Annemi Özledim - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
Köşe Yazarları

Annemi Özledim

basaran duzgun banner

– “Pygmalion’un ruhu bize eşlik ediyor” diye fısıldadı.

Güneş, ufuk çizgisine bir mızrak boyu mesafedeydi.


Yakamozlardan bir yol, güneşe kadar uzanıyordu.

Sular kıpır kıpırdı ve mavi sonsuzluk kızıla boyanmaya hazırlanıyordu.

Tatlı bir kuzey rüzgarı okşuyordu yüzümüzü.

Sol tarafımızda, kubbeleriyle hâlâ ayakta kalmak için direnen tapınak.

Sağ yanımızda kayaların üzerine inip kalkan martılar.

At nalına benzeyen liman, binlerce yıldır öylece duruyor yerli yerinde.

Tek farkı, tepesine dikilen barakalar.

Lamarinalardan çatma bir restoranda oturuyoruz.

Dört bir yanımız kasvetli geçmişle kuşatılmış.

Onun aklı Pygmalion’a takılı.

Az önce konuşulanlardan ve gördüklerinden çok etkilendi, belli.

Ben umarsız bir ruh haliyle güneşin batmasını bekliyorum.

Karpaz’ın en ucundayız.

Yüzümüz kuzey denizine dönük.

Pygmalion’un yurdundayız.

O, az önce tanıştığı Pygmalion’un peşinde.

Bense biraz sonra ortaya çıkacak ateşböceklerinin.

Yıldızlara eşlik eden ateşböcekleri.

Koyu karanlıkta akıp giden ateşböcekleri.

 

***

 

– “Sence Pygmalion’un sarayı neresiydi” diye sorup duruyor.

– “Şimdi grup vakti. Keyfini çıkarmaya bak” diyorum, duymuyor bile.

Güneş iri bir portakala dönüştü, mavi sular kızıla.

Ama görmüyor.

– “Sence Pyagmalion sarayı nasıldı” diye ısrar ediyor.

Elimle karşı kayalıkları gösteriyorum.

– “İşte nah şurasıydı” diyorum.

Heyecanla o yana bakıyor.

Güldüğümü görünce öfkeleniyor.

Kayıtsızlığım sinirlendiriyor onu.

Halbuki Kral Pygmalion’un huzurundayız.

Gelmiş geçmiş bütün heykeltıraşların ustası.

O kadar çirkinmiş ki insan içine çıkamazmış.

Halkına görünemezmiş, kadınları korkuturmuş çirkinliğiyle.

Derdini, taşları yontarak giderirmiş.

Bir gün, çok güzel bir kadın heykeli yapmış.

Geceleri, heykelle birlikte yatağına uzanıp dua edermiş “heykel, derdini anlayacak bir canlıya dönüşsün” diye.

Tanrı yakarışlarına kayıtsız kalmamış ve heykele can vermiş.

Birlikte olmuşlar.

Halk içine çıkmışlar ve işte o zaman anlamış manevi zenginliğin fiziksel güzellikten öte olduğunu.

Aslolanın üretmek ve bu dünyayı güzelleştirmek olduğunu öylece kavramış.

 

***

 

 

Güneşin batışıyla birlikte birer birer peydah oldu gökyüzündeki “ateşböcekleri.”

– Nerden gelip nereye gidiyorlar” diye sordum.

Pygmalion’un büyüsünden kurtulup yanıt verdi:

– “Bulunduğumuz yer kavşak noktasıdır. Avrupa’dan Afrika’ya ve Ortadoğu’ya buradan dağılır bütün hava trafiği. Gördüğün uçaklar da muhtemelen Afrika’ya ya da Ortadoğu’ya tatile giden Avrupalıları taşıyordur.”

Keşke ben de o uçaklardan birinde olsaydım.

Gökyüzündeki ateşböceklerinin sırtında Dubai’ye gitseydim.

2 milyar dolara inşa edilen Palmiye oteller zincirinde tatil yapsaydım.

Veya Nijerya’da safariye çıksaydım.

Deve sırtında Luxor tapınağını gezseydim, Mısır’da, Firavun Ramses’in ayak izlerinin peşi sıra.

 

***

 

 

– “Anladım” dedi, “sen dünyayla kucaklaşmak istiyorsun.”

– “Dünya benimle kucaklaşmak istiyor” dedim gülerek.

– “Harika bir fikrim var” dedi, “biz Kral Pygmalion vasıtasıyla dünyaya ulaşabiliriz. Onun gibi mükemmeli üreterek. Ve dünyayı kendimize hayran bıraktırarak.”

Anladım…

Bu sohbet “memleket nasıl kurtulur” muhabbetine dönüşecek.

– “Hade gidelim” dedim.

Daha yeni gelmiştik?

Benim için her şey eskidi az önce.

Şu gökyüzündeki ateşböcekleri de olmasa…

– “Saat kaç?”

– “Bir rakı bile içmedik, adam taze balık olduğunu söylemişti.”

– “Sence şu anda öte dünyada saat kaçtır?”

“Ne? Ne diyorsun?”

Annemi özledim…

O nurlu yolda, ateşböceklerinin eşliğinde yürüyor mu hâlâ…

İçimdeki özlemin artarak büyüdüğünü bilerek…

 

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar