Aç susuz yaralı: 7 gün - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Cuma, Mart 29, 2024
KıbrısManşetRöportaj

Aç susuz yaralı: 7 gün

suat-kafadar

15 Ağustos 1974 Taşkent (Dohni) katliamının üzerinden 43 yıl geçti… Katliamın yaşayan tek Kıbrıslı Türk tanığı Suat Kafadar… Kafadar, katliamdan nasıl sağ kurtulduğunu, nasıl kaçtığını ve katliamın nasıl duyulduğunu anlattı.

ÖLÜ TAKLİDİ YAPTI: EOKA’cı Rumlar, Taşkentli 45 masum Kıbrıslı Türkün üzerine 10 dakika, durmadan kurşun yağdırdı. Arkadaşı başından vuruldu, kafası açıldı, beyni Suat Kafadar’ın yüzüne döküldü. Kafadar, arkadaşının kanı ile kamufle oldu. EOKA’cılar kaçana kadar nefes bile almadı, ölü taklidi yaptı

ANCAK CANINI KURTARDI: EOKA’cı Rumların kaçtığını fark edince Suat Kafadar kalktı. Yeğeni ve Niyazi Çavuş, hala hayattaydı. Yeğeni, Kafadar’a ‘Beni de kaçır’ dedi. Bacağı kopmuştu, Niyazi Çavuş, göğsünden vurulmuş, delik deşikti. İkisi de can çekişiyordu. Kafadar, ikisini de ardında bıraktı, canını kurtardı


6 GÜN AĞAÇ ÜZERİNDE SAKLANDI: Kafadar, 5 yerinden vuruldu, 6’ncı kurşun kafasını sıyırdı geçti. Tarih, 15 Ağustos 1974, güneş gün boyu tepede. Kafadar, aç ve susuz. Nereye gideceğini bilmiyordu, nerede olduğunu da. 6 gün ağaç üzerinde saklandı. 8’inci gün Mutyaka’ya ulaştı. Muhtara sığındı

KATLİAM 10 GÜN SONRA DUYULDU: Kafadar, Mutluyaka’da bir gece kaldı, ertesi gün Kızıl Haç ambulansı ile kaçtı, Piskobu üslerine götürüldü. Orada babasının arkadaşı Turan Bey’in de yardımı ile Ziya Rızkı’ya ulaştı, olanları anlattı. Katliam, 10 gün sonra her yerde duyuldu

Duygu ALAN

EOKA’cı Rumlar, 14 Ağustos günü esir aldığı Taşkentli (Dohni) 45 masumu bir gece Taşkent’te Rum İlkokulunda tuttuktan sonra, 15 Ağustos günü Palodia yakınlarında dağlık bir alana götürdü.

Esir Kıbrıslı Türkler, balkon tipi yarı yıkık bir beton parçasının üzerine, yarım ay şeklinde oturtuldu. Önce kimlikleri alındı ardından kurşuna dizildi.

10 dakika…

EOKA’cı Rumlar çocuk, genç, ihtiyar demedi…

Masum 45 Kıbrıslı Türkü 10 dakika boyunca kurşun yağmuruna tuttu…

Şarjörlerin biri boşaldı, diğeri doldu…

Kimisi göğsünden, kimi tam kalbinden, kimi başından vuruldu…

Ölen olduğu yere düştü, diğeri onun üzerine, diğeri daha üzerine…

Kan gölü oluştu, bedenler paramparça…

Kafası açılan oldu, bacağı kopanlar vardı…

Baba, oğul, kardeş, dayı, yeğen, amca… Acımadan katledildi.

Silah sesleri sustu…

İçlerinden biri, diğerine, ‘Bak’ dedi… ‘Aman deyim iyi bak, kımıldayan varsa başından vur’…

Son çırpınışlar olsa gerek, can çekişen masumlar vardı, hala nefes alıyordu…

Bir iki el daha sıkıldı, kımıldayanın kafasına, alnının tam ortasına sıkıldı…

İçlerinden biri daha konuştu sonra, ‘Hadi bakalım cesetlere, kimin kol saati vs. değerli eşyası varsa alalım da kaçalım…’

‘Hayır’ dedi, ‘Biri görmeden hemen gidelim’, gittiler…

15 Ağustos 1974, öğlen vakti, güneş tam tepede, ortalık kan gölü, 45 masum insanın kanı…

Suat Kafadar, katliamdan sağ kurtuldu, 6 kurşun yedi Kafadar, 5’i vücudunun farklı bölgelerine isabet etti, 1’si kafa tasını sıyırdı geçti, ciddi yara aldı ama hayatta kaldı…

Suat kafadar, nasıl kaçtı? Nereye sığındı? Katliamı nasıl haber verdi?…

“Nefes bile almadım”

Suat Kafadar, katliam anını anlatırken o günü tekrar tekrar yaşar gibiydi… Göz bebekleri donuk, yüzde acı ama sert bir ifade… Yürek buruk, duygular acı içerisinde…

Kafadar o anı anlattı:

“Ölen diğerinin üzerine düştü, her taraf kan, benim üzerime düşenin kafası açılmıştı, kanlar, beyni yüzüme dökülmüştü, benim kanım gibi, ben de yaralıydım. Başından, göğsümden aşağı sıcak sıcak bir şeyler dökülüyordu, kandı…

Birinin ‘Bunlar ölmüyor da bir köhün mermi daha ister’ dediğini duydum, alay ediyorlardı…

Aralarından bir tanesi, ‘İyi bak, kımıldayanı kafasından vur’ dedi.

Benim gözlerim kapalı, ölü taklidi yapıyorum, nefes bile almıyordum. Sindim kaldım…

Tak tak tak… bir iki el daha atıldı, kımıldayan oldu demek ki… Bir ses daha duydum sonra, ‘gel bakalım değerli neleri var, kol saatlerini alalım da kaçalım’ dedi, diğeri reddetti, ‘Eksik olsun, bırak. Biri gelmeden kaçalım’ diye cevap verdi.

Benim hala gözlerim kapalı, güya ölüyüm, nefesimi tutuyorum.

Demek ki bunlar sorumsuzca bu işi yaptı. Birilerinin onları görmesinden korktular, Sonra biri daha konuştu, ‘Şiro getirelim, gömelim’ dedi. Ses kesildi. 10 dakika geçti ben hiç kımıldamadım.

Bir ses daha duydum, bu kez bizimkilerden birileriydi. 2 kişilerdi, ölmemişler, can çekişiyorlardı. Konuşuyorlardı, ama emin olamadım, diğerlerinin gittiğinden kımıldamadım, bir iki dakika daha geçti, başka silah sesi duymayınca, güya da ağzımda kan birikmiş gibi homurdandım, ‘Gittiler mi?’ diye sordum. ‘Kaçtılar’ dediler. Biraz daha kımıldadım baktım yoklar…

“Yeğenimi ve Niyazi Çavuş’u yaralı bıraktım kaçtım”

Kafadar anlatmaya devam ediyor… “Konuşanlar, biri yeğenimdi, amcamın oğlu, diğeri Niyazi Çavuş… Baktım, yeğenimin bir bacağı kopmuştu.

‘Beni de kaçır’ dedi… Şöyle bir baktım, durumu çok ağırdı, 10 dakika gitmez ölecekti, alamazdım, Niyazi’ye baktım, göğsü delik deşikti. Bıraktım onları ve kaçtım. Aşağısı binlerce çadır, her taraf tehlikeli, nerede olduğumu bile bilmiyorum. Havada kararmaya başlıyordu. Yüksek bir yere geçtim, oturdum bir süre, şiro gelecek mi gerçekten diye bekledim, gelmedi. Ama sağdan soldan silah sesleri duyuyordum.”

“5 kurşun vücudumda aç ve susuzdum”

Bilmediği bir yerde, dağın başında, onlarca şehit yanı başında, her taraftan silah sesleri, yukarısı muamma, aşağısı, esir kampı. Suat Kafadar, ne yöne gideceğini şaşırdı. Yaralıydı, kanlar üzerinden dökülüyordu, susuz ve açtı da…

Öylece açıkta da duramazdı, düşünmek için çok fazla vakti yoktu, aklına ilk geleni yaptı, biraz yürüdü, sonra bir ağacın üzerine çıktı ve beklemeye başladı, yerde kalamazdı, ağaca sığındı.

Kafadar, bütün gece can korkusundan uyumadı, yaraları açıktı, sinekler açık yaraya üşüştü, karıncalar minik minik Kafadar’ın vücudunu kemiriyordu. Vücudunda hala 5 kurşun vardı.

Kafadar geceyi o ağacın üzerinde geçirdi, hava aydınlandı, ama aşağı inmeye korktu, hangi istikamete gideceğini de bilmiyordu, gündüzü de ağacın başında geçirdi,. Hala açtı ve susuz…

16 Ağustos 1974, gece oldu, ‘böyle olmaz’ dedi Kafadar, indi ağaçtan ve rastgele bir istikamete doğru ilerlemeye başladı.

“6 gece ağaç üzerinde yaşadı”

Kafadar, istikametinde biraz ilerledikten sonra ileride yüksek bir kule ve üzerinde yanıp sönen kırmızı bir ışık gördü. Kafadar, oranın inşaatında önceden çalışmıştı… Tanıdı, Moni Elektrik Santrali Merkezi’ydi. Yürümeye devam etti. Aklında köyüne gitmek vardı. Bütün gece yürüdü.Gün ağarmaya başlayınca yine bir ağaç buldu ve üzerine çıktı, kamufle oldu.

Gün boyunca, avcılar, köpekler, önünden geçip gitti. Kafadar’ın katliam sonrası günleri gece yürümek, gündüz ağaç üzerlerinde saklanmakla geçti.

7’inci gün, Leymosun’da baraja vardı. Hala aç ve susuzdu, önce kana kana barajın suyundan içti sonra kuytu bir yere geçti ve etrafı izlemeye başladı.

“8. Gün Mutluyaka’da muhtarın evine sığındı”

Suat Kafadar, barajın yanında bir villayı takibe aldı. Boş olduğunu tespit ederse, gidecek sığınacaktı. Olmadı.

Katliamın üzerinden 8 gün geçti. 8’inci gün okaliptüs ağaçları olan bir köye vardı. Kafadar burasının Mutayaka olduğunu anladı.

Dereden yavaşça indi, Kıbrıslı Türk muhtarın oğlunu, Besim’i gördü. Katliamı anlattı, ardından yaşadıklarını. Katliam henüz duyulmamıştı. Kafadar, sıkı sıkı tembih etti. Köyüne varana kadar katliamın duyulmaması gerektiğini söyledi.

Besim, Kafadar’ı evlerine götürdü. Kafadar’ın yaraları sarıldı, yemeğini yedi, banyo yaptı, temiz kıyafetler giydi. O gece muhtarın evinde kaldı. Ancak Mutluyaka da esir düşmüş bir köydü, her gün sayım, baskın, denetim vardı. Kafadar, burada daha fazla barınamazdı.

Gün doğdu… O günlerde Moni kulesinden düşen ve belini kıran bir işçinin alçısı çıkarılacaktı. Bu Kafadar için fırsat oldu.

kamp1

“Kızıl Haç ambulansı ile kaçtım”

Kafadar, anlatmaya devam etti: “Muhtar, köye erzak almak için gitti. Sonra o belini kıran işçiye bakmak için köye Kızıl Haç ambulansı geldi, ambulansı TMT üyesi de olan Mutayaka muhtarı doktorlarla birlikte ayarlamıştı. Ambulansta bir şoför bir de İngiliz vardı. Apar topar beni ambulansa bindirdiler, köyden çıktık. Ambulansın içinden dışarı görünüyordu ama dışarıdan içerisi görünmüyordu. Sağı solu izleyerek gidiyordum, arada İngiliz, ‘Suat iyi misin?” diye soruyordu. Muhtar onlara katliam olduğunu söylememişti. Yabancı olduğumu, köyden kaçmak, üstlere gitmek istediğimi söylemişti. Bu arada muhtar beni sıkıca tembihledi. Katliamı Ziya Rızkı’dan başka kimseye anlatmamamı söylemişti. Ziya Rızkı üstler bölgesi sorumlusuydu. İlerlemeye devam ettik. Ambulans polis karakolunda durdu. İngiliz aşağı indi, karakola girdi. O an satıldığımı düşündüm ve ‘Yolun sonu’ dedim içimden. Çok korktum. Meğer kontrol için durdurulmuşuz. İngiliz bindi tekrar arabaya, ‘Suat iyi misin?’ diye sordu. ‘İyiyim’ dedim, devam ettik yola. Sonra bir yere geldik, beni aşağı indirdiler, her tarafta polis vardı. Aldılar beni, bir polis, ‘alın bunu sokun içeri’ dedi. Türkçe konuştu. Muhtar köyden giderken elime 2 muz, 1 elma, bir iki lirada para vermişti, onları da elimden aldılar beni içeri soktular…”

kamp2

“Ziya Rızkı’nın çadırından kovuldum”

Macit isminde bir polis Kafadar’ın ifadesini aldı. Kafadar, ‘Mutluyaka’da düğün vardı, gittim ama orada kısıldım. Rumlar devamlı köye gelip kontrol yapıyor, beni yabancı görürler, mızırlık yaparlar. Ben de üstlere garanti yere gideyim dedim’ diye ifade verdi.

Polis inanmadı, ‘Doğrusunu anlat’ diye çıkıştı. Kafadar, yalan ifadesinde ısrar edince polis, yüzüne tükürdü. Sonra hastaneye götürüldü, pansumanı yapıldı. Limasol ve Baf kazasından Kıbrıslı Türklerin toplandığı Piskobu üslerine götürüldü. Kafadar’ın aklında olan, orada, Limasollu Kıbrıslı Türk şefi Ziya Rızkı’yı bulup, katliamı ve yaşadıklarını anlatmaktı. Ancak kimse Kafadar’ın yüzüne bakmadı.

Sonunda Ziya Rızkı’nın olduğu çadırı buldu, görüşmek istedi ancak umduğu olmadı.

Kafadar, devamında yaşananları şöyle aktardı: “Çağırdım, kapı yok tabi çadır, ‘Beyefendi’ diye seslendim. İçeri girdim. Ziya Rızkı’nın adamları, ‘Ne var? Battaniye mi?” istiyorsun diye sert çıkıştı. ‘Atın bunu dışarı’ dedi, güvenlikler beni çadırdan dışarı attılar. Çok sinirlendim. Akşam oldu, bir trolli buldum ve içinde uyudum. Gece soyulmuşum, cebimde ne varsa çalmışlar. Ertesi gün kalktım, kahve içecek param yok. Kahve çadırına oturdum, param yok diye oradan kovuldum. İyice sinirlenmeye başlamıştım. Biraz yürüdüm karşıdan babamın Limasollu zengin çiftlik sahibi bir arkadaşına rastladım yanında makinist Ahmet de vardı. Babamı, kardeşimi sordular, iyi dedim. Biraz birlikte yürüdük.”

“Daha fazla içimde tutamadım”

Kafadar, artık katliam sırrını daha fazla içinde tutmaması gerektiğine karar verdi ve babasının arkadaşını kenara çekip, olanları anlattı.

Adam, paralı, sözü geçen biriydi. Adı Turan. Turan, gerçeği öğrenince Kafadar’ın kolundan tuttuğu gibi Ziya Rızkı’ya gittiler. Katliamı olduğunu söylediler. Önce Kafadar’ın deli olduğunu düşündüler, inanmadılar. Gergindi kafadar, kardeşi, babası, tüm erkek akrabaları gözleri önünde paramparça olmuştu, sonrasında kaçış… Bir iki sorudan sonra Kafadar’ın gerçeği söylediğine kanaat getirdiler.

Telsizle sistemiyle Lefkoşa ve başka bölgelerdeki Kıbrıslı Türkleri bilgilendirdiler ve böylece katliam öğrenilmiş oldu.

Katliam artık Taşkent’te de (Dohni) duyuldu.

Sonra neler yaşandı?

Yarın: Katliamı duyan annesi ne yaptı?

Ailesine kaç zaman sonra ve nasıl kavuştu?

Köyüne gittiğinde neler yaşadı?

Aradan 43 yıl geçti, bugün ne hissediyor?

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar