Bireyleşiyor muyuz yoksa bencilleşiyor muyuz? - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
Köşe Yazarları

Bireyleşiyor muyuz yoksa bencilleşiyor muyuz?

İnsanın “birey” olması olumlu bir olgu olarak kabul edilir. Çağdaş insanın “birey” olması beklenir. İnsanın bireyleşebilmesi için aklını kullanması ve sürüden kopması gerektiği varsayılıyor.
Bencillik veya egoizm ise insanın dünyanın merkezine kendisini koyup “Yarabbi hep bana, hep bana” deme halidir. Dünyanın merkezinde oturan kişi, başkalarına saygı duymaz. Öteki insanlarla olan ilişkilerini çıkar temeline göre şekillendirir.
Etrafınıza alıcı gözle şöyle bir bakın. Çevrenizde bireyler mi çoktur yoksa benciller mi? Şair Hilmi Yavuz’a göre benciller çoğunlukta. Şöyle diyor Zaman (27.02.2013) gazetesindeki makalesinde:
“Söylemek istediğim şudur: Son on yılların sosyolojik verileri, bireyselliği ‘sonucu belirsiz bir bireysellik’ olmaktan çıkarmış ve birey olmanın nasıl idrak edildiğine ilişkin önemli ipuçları sağlamıştır. Öyleyse, daha başından ve kestirmeden söyleyeyim: Türk insanı, bireyleşmeyi, bencilleşme olarak idrak etmeye başlamıştır: Türk insanı için birey olma’nın anlamı, bencil olmak’tır…
“Demek ki, insanımız, maddî anlamda kendi çıkarını her şeyin üzerinde görmeye öncelik veriyor.  Bizi mânen inşâ eden nezaket, saygı, hoşgörü, yardımseverlik ve benzeri kavramların, hayatımızdan çekilmiş olmasını, ne yalan söyleyeyim, hüzünle seyrediyorum. Dünyayı somut ve maddî çıkarların dışında, entelektüel ve ahlakî bir obje olarak idrak edememe malûliyeti!
“Türk modernleşmesinin bireyler yerine, bencillikler inşâ ediyor olması, bize bu modernleşmenin mahiyeti hakkında da bir fikir verecektir. Bencilliklerin hâkim olduğu bir toplulukta, herkesin birbirini ‘ötekileştirme’si biçiminde gerçekleşen ilişkiler, Türk modernleşme sürecinin ürettiği modernitenin, bir tür Oryantalizm olduğunu, dahası, modern bir toplum inşa edemediğini gösterir;-gösteriyor da!” 
                                                                      XXX
Bireyleşmenin Rönesans’la başladığı kabul edilir. Ondan önce makbul olan “sürü psikolojisi” idi. İnsanlar varlıklarını sürdürebilmek için biraz da mecburdular sürünün bir ferdi olmaya. Okuma-yazma seçkin bir azınlığın inhisarındaydı. Bunlar da zaten ya devlet veya din yöneticileriydi.
Bu seçkin azınlığa farklı bir gözle bakılırdı. O kadar ki bunların “mavi kanlı” olduğuna inanılırdı. Her şeye de bunlar karar verirdi. Devletin nasıl yönetileceğinden insanın günlük yaşantısının nasıl olacağına ve neler yapılıp neler yapılamayacağını bu mavi kanlılar belirlerdi.
Geniş halk kitlelerine, aşağı yukarı şöyle denirdi: “Sizler okuma yazma bilmezsiniz. Bu nedenle İncil’i okuyamazsınız. Okusanız bile onu yorumlayamazsınız. Bir aracıya ihtiyacınız var. O aracı size ne derse onu yapacaksınız”. Kuşkusuz bu kontekstteki aracı da kiliseden başkası değildi.
Belki biraz aşırı olacak ama ne demek istediğimi açmak için bir örnek vereyim. Hiçbir zaman bir kadınla yatmaması gereken papalardan biri “Kadınların edep yerlerine ve göğüslerine bakmak günahtır” gibilerinden bir yorum getirdi.
İnançlı insanlar (o zamanlar inançsız insan yoktu ki) günah işlememek için elbiseli sevişmeye başladılar. Bunun çaresini buldukları gibi bir kadının banyo yaparken kendi göğüslerini görmemesi için ne yapacaklarının da çaresini buldular. Ortası delik kalbura benzer bir aleti başlarına geçirdikten sonra banyo yapmaya başladılar. Böylece günah işlemekten korunmuş oluyorlardı.
                                                                           XXX
Rönesans’la birlikte insanlar kendi akıllarını kullanmaya ve kendi yorumlarını yapmaya başladılar. Matbaanın icadıyla da kitaplar ucuzladı ve okur-yazar sayısı arttı. Bu sayede sürüden kopmalar arttı ve insanlar “birey” olmaya başladılar.
Ne var ki her devlet, kendi ideolojisine göre oluşturduğu eğitim sistemiyle “tek tip” insan yetiştirmeyi ve kendi sürüsünü yaratmayı uygun bulduğu için “bireyleşme süreci” henüz tamamlanamamıştır. Eskiden sürü, kilisenin/dinin denetimindeydi. Günümüzde denetim devletin eline geçmiş durumdadır. Nasıl düşüneceğimize, nasıl yaşayacağımıza o karar vermek istiyor. Bunun için de dini kullanır. Milliyetçiliği kullanır. Yetmezse kendine göre birtakım tabular yaratır. Ve devletin ürettiği bu putlara tapmamız beklenir.
Tam da bu yol kavşağında ortaya bencillik çıkıyor. Ezelden beri var olagelen bencilliği devlet kendi amaçları doğrultusunda kullanmaya başlar. Bu sayede her dönemin kendi zenginleri oluşturulur. Kendine hizmet edenlere birtakım ayrıcalıklar tanır. Paralı ve ayrıcalıklı insanlar, kendilerini ötekilerden daha üstün görürler ve ayrıcalıklarını ve paralarını daha çok artırmaya çalışırlar. Onları gören dışarıdakiler de onları taklit ederek onlar gibi olmağa çalışırlar. Al sana bireyleşememiş bencil insanlardan oluşan bir topluluk.
                                                                             XXX
Bencillik salgın bir hastalık gibi topluluğa yayılır ve gemisini kurtaran kaptan olur. İncelik, hoşgörü, saygı, yardımseverlik gibi hususiyet ve hassasiyetler ortadan kalkar. Ortalığı bir kabalık, bir nobranlık kaplar.
Bunu trafikte bile gözlemleyebilirsiniz. Gençlik yıllarımda anayolda giden bir sürücü durur, yan yoldakine yol verirdi. Şimdilerde buna şahit olmak mümkün mü? Durup yol vermeye kalkışsanız bile arkanızdaki hemen klaksona asılır. Çoğu zaman da elini kolunu sallayarak size verip veriştirir.
Sahi, o güzel insanlar kanatlı atlarına binip nereye gittiler?

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar