Bir Hayattan Bir Hayata - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Salı, Nisan 23, 2024
Poli

Bir Hayattan Bir Hayata

(Umuda asılı geçen zamanlar)

Bir bisiklete atlayıp tur atıldığında hayat ne güzeldi, nedense nereye baksan her şey çok güzel görünürdü o yıllarda.


Ayakça vurarak geçilen yerlerde evler de güzeldi, ister kerpiçten olsun ister taştan, ağaçlar da güzeldi, parklar da, bahçeler de, insanlar da.

Kimse kimsenin gözüne çirkin görünmez, herkes güzeldi.

Evler, odalar, avlular, teneke saksılar, sokak başlarında duran lambalar güzeldi.

Bir bahçede oturup muhabbet etmek günün iyi ve güzel geçmesine yeterdi bundan fazlasını bilmez bununla yetinirdi insanlar…

Halbuki neydi memleket?

Yarınların ne getirip ne götüreceği pek bilinmezdi,

Silahlar her an patlayabilir,

Geceler karartma altına alınabilir,

Hendekler ve sığınaklar hazır tutulabilir,

Bütün güzel ihtimaller paramparça olabilirdi.

Fakat hayat devam ediyordu her şeye rağmen esnafın yevmiyesi kendine yeterdi, onunla yetinmesini bilirdi,

Ne polis şikayet ederdi ne memur, ne öğretmen, ne betonda işçi ne tarlada çiftçi,

Üstelik yüzleri gülerdi sanki o zor yıllar zor değildi…

Bir misafirliğe gitmek,

Ya da eve misafir gelmesi mutlu ederdi ev sahiplerini.

Eğer gidilmez ya da gelinmezse mutsuzluk olurdu.

O evler de güzeldi,

O yuf delikleri de,

Akasyalarla süslenmiş avlular da,

O koltuklar da,

O boy aynaları da,

O ikram edilen pastalar da,

O misafirlikteki muhabbetler de…

Biri gülerse herkes gülerdi…

Komşu evin tamiratına yardım etmek,

Komşu için bakkaldan bir ekmek almak,

Ya da komşuya bir tabak yemek götürmek ne güzel bir alışkanlıktı doğrusu koskoca bir yaşam paylaşılırdı hem de yürekten yüreğe…

Bir kırtasiyeciye gidip mektup defteri ve zarf almayı,

Bir kartpostal alıp sevdiğimize postalamayı,

Bize postalanmış bir zarfı açmayı ne çok sever, ne çok bekler ne çok özlerdik…

Sadece bir televizyon vardı siyah beyaz, gece 12 dendi mi kapanırdı yayın yok ne günlerdi ama severdik.

Ne çok severdik açık hava sinemalarına erkenden gidip yer tutmayı; film aralık verdiğinde kantinden peksemet almayı…

Yarınların ne olacağı bilinmemesine rağmen karamsarlık yoktu şimdi düşününce neydi o yıllar diye anlayamaz insan.

Kime anlatabilirsin Cirit Sahasında yapılan gösterilerde o insan selini, o heyecanı, o izdihamı?

Hani surların üstüne kadar üst üste yığılmış, ayaklarını sur duvarlarına sarkıtan insanları ve arkasında yükselen sıra evlerin balkonlarında ve pencerelerinde dizili duran insanları.

Kim anlayabilir yaşamamışsa eğer…

Çörekçinin yüzü de gülerdi salepçinin de.

Okul önlerinde duran helvacıların,

Sarayönü’nde duran dondurmacıların ve boyacıların yüzleri de gülerdi,

Hayattan memnundular çok şey istemezdi insanlar, az şeyle mutlu olmasını bilirlerdi.

Çocukların yüzleri mavi gökyüzü kadar aydınlıktı pirili ve bir ayak oynarken.

Saklambaç oynarken saklanan çocuk gerçekten saklandığını sanırdı hiç bulunamayacakmış gibiydi gizlendiği yerde yakalanacak diye yüreği küt küt…

Altmışlı yılların başı olmalıydı ilkokulluyduk henüz çok küçük,

Kıbrıs’ta yaz akşamlarıydı ki Musalla tabyasında Hamalın Meyhanesi hisarın bir köşesine kurulurdu,

O Lüzinyan ve Venedik eskisi surları birkaç efkalipto ağacı süslerdi geniş gölgeleri serin ve rüzgarla birlikte türküler çalınırdı yapraklarında.

Bir yaz akşamıydı mahallemizin kızlarından Ruhsar o hisarın üzerinden kazara aşağıya yuvarlandığında,

Henüz ilkokulluyduk bu acı hatırayı çocuk zihinlerimize kazıdık ne Reşadiye unuttu ne Turan Sokak ne Musalla’nın ahalisi.

Diyeceğim,

İnsanın hayatında böyle hatıralar da olur herkesin acı tatlı hatırları değişik.

Şimdi İzmir’in dağlarına çiçekler ekmeye çalışır Ruhsar ki sırası gelmişken selam olsun…

Anlatmak istediğim,

Her şeye rağmen hayatın güzel olduğuydu kime anlatsan olmadık şeyler gibi algılanır hatta hikaye gibi gelir.

Aslında bir umuda asılı gibiydi insanlar ne olacağı belli değildi,

Zaten umut dediğin bittiği yerde yeniden başlardı,

Kim derdi herkes oturduğu yere bir daha dönmeyecekti.

Dönem olmuş atlı abraların at nalları dövmüştü o daracık sokakları ki o dönemler bizden çok ıraktı.

Ama o dönemleri anladıkça bu kadim şehri zihinlerde canlandırmak mümkün.

Bir keresinde bir gezgin Sarayönü’nde bir otele yerleşmiş.

Yanılmıyorsam 1800’lü yıların içiydi,

Henüz şafak sökmeden bir gürültü ile uyanmışlar ki bunun sebebi yüzlerce karganın çevredeki ağaçlara ve damlara tünemesiymiş.

Kargalar şafakla birlikte ötmeye başlayınca,

Gezgin ve beraberindeki bir kişi kargalar dağılsın diye silah kullanmışlar,

Ancak Lefkoşa ahalisi silah sesleri ile birlikte döşeklerinden fırlayıp otelin önüne gelmesinler mi?

Meğer karga öldürmek Türklerin adetinde yokmuş,

Yabancılar ne yapacaklarını şaşırmışlar ahalinin kendilerine öfkesinden…

Mazgal deliklerine, sığınaklara, kum torbalarına ve tel örgülere rağmen hayat güzeldi.

Hiç kimse her gün evine girip çıktığı ahşap kapıların gün gelecek dekor malzemesi olacağını düşünemezdi.

Hatta öylesine çekip gitmişti herkes o kapılar döküm döküm olmuştu şimdi ara dur.

Kapıların üstüne işlenmiş demir işlemelerde evin hangi tarihe ait olduğunu belirten yazılardan kimin haberi vardı ya da ne önemi vardı o zamanlar her gün açıp kapattıkları o kapıların?

Eğer babadan kalma bir ahşap radyo kalmışsa ancak onda saklı anılar ki o radyolarda paylaşılırdı şarkılar, herkes aynı şarkıları dinlerdi aynı piyesleri aynı anda…

Kızlar ve erkekler grup grup dolaşırlardı çarşılarda pazarlarda kim nereye gidecekse herkes önceden haberdar.

Birbirlerine nasıl haber veriyorlarsaydı bir bakardınız herkes aynı yerde.

Ne güzeldi bir düğünde dernekte, bir masada kız bir başka masada oğlan yan gözlerle kesişmekte ki bu kadarla yetinmek bile dünyalara değerdi…

Sadece biz gelip geçmemiştik bu memleketten Lüzinyanlar, Venedikliler de yaşamışlardı.

Dıştan gelenler onlara da “Kıbrıslılar” diyorlardı.

Kim bilir o dönemlerde hayat nasıldı bambaşkaydı kuşkusuz.

Her gelip göçen bir şeyler bırakmıştır nihayetinde sırasında sarı taştan bir ev, içinde taş kemerli avlular ve taştan havuzlar.

Osmanlı döneminde adaya gelen yabancı ziyaretçilerin en çok ilgisini çeken köşklü Osmanlı/Türk evleriydi ki bu evleri ziyaret eden kimileri hatıralarında bunları çok detaylı anlatırlar.

Anlattıkça şaşar kalırlar hani taş kemerleri Venedik ve cumbalı köşkleri Türk stili olan evleri…

Belki böyledir bir hayat bir diğer hayatı kovalar durur devran döner.

Gün gelir geriye kırık dökük anılar kalır zaten artık yoksunuz.

O sokak yok,

O kapı yok,

Dalına ip bağlayıp salıncak yaptığınız o ağaç yok.

Bahçede oturduğunuz tahta kanepe yok.

Ne mektup gelir,

Ne mektup gider,

Bir bakarsınız o hayattan hiçbir eser kalmamış.

Ne yaşanmışsa hayalden ibaretmiş gibi gelir insana…

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar