fayda ya da başka bir şey, hiçbir yere götüremezdi insanı.

Birkaç dikiş makinesinin sesi işitilirdi o kadar ki o ayakça sesleri bile ölgün ve kendinden yorgun.

Halbuki ne güzel sesi vardı o makinenin, an gelir bir şehvet gezinir dururdu vücuduna doğru kadınların her ayakça vuruşunda, makinenin ritmi içerisinde tüyleri ürpererek.

İkinci vakit:

Serin rüzgarlar Omorfo körfezinden düşerdi yollara, önce Köşklüçiftlik’i iki yakasından tutar sonra Rocca ile Mula burçlarından dalardı eski kentin sokaklarına.

Vakit ilerlediğinde saatin kaç olduğundan çok, güneşin, vurulmuş bir asker bedeni gibi düşmesiydi önemli olan.

Düşecekti…

Az biraz öteden gelen bando sesine irkilirdi sokaklar ya da günün ikinci saatinde yollara dökülmeye başlayan birkaç esnaf sesine.

Susuz çiçeklere su verilirdi bükük boyunlarını kaldırıp yüzlerini serin rüzgarlara vermek için.

Ayasofya’nın kemerlerine oyulmuş taş heykelcikler kıpırdanırdı yerinden taç giyme töreni varmış gibi, etrafta tedirgin atların nal sesleri!

Kelebek güneş gözlükleri ile çarşıya doğru yol tutan bir kadının lacivert zemin üzerine beyaz puanlı dizaltı eteği rüzgarda dalgalandığında çarşı pazarın kalabalıklaşmaya başladığı saatlerdi.

Tabyalara serin rüzgarlar düşerdi ve sokaklara ve evlerin toprak kiremitli damlarına ve güvercinlerin kanatlarına ve şehvet içinde yanıp tutuşan dudaklara.

Bu başka bir sahnesiydi kentin aynı mevsimde aynı gün içinde günün ikinci vakti.

Pantolonları çan paça gençler bisikletleri ile çıkardı sokaklara, sivri uçlu gömlek yakaları itinayla ütülenmiş bir de saçları.

Eşref ve Kartal’ın pavyonuna tek tük gençler gelmeye başlardı az sonra çoğalacaklardı Bel Kola ve Buble Up zamanıydı.

Gölgelenen sokaklar kadınları ve çocukları kucaklardı sanki Beethoven’in dokuzuncu senfonisinde “Neşe” bölümü çalınmaya başlardı o cenaze sessizliğindeki saatlerden sonra.

Güneş dizlerinin üstüne çöktüğünde birkaç parça bulut parlatılmış bakır bir tepsiye benzerdi ki insanların elleri de öyleydi, gözleri dövülmüş bakır renginde bakardı, o anlarda Kuğulu Parkın kuğuları neşe içinde.

Muhtemel sinemalar o akşam dolacak, yer kalmayacak, bilet gişesi penceresini ve kasasını erkenden kapatacak, bilet bulamayanlar kapıcı ile tartışacaktı lakin şeherli insanlar bir mitinge koşar gibi gidecekti sinemalara her birinin ayakkabısı özenle boyanmış, erkeklerin cebinde küçük bir tarak, dalgalı saçları taranmış.

Venedik bozması, Osmanlı ve İngiliz’den kalma bu şehirde o çiçekli avlular uçan halı gibi havalanırdı sanki nereye gitsen nereye baksan mis kokular içinde bir kent, hani bir romanda, bir filmde geçse yalan gibi gelir insana fakat gerçek.

İbneler de orospular da namusluydu sokaklarında bu şehrin ki “eski kent” demişsek bir gramafon parlatılmış da bir köşeye konmuş gibi gelirdi insana.

Akşamleyin çan ve ezan sesleri duyulduğunda herkes dışarıdaydı.

Bahçelerde, parklarda, yollarda, caddelerde anlaşmış gibi bir araya gelen insanlar o geberilmiş ölüm kokan, kerpiç suratlı devşirme kente bir anda türlü renkler katar, o mavi, o kırmızı ve o yeşil kendi rengine döner, bu haliyle -gerçekten şaşılacak bir şekilde- bir ressamın mükemmel fırça darbeleri ile şekillenmiş kalabalık bir tabloyu andırırdı.

Masmavi ve çimçiçek ortalık…

Öyle diyorum ama aslında her şey siyah beyazdı!

Aynı mevsimde aynı gün içinde tabutundan kımıldanırdı sanki ölüler…

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar