AŞKLA YENİDEN DOĞMAK - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Çarşamba, Nisan 17, 2024
Köşe Yazarları

AŞKLA YENİDEN DOĞMAK

Bir insanı yeni baştan hayata, ne doğurabilir ki aşktan başka?-
Ev, evlilik, ilişkiler, yaşam konularında etrafımda öyle bir yarış var ki çoğunlukla anlam veremeden, aval aval seyrediyorum olanı biteni. Herkes iyi dekore edilmiş, konforlu bir ev, güzel kıyafetler, elektronik aletler, son model cep telefonları ve yaşamı kolaylaştıran imkanları elbette ki isteyebilir Bunların hepsi insanların tüketimi ve daha iyi yaşaması için (mi) sunuluyor. Anlamadığım şey, yeni ya da kullanılmamış eşyaların, odaların, örtülerin, perdelerin, arabaların bir heves, hobi ya da tatmin edici bir değişim halini alıp, yaşam biçimi olması. Neymiş, insanların değişikliğe ihtiyacı varmış! Var! Kimin değişikliğe ihtiyacı olmaz ki! Eee bu neyle olacak? Özellikle de kadınlarda olan bu değişiklik hevesi çoğunlukla ihtiyaçtan falan kaynaklanmıyor! Pahalı oyuncaklarla avunmak dersek sanırım daha doğru bir laf etmiş oluruz. İnsanlar, hayatlarından bunaldıkça, bunun nedenini, eksiğin nerede olduğunu arayacağı yerde evlerinde, arabalarında “mamurluyorlar.” Bu, evlerin içindeki ilişkileri tamir etmek, düzeltmek, yapılandırmaya çalışmak, sorgulamakla alakalı bir ilgi değildir. Yeni ve çok da kullanılmayan evlerin, eşyaların değiştirilip, etrafa şov yapılmasıdır kastım. İyi evlerde oturmak, iyi araba sahibi olmak, o ev ve arabalarda değişiklik yapmak bir prestij ve şov halini almıştır. Bu, bahsettiğim değişiklikler dar ve sıkışmış yaşamlarda kısa da olsa bir soluk almayı sağlar. Perdeler, örtüler, halılar, henüz yıpranmayan ve aslında ihtiyaçtan olmayan koltuklar, beyaz eşyalar, televizyonlar, cep telefonları, ne çok şey değiştirilir, yeni modelleri ile… Onların ne işe yaradığını, neden hayatlarımızda oldukları sorgulanmadan bir yeni modeli, daha iyisi, daha gösterişlisi girer yaşamlara. Aslında istenilen “yeniliğin’ içte bir yerlerde ya da, altta, gerilerde olduğunu ve bununla yüzleşmenin kolay olmayacağı gerçeği bekler hep kapıda. Boşluklarla, üretimsiz, heyecansız ve usançla, ayni geçen saatler, günler, yaşamlar sorgulanmadan kolay olan seçilir, paralar harcanarak yenilenir eşyalar…
Bu değişimler bize ne sağlıyor, kimin umurunda?
Örneğin o araba bizi nereye, kim(ler)e götürüyor? Hangi yollara vardırıyor. Gitmek istediğimiz yol neresidir? Daha iyisi alındığı zaman bu amaçlara mı hizmet edecek?
O cep telefonu ile kimin sesini duymak istiyoruz? Hangi haberleri alıp veriyor, kimlere sesimizi iletiyoruz?
O evin içi, duvarları hangi sohbetleri, anları, gülümsemeleri, şarkıları, şiirleri saklıyorlar?
O koltuklar, yataklar hangi sarılmalara, kucaklaşmalara, hangi sevişmelere tanıklar? Sadece gözyaşlarına, bunaltılara, bağırmalara, can sıkıntılarına değil, coşkulara, sevinçlere, heyecanlara, kahkahalara, yaşanmışlıklara da ev sahipliği yapıyor mu oralar?
“Çocukla çocuk” olmamıza yarıyor mu o parkeler? Peki biz? Eşyalara gösterdiğimiz özeni yaşamın içine de yansıtabiliyor muyuz?
Evdeki tencerelerde sadece hangi yemeklerin piştiği değildir önemli olan. O sofralarda yenen yemekler hangi sohbetleri, paylaşımları ve tatları katıyor yaşamlarımıza? Boğazımızdan geçen lokmalar hangi duygularla, hangi şarkılarla sindiriliyor içimizde? Tıkanan damarlarımız, yükselen tansiyonlarımız hangi anların tanıkları hiç hesabını yaptınız mı? Bunaltılarımız, bulantılarımız, ağrılarımız, hatta hastalık hastası olmuşluklarımız, ağrı kesicilerimiz, ilaçlarımız hangi yılların alışkanlıkları ve tahammüllerinden yadigardır, hiç düşündünüz mü?
Bir bakın, hemen hemen hepimiz kredi kartları, taksitler, şunlar bunlarla pek çok şeyi yenileyebiliyoruz. Ama bunaltılarımız, can sıkıntılarımız, huzursuzluklarımız, streslerimiz baki kalıyor. Eee hani bizim o kaliteli zevklerimizle yarattıklarımız? Ne kolaydır değil mi vitrinler önünde bize sunulan güzel ve kaliteli malları seçip de “ince” zevkli bir insan olarak ortalarda salınabilmek? Kataloglardan istediğimizden de ala malları seçip, yalancı mutluluk oyuncuklarına kapılmak hiç de zor değil! Boyayı, badanayı, duşu, banyoyu, çeşmeyi, koltuğu, bahçeyi, damı, şömineyi ve çoğaltabileceğimiz nice şeyi değiştirmek ne de kolaydır değil mi? Ama insanın içini yenilemek, tamir etmek, güzelleştirmek, hayatlarda temel değişiklikler yapabilmek öyle mi? Örneğin güzelce dekor edilmiş evlerde yaşarken yanımızdaki insanlar ne düşünür, ne ister, ne hayal eder? Kocaman evlerde birbirimize çarpa çarpa mı yaşıyoruz? Yanımızdaki insanlara bir koltuk, bir manto, yani bize ait bir eşya gibi mi davranıyoruz?
Parayı verip, en iyi malzemeleri almak, iyi ustalar bulup çatlayan duvarları tamir etmek, boyası atan yerleri düzeltmek ve çok güzel renklere dönüştürmek kendimizi iyi hissetmemize yol açıyor. Peki evlerimiz için en iyi malzemeleri seçen bizlerin yaşamlarındaki malzeme ne? Yaşamı kurmak için neyle örüyoruz, neyle kuruyoruz evimizi, yuvamızı, sevdamızı? Aslında biz nerden yapılmışsak, malzememiz neye müsait ise hayat da bizden yana onu kullanıyor işte. Sonra ortaya benzer kumaşlardan birçok insan çıkıyor, benzer zevkleri ile… Benzer diziler seyredip, benzer kıyafetler giyen, benzer evlerde oturup, benzer konuşmalar yapan insanlar…
Yaşamımızı kolayca maviye boyayamıyoruz değil mi? Oysa radyolarda “Mavi dünyam benim ömre bedeldir” diyen şarkılar söyleniyor. Yeşilin en güzel tonu seçilse bile, aşk, sevgi ile değilse yapılan şey “Yemyeşil bir deniz” olamıyor bakılan hiç bir yer? Bir akşamüstü evde “bahar”ın geldiği müjdelemedikçe, “Sen gelirsen bahar da gelir” cümleleri kapılardan teğet geçerse ve içeride gülümseyen bir hayat bizi beklemedikçe neye yarar tahta mı, vitraylı mı olduğu, kaç paraya takıldığı o kapının?
Üretim, üretim diye ezberleyip duruyoruz ya, ilişkilerde de üretebilmek ne kadar zordur. Üremeyen her şey tükenir. Her türlü boşluğa da başka bir şey gelir, yerleşir. Bir kahvenin, yemeğin, güneşin, yağmurun, denizin zevki bir evde çıkarılamadıktan, farklı hayallere dalıp, bedensel olarak yakın ama ruhsal olarak uzak yaşamlar sürdükten sonra, neye yarar o evin beyaz ya da eflatun oluşu?
Görmüyor musunuz etrafta birbirine benzeyen ne çok insan var? Ne çok gülüş, ne çok tavır, bakış, söz, cümle benziyor birbirine. Odaların içinde sevdanın, aşkın, çocuğun, heyecanın, kahkahanın izi olmadıkça ve telaşsız, huzurlu, paylaşımcı anlara tanık değilse o duvarlar, birbirimize set çekmekten başka ne iş yarayabilir o soğuk evler, biri söylesin bana?
“Dışarıda gürül gürül akan bir dünya” diye seslenmekte Ahmed Arif, “Hasretinden prangalar eskittiği” sevgilisine… Hem de “Haberin var mı… Terk etmedi sevdan beni” dediğinde “dağlarına bahar gelmiş memleketinin”…
Dışarıda baharın ilk işaretleri… Kulak verirseniz duyacaksınız. Badem çiçekleri açmaya başladı bile… Salamis yolundan her geçtiğimde içimdeki tüm şiirler ayağa kalkıyor. Lapsanalar, laleler, çoktan uyanmış, aşkla birlikte…
Ne baharda ne kışta öyle balkon yıkamakla falan ferahlayamıyor işte insanın içi. Televizyondaki ucuz aşk dizilerindeki kahramanların uyuşuklukları da çabuk geçiyor, bir oyuncağa sahip olur gibi değiştirdiğimiz arabalarımızın heyecanları da. Mutfak dolaplarının renkleri, daha eskimeden hevesini aldığımız koltuklar, kumaşlar, aksesuarlar, hepsi bir ağrı kesici gibi kısa süreli yatıştırıcı bir etki yaratıyor sadece. Sonra o duvarlar, evler, odalar arasında yine kolayca “eskiyor” her şey. Eski halini alıyor ses tonları, usançlar, enerjisi düşük yaşamlar… Monoton, usangaç, tatminsiz, öfkeli, birbirine benzer insanlar çoğalıyor durmadan… Etrafa şov yapmak için uğraşıp didinen ve bunu övünç kaynağı olarak sunanlar bunlarla avunmayı denemişlerse bence boşuna uğraşıp yormasınlar kendilerini. İhtiyaçtan öteye gidemeyen araçlar insan hayatının amacı olamazlar! Daha bir öfkeli, daha bir sinirli ve daha bir aşksız yaşamların öznesi olmaktan başka bir işe yaramaz bu hevesler insan hayatında.
Baksanıza, Nisan geldi. Şıkırdım oldu dallar. Dünyada söylenmemiş bir şey kalmamışsa bile, artık yeni bir şey söylemenin, denizde dalgalanmanın, sevmenin tam zamanıdır.. Betonlar arasına sıkışmış yaşamlarımızla, o şarkıdaki gibi: “hiç bu denli unutmamıştık yaşamayı, gülmeyi, sevişmeyi ve şarkı çalmayı”…
Fildişinden bir kule gibi içimizdeki insanı yıkıp, yeniden inşa edebilir miyiz acaba?
Bir insanı yeni baştan hayata, ne doğurabilir ki aşktan başka?

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar