3 Şehir, Etnik Sorunlar ve İnşaatçı Çözümler - Havadis Gazetesi | Kıbrıs Haber
Perşembe, Mart 28, 2024
ManşetPoli

3 Şehir, Etnik Sorunlar ve İnşaatçı Çözümler

Paris şimdi de, şehrin ana meydanında her gece toplanan ve şiddetli gösteriler düzenleyip polisle çatışan gençlerle anılmaya başladı.

Kendilerine “Gece Ayakta” (Nuit Debout) hareketi denen gruplarlar önceleri işsiz gençlerden oluşmuş, daha sonra öğrenciler ve Fransa’daki genel ekonomik ve sosyal şartları protesto edenlerin katılımı ile daha da büyüyerek adından söz ettirmeye başlamış. Polisle çok şiddetli çatışmalara girmekten çekinmeyen bu gençler, özellikle banka şubelerini hedef alarak düzene olan tepkilerine yönelik mesajlar vermeye çalışıyorlar.


Paris bu tür gösterilere ve olaylara yabancı değil. Yakın dönemde yaşanan olayların en büyük ve şiddetlisi 2005 yılında yaşanmış. Önce bir banliyöde çıkan ve ülke genelinde yayılan olaylarda, 50 binin üzerinde araç ateşe verilmiş, onlarca bina yakılmış, olayları yatıştırmakta güçlük çeken hükümet, valilere olağanüstü hal ilan etme yetkisi vermek zorunda kalmıştı.

Fransa’da başta Paris olmak üzere büyük şehirlerin varoşlarında yaşamaya zorlanan göçmenlerin memnuniyetsizlikleri, en küçük olayda patlamalı tepkilere dönüşmeye hazır. 2007 yılında, Fransa’nın başkenti Paris’te 15 ve 16 yaşlarındaki 2 göçmen gencin bindikleri motosikletle bir polis aracına çarparak ölmeleri üzerine patlak veren şiddet olaylarında 112 polis yaralanırken, Kuzey Afrika kökenli gençlerin yaşadığı bölgelerde 63 araç ve aralarında 2 polis noktasının da bulunduğu 5 bina ateşe verilmişti. Polis yetkilileri, yaralanan 112 polisten çoğunun, 100 dolayında maskeli gencin av tüfekleri ile gerçekleştirdikleri saldırılar sonucu yaralandıklarını açıklamıştı.

Fransa Niçin Yanıyor?

Amerikalı gazeteci ve blog yazarı Doug Ireland 2005’te Paris ve banliyölerinde yaşanan etnik ayaklanmayı 6 Kasım 2005’te yayınladığı “Fransa Niçin Yanıyor?” başlıklı bir makalede şöyle değerlendiriyor:

“Fransa’nın (çoğunlukla Arap ve kısmen siyah kökenli) göçmen nüfusu bugün gerçekten yüksek bir orana (toplam nüfusunun %10’undan fazla) ulaşmışsa, bunun nedeni, Fransızların “30 şanlı yıl” olarak andıkları, 2. Dünya Savaşı sonrasının yeniden inşa ve ekonomik genişlemeye dayanan büyüme yıllarında, denizaşırı sömürgelerden fabrika işçiliği ve Fransızların çalışmadığı köleye yakışır işler için emek gücü devşirmeye ağırlık veren hükumetler ve sanayileşme politikasıdır. Bu göçmen işçiler, Fransız ekonomisinin, birçok Fransızın ölümüne yol açan ve yerli Fransız doğum oranlarının da aniden düşmesine neden olan 2. Dünya Savaşı’nın neden olduğu erkek insan gücü kıtlığı koşullarında genişlemesinin kendilerine talep yaratmasına muhtaçtılar. Daha da ötesi, bu göçmen işçiler, (yüksek derecede politikleşmiş Fransız işçi sınıfı ve komünistlerin önderliğindeki sendikalarının aksine) pasif ve direnme gücü olmadığı için ilgi konusu oldular. Bu hükümet ve sanayi politikalarının desteği altındaki Arap işçi akınına Cezayir’in bağımsızlık mücadelesi sırasında “Harkiler” güç verdi.

Harkiler, savaş sonrasının bağımsızlık yanlısı anti-sömürgeci mücadeleleri sırasında Fransa hesabına çalışan ve dövüşen ve Fransa tarafından dehşet verici bir muameleyle yüzyüze gelen Cezayir yerlileridir. İşgal ordusu ve sömürge görevlilerini Cezayir’den çıkaran Fransızların iğrenç bir yüzsüzlükle kaçınılmaz bir ölüme terketmesinin ardından, Harkilerden 100 bini Cezayir FLN’si (Ulusal Kurtuluş Cephesi) tarafından öldürüldü. Daha da ötesi, Harkilerin kaderlerine terkedilmesi emrini dinlemeyen tek tek komutanların bireysel inisiyatifleriyle kurtulan Harki aileleri anlatılamayacak kadar kötü, pis ve kalabalık toplama kamplarında yıllarca bekletildiler ve hükumetten hiçbir yardım alamadılar. Aldıkları tek ödül, bütün bunlardan sonra, Fransa için yaptıkları fedakarlıklara karşılık yasal yurttaşlık hakkı edinmeleri oldu. Bunların gettolara tıkılmış çocukları ve torunları, doğal olarak bu yapılanlara karşı büyük bir öfke beslediler.”

Harkiler ve sonradan peşi sıra gelenler için uygulanan iskan politikası üzerine yapılan değerlendirmeler şöyle: “Fransa’nın en büyük kent merkezlerinin dış mahallelerinde onlar için inşa edilen dev, yüksek apartmanlardan oluşan düşük gelirli gettolara tıkılarak kasten görüş alanının dışına çıkarıldılar. Bu mahallelerin cildi daha koyu renkli sakinleri Paris, Lyon, Toulouse, Lile gibi şehirlerin merkezlerini kirletmemeliydiler. Kitle taşımacılığı hizmetleri, çoğunlukla yalnızca Arapların ve siyahların oluşturduğu bu eğitimsiz işçi sınıfı unsurlarını fabrika şehirlerindeki işlerine taşımakla sınırlı; bu gettoların kent merkezleriyle bağı var ile yok arası.

Şimdi 30, 40 ve 50 yıllık olan bu yalıtılmış varoşlardaki insan yığınları, onarılamaz durumdaki bozuk asansörleri, kışın işlemez haldeki ısıtma sistemleri, kirli  koridorları, kırık pencereleri ve sınırlı alışveriş olanaklarıyla  harap, viran, karanlık yerler. Hem apartmanlar hem de okullar kalabalıktan da öte.”

Fransızların, 2’nci Dünya Savaşı’ndan sonra kendi deyimleri ile geçirdikleri “30 şanlı yıl”da çok da anlayamadıkları ve şimdi de pişman olup ne yapacaklarını bilmedikleri şey, bir mekan olarak yarattıkları bu varoşların, burada yaşayanları bir arada olmanın tarihsel bilincine vardırıp her türlü ayrımcılığa dışlanmışlığa ve yok saymaya karşı güç ve kader birliği yapabilecek olmalarıydı. 2000’li yıllarla beraber Fransızların korktukları başlarına gelmiş, varoşlarda oluşan yeni kimliği, biraz sert yöntemlerle de olsa karşılarında bulmuşlardır. Şimdilerde tartışılan şey ise, toplumdaki farklılıkların barışçıl entegrasyonu politikaları yerine, mekansal olarak da desteklenen ayrımcılığın ne kadar hatalı ve pahalıya mal olmuş bir politika olduğu.

Milliyetçiliğin Yeni Yapı Taşı; İnşaat

Atlas dergisi Ocak sayısında Çin’deki Sincan Uygur Özerk Bölgesi’nin başkenti Urumçi’yi dosya konusu yapmış. Dünyanın en büyük inşaat sektörünün oluştuğu Çin’de, başkent Urumçi’de yaşanan devasa değişim ele alınıyor. Ancak yazar Nicola Zolin, bu değişimi Çin’deki “Uygurlar karşıtı milliyetçiliğin” bir hamlesi olarak niteliyor. “Çin’in amansız modernleşme ve milliyetçi nüfus politikalarına sahne olan kentte Uygurlar azınlıkta kalırken, yaşadıkları mahalleler de sıkı bir denetim altında tutulduğu ve özgürlükler kısıtlandığı için “getto”lar haline dönüşüyor” diyor.

Çin’de yaratılan ekonomik büyümeyi ve buna paralel gelişen inşaat sektörünü anlayabilmek için bir örnek vermek gerekiyor. İstatistikler, Çin’de günlük olarak 50 bin kişinin yaşam alanları oluşturabileceği uydu kent inşa etme kapasitesi olduğunu söylüyor. İnşaat sektörü gayrı safi milli hasılanın önemli bir bölümünü oluşturuyor. Bütün şehirler inanılmaz ölçeklerde yenilenip değişiyor. Şehirlerdeki eski yaşam alanları, Çin’de halen geçerli olan devlet merkezli mülkiyet yasalarının sağladığı olanakla kolayca tasfiye edilip yerlerine her birinde yüzlerce kişinin yaşayabileceği devasa apartmanlar dikiliyor.

Şehirler birer LEGO oyun parkı görünümüne bürünüyor.

Shanghai-Suburbs-china

Dergi, Urumçi’deki değişimin gizli ajandasını şöyle izah ediyor:

“Urumçi’de hızlı bir ekonomik değişme dayatılmasının nedenlerinden biri de, Çin hükümetinin politikaları uyarınca etnik milliyetçiliği azaltıp Çin’e özgü değerler etrafında kültürel homojenleşmeyi teşvik ederek “milli” bütünleşmenin gerçekleşmesine katkıda bulunmak. Fakat Çin yönetiminin Uygur kültürünü kendi “egzotik batı”sında turist çekmeye yönelik bir unsur olarak kullanması başlı başına problem teşkil ediyor, çünkü bu bakış açısı gerçek kimliği yansıtmayıp içini boşalttığı gibi özüne de ters. İşin aslı bu politikaların tek marifeti iki halk arasındaki makası açmak oldu.” Dergi, merkezi Çin yönetiminin Uygurlara karşı uyguladığı baskıcı politikalara yönelik çeşitli örnekler vererek iddialarını güçlendirmeye çalışıyor. Ortamın her an çatışmaya müsait halde olduğunu duyuruyor.

Çeşitli haber kaynaklarından edindiğimiz izlenime göre Türkiye,  uzun yıllar önce Fransa ve Çin’de denenmiş ancak başarılı olamamış kentsel dönüşüm marifeti ile etnik sorunlara sebep olan şartları ortadan kaldırma politikalarına giderek artan dozda sarılmaktadır. Önceleri, İstanbul’un karşı karşıya olduğu kuvvetli deprem riskine karşı şehirde sayıları 250 bin olarak tespit edilen çürük yapıların güçlendirilmesi veya ortadan kaldırılması uygulaması, “kentsel dönüşüm” adı altında adeta bütün ülkeye yayılmış görülüyor. Ak Parti’nin temel dayanaklarından olan inşaat sektörünü beslemek ve yaratılan yeni orta sınıfı hoşnut edebimek için girişilen bu uygulama, abartılarak yolundan çıkarılmıştır. Bu politikaların sosyal dokuyu bozacağının ilk işareti, İstanbullu Romanların (Çingenelerin) yaşadıkları mahallelerin yıkılması ve nüfusun dağıtılması olmuştu. Şehir dışında inşa edilen apartmanlarda yaşamaya zorlanan romanlar, bu çağrıya çoğunlukla uymamışlar, dayatılan ve alışık olmadıkları yeni hayat tarzına boyun eğmektense ülkenin değişik alanlarına dağılarak yeni bir yaşam deneyimine girişmişlerdi.

cizre yikinti

Türkiye’de inşaat sektörünün devreye sokulduğu yeni alanların, Doğu Anadolu’da Kürt nüfusun yoğunlukla bulunduğu şehir ve kasabalar olduğu anlaşılıyor. Güvenlik merkezli politikalar sonucu, güvenlik mensupları ile devlete karşı ipleri tamamen atmış görünen PKK güçleri arasında yaşanan yoğun çatışmalar sonucu toplam sayıları şimdiden bini aşmış ölümlere ilaveten, pek çok şehir ve kasaba mahalleleri savaşın yıkıcı yüzü ile tanışmış,yakılıp yıkılmıştır. Şimdi gündemde olan, başta Diyarbakır Sur ilçesi olmak üzere Cizre, Nusaybin gibi Kürt yoğunluklu yerleşim yerlerinde var olan binaların yıkılıp yerlerine TOKİ apartmanlarının inşa edilmesidir. Kürt sivil toplum kuruluşları bu uygulama ile şehir ve kasabaların tarihsel hafızalarının ortadan kaldırılacağını, bu yörelerin demokrafik yapılarının değiştirilmeye çalışıldığını ileri sürmekte ve direniş göstermektedirler. Buna karşılık hükümet, kararlılıkla yıkımlara başlamış, ilan ettiği yeni imar çalışmalarını hızlandırmıştır. Murat edilen, binlerce konutluk yeni toplu yaşam alanları üzerinden daha güvenlikli ve “milli bütünleşme”ye sadık yeni bir gelecek oluşturmak. Bilinmeyen ve şimdiden tahmin edilemeyen şey ise sayıları birkaç milyonu bulan ve 1980’li yıllardan beridir defalarca göç etmek zorunda kalan Kürt nüfusun ve onları temsil ettiğini ileri süren poltik ve militer güçlerin bu gelişmelere hangi yöntemlerle ve ne oranda karşılık verecekleridir.

Yeri gelmişken, etnik çatışmaların kurbanı olmuş Kıbrıs’ta da ele geçirilmiş bölgeler üzerinde yeni kimlikler oluşturmada esas görevin inşaat sektörüne devredildiğini hatırlatmakta yarar var. KKTC’de ….

Bin konut fazlasına rağmen sektör tam hız çalışıyor ve halen muhtemel bir çözüm olasılığında toprak ve mülkiyet endişelerinin en büyük korkuyu oluşturduğu biliniyor. Dosyalanmış binlerce hukuksal sorun ise konuyu daha da karmaşıklaştırıyor.

İnşaatçı çözüm girişimleri, mekan kapma yöntemleri etnik sorunların çözümünde iyileştirici bir rol oynar mı? Bunun henüz iyi bir örneğine rastlanmadı. Olacak olanları yaşayıp göreceğiz.

Tepki göster
Bayıldım
0
Bayıldım
Huzurlu
0
Huzurlu
Hahaha
0
Hahaha
Üzüldüm
0
Üzüldüm
Hayran Kaldım
0
Hayran Kaldım
Facia
0
Facia
Web tasarım ve geliştirme : Baba Bilgisayar